Avrupa’da başlayan Rönesans hareketi, özgürlük ve demokrasi bakımından dünyamızın şekillenmesinde etkili olmuştur. Avrupa, uzun bir Ortaçağ uykusundan Rönesans’la uyandı dersek abartmış olmayız. Bu dönemde insanlar, kilisenin baskısından dolayı bazı dogmalara boyun eğmek zorunda kalmıştır.
Rönesans ile birlikte Avrupa için Aydınlanma Çağı başlamış. Özellikle fizik sahasında yapılan çalışmalar diğer alanlara yansımış; Galileo, Newton, Kopernik gibi fizikçiler, astronomlar kendi dönemlerine gelinceye kadar tabu sayılan bazı düşünceleri yıkmış. Fizik alanındaki bu değişim sosyal bilimlere ve ekonomiye de yansımıştır. Volter, Montesquieu, Kant, John Locke gibi fikir adamları Avrupa’yı etkilemiştir.
Aydınlanma Çağı, toplumda önce sorgulamayı, sonra özgürlüğü getirmiş. Fransa’da başlayan ve tabandan gelen bu hareket, 1789 ihtilali ile sonuçlanmış. İhtilalin temel düşüncesi özgürlük, demokrasi, insan hakları ve eşitlik kavramları üzerine kurulmuş. Fransa’daki düşünce özgürlüğü Avrupa’ya yayılırken dirençle karşılaşmış. Almanya, Rusya ve Avusturya imparatorları, özgür düşünceyi ülkelerine sokmamak için anlaşmışlar.
Türk toplumu, Avrupa’da meydana gelen yenileşme hareketinden az da olsa etkilenmiş; Tanzimat ile başlayan değişim süreci, birinci ve ikinci meşrutiyetle devam etmiştir. Bu süre zarfında yeterli mesafeyi aldığımızı iddia edemeyiz. Ancak Cumhuriyetin altyapısında, öncekilerin etkili olmadığını söylemek de haksızlık olur.
Osmanlı’nın son döneminde yetişenler, Avrupa’yı ve özellikle Fransa’yı iyi tanımışlar. II. Mahmut döneminde açılan Harb Okulu, Fransa’da uygulanan programı örnek almışı.Harb Okulu, Askerî Tıbbiye gibi mektepler çağdaş programları takip etmiş. Birinci Meşrutiyet döneminden itibaren açılan liseler, eğitimin tabana yayılmasında önemli ölçüde etkili oldu. Ne var ki, ülkenin içinde bulunduğu şartlar ve dünya konjonktürü, ciddi anlamda reform yapılmasına imkân vermedi. Neticede 1918’deki feci durumla karşılaştık.
Millî Mücadele sonrasında, yeni Türkiye’yi kuranlar, geçmişteki deneyimlerden hareket ederek akılcı bir yol haritası çizdiler. Temel konularda yapılması gerekenler bir sıraya kondu; zaman ve zemine uygun değişimler ilk on yıl içinde gerçekleşti.1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması önemlidir. Sakarya ve Büyük Taarruz gibi başarılara sahip olan Mustafa Kemal Paşa, eski düzeni devam ettirebilirdi. Ancak ileriye yönelik düşünüldüğünde doğru yol cumhuriyet ve demokrasiydi. Bu nedenle Cumhuriyeti kurmak için önce Saltanat kaldırıldı.
Cumhuriyet idaresinin temeli halkın iradesine dayanır. Demokrasi çoğulculuktur. Siyasal partiler olmadan halkın iradesi parlamentoya asla yansıyamaz. Bu eksiği gidermek için Cumhuriyet Halk Fırkası kuruldu. Ancak tek partiyle demokrasinin yürümeyeceğini lider kadro biliyordu. Esasında dünyada da böyle bir uygulama yoktu. Bu nedenle 1925 ‘de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. İçinde bulunulan şartlar gereği yürümedi ve kapandı. Bu kez 1930’da Serbest Fırka kuruldu ama o da başarısız oldu.Bu çabalar, hiç değilse iki partili bir sisteme geçilmek için mücadele edildiğinigösteriyor.
Tabanda karşılığı olmayan bir hareketi yerleştirmek kolay olmaz. Üstelik nüfusunun yüzde sekseni kırsalda yaşayan, eğitimsiz vesavaş yorgunu bir toplumda demokratik değerleri benimsetmek zaman ister. Ancak çıkılan yolun doğru olduğuna yönetici kadro inanıyordu. Ancak araya II.Dünya Savaşı’nın girmesi siyasal hareketleri ikinci planda bıraktı.
1945’de, değişen dünya şartlarının da etkisiyle çok partili hayata geçildi. İlk beş yıldabazı sıkıntılar yaşanmış olsa bile, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimle çok partili demokratik hayatımız başladı. 1923 ile 1950 arası, bizim gibi bir toplum için uzun birzaman dilimi olarak kabul edilemez.
TBMM ve Cumhuriyetimiz, sırayla yüzüncü yıllarını kutlamaya hazırlanıyor. Arada geçen sürede, ihtilal ve darbe dönemleri gibi, çağ dışı hareketler yaşandı ama halkımızın demokrasiden ödün vermediği de görüldü.Demokrasimizin Avrupa ayarında işlediğini elbette söyleyemeyiz. Ancak iki milyar nüfusa sahip İslam dünyasında, bizim dışımızda demokrasisi çalışan hangi ülke var? Afrika ve Asya’nın birçok ülkesinde hâlâ totaliter idareler yok mu?Dünya nüfusu bugün yedi buçuk milyar dolayında. Bunun en az yarıdan fazlası, Fransız İhtilalinin getirdiği özgürlük ve demokrasi lezzetini henüz tatmadı. Türkiye bu değerlerle yüz yıl önce tanışmış ise, bunu, başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran kadroya borçludur. Anahtar teslimi demokrasi diye bir kavram dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Toplumlar bazı temel hakları mücadele ile hatta kanla kazanmışlar. Örnek verdiğimiz Fransız İhtilalinde bile en az otuz bin kişi can verdi.
Sonradan gelenler; öncekilerin izinde giderek özgürlüğü, demokrasiyi, hukuku ve insan haklarını geliştirmeli, bu konuda çağdaş dünya normları esas alınmalıdır.Vatandaş ve ülke olarak, daime en iyiye ve en güzele ulaşmak amacında olmalıyız. Cumhuriyetimiz kutlu olsun.
MUSTAFA ESKİ