Bayramlar sevinç demektir; birbirimize yaklaşır, mutlulukları paylaşırız. Millî bayramlarda gururumuz yükselir, millet olmanın heyecan ve coşkusunu yaşarız. Dinî bayramlarımız biraz daha farklıdır; aile ve komşuluk bağlarımız güçlenir, dargınlar barışır.
Bayram, çocuklar için güzel anıların yaşanmasına vesile olur. İlk üç yıl köyde okuduğum için bayramı tatmadım. Eskiden bayramın adı “şenlik” idi; büyüklerimiz “şenliğe gidiyoruz” derdi. Şenlik nasıl bir şeydir diye çok merak etmiştim.
1954 senesinde Gazipaşa İlkokulu’nun 4. sınıfına nakil geldim ve ilk Cumhuriyet Bayramı heyecanını o yıl yaşadım. Topluca Gazi Stadı’na gittik. Okullar yan yana durdu, sınıflarımız sıra oldu. Şiirler okundu, konuşmalar yapıldı, sıra geçit resmine geldi. En iyi hangi okul geçit yapacak, birinci kim olacak? Düzgün ve sert adımlar konusunda önceden uyarıldık.
Yürüyüş bittikten sonra okula döndük. Tepsi içinde akide şekeri dağıtıldı. Merakla sorduk, hangi okul birinci gelmiş? Bizim olduğumuzu söylediler; şeker, ödül olarak verilmiş. Çok sevindik, sert adımlarımız işe yaramıştı. Sonra Cumhuriyet ve Atabey ilkokulundaki arkadaşlarımızla karşılaştık. Meğer onlara da birinci oldukları söylenmiş, akide şekeri dağıtılmış! Çocukları sevindirmek, özendirmek çok kolay.
Bir diğer hâtıram daha ilginç. Bürokrat kesim, saçlarına briyantin sürerdi. Ben de onlara özenirdim. Ortaokul birinci sınıftaydım. 1956 yılının Cumhuriyet bayramı öncesi, Karadeniz Eczanesi’nden 35 kuruşluk briyantin aldım, şişeye koydum. Bayram sabahı saçlarıma çokça sürdüm, herkesi imrendirecek şekilde pırıl pırıl oldu. Okulda toplandık, sıra halinde yürüyerek Gazi Stadı’na gittik, bize ayrılan yerde durduk. Güneş arkadan vurunca briyantin de yavaş yavaş akmaya başladı. Mendille siliyorum, yine akıyor. Gömleğin yakası, boynum yağ içinde kalmıştı. Bu vaziyette bayramı bitirdik. Her şeyin azı karar, çoğu zarar demişler; ilk kez briyantin kullanıyorum, akacağını nereden bilecektim ki? Bazı bilgileri öğrenmek için tecrübe gerekiyor. Onun için, parayla elde edilemeyecek tek şey tecrübedir diyorlar. Doğru söze ne denir ki?
Bu iki anımdan sonra asıl konuya gelelim. Cumhuriyet halk idaresi demektir ama daha öncesi halkın iradesi demek lazım. Cumhuriyet tek başına yalın bir ifadedir, altını doldurmak gerekir. Özgür basın, özgür iradeyle kurulmuş siyasî partiler, özgürlük içinde yapılan serbest, demokratik seçimler ve nihayet halk iradesinin toplandığı parlamento cumhuriyetin temel şartlarıdır. Eğer bunlar yoksa cumhuriyet adı hiçbir anlam ifade etmez, sadece şekil olarak kalır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri vardı, Rusya’da bugün bile demokrasi yok. İran İslam Cumhuriyeti’nin sadece adı var. Güdümlü partilerle cumhuriyetçilik komedisi oynuyorlar.
1923’de Cumhuriyet ilan edildiğinde tek parti vardı. Mustafa Kemal Paşa, tek partiyle cumhuriyet olmayacağını biliyordu. 1925’de Terakkiperver Parti kuruldu ama yürümedi. 1930’da Serbest Fırka kuruldu, o da başarısız oldu. 1946 seçimlerinde başka türlü sıkıntılar yaşandı. Nihayet 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde iktidar el değiştirdi. Demokrasi tarihimizde örnek bir seçimdir.
Cumhuriyet idaresinin en önemli özelliği kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Yasama, yürütme ve yargı görevinin birbirinden ayrı olması gerekir. Gücün tek elde toplanmasını sakıncalı gören Fransa, Almanya ve İngiltere gibi bazı Avrupa ülkeleri demokrasilerini güçler ayrılığı ilkesi üzerine kurmuşlardır.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra saltanat kaldırıldı, cumhuriyete giden yol açıldı. 1923’de Cumhuriyet ilan edildi, arkadan diğer değişimler yapıldı. 1928 yılına geldiğimiz zaman eğitim, kültür, adalet ve sosyal alanlardaki değişimler önemli ölçüde tamamlanmıştı. Bunlar akılcı bir düzenlemeyle ve zamana yayılarak gerçekleşti.
Sosyal bilimciler değişimlere soyut açıdan bakıyor; ekonomi ve sanayileşme alanındaki yeniliklerden pek söz etmiyorlar. Ekonomi olmadan kalkınma olmaz. İzmir İktisat Kongresi çok önemlidir; yeni Türkiye’nin ekonomi politikası orada şekillenmiştir.
Savaştan çıkmıştık, ekonomi çok güçsüzdü, paramız yoktu. Sanayi namıma ciddi sayılabilecek bir fabrikaya sahip değildik. En önemlisi kredi mekanizması işlemiyordu. Eskiden kalan bir tek Ziraat Bankası vardı, o da çiftçiye kredi veriyordu. Üretim tamamen tarıma dayalıydı, nüfusun %85’i kırsalda yaşıyordu. Atatürk’ün emriyle Türkiye İş Bankası 26 Ağustos 1924’de çalışmaya başladı, tüccar, esnaf ve sanayiciye kredi vermenin önü açıldı. Daha sonra Sanayi ve Maadin Bankası, Etibank, Sümerbank ve Halk Bankası kuruldu, ekonomik çark dönmeye başladı.
Cumhuriyet döneminde sanayi alanında önemli işler yapılmıştır. Şekeri dışardan alan bir ülkeydik. Uşak, Alpullu, Eskişehir, Turhal Şeker fabrikaları yapıldı. “Şekeri ekmek kadar kolay yenilir hale getirmezsek gürbüz çocuklara hasret kalacağız” sözü Atatürk’e aittir. Bu söz bizim Şeker Fabrikası’nın önündeki anıtta yazılıdır.
Giyim çok önemliydi; patiska, kumaş ve benzeri ihtiyaçları için Sümerbank kuruldu. Kayseri, Nazilli, Ereğli, Bursa ve bazı yerlerde dokuma fabrikaları hizmete girdi. Halkın kolay ve ucuz yoldan giyim temin etmesi için çalışıldı.
Savaş döneminde en çok aradığımız şey silah ve cephane olmuştur. Dışardan tedarik her zaman zordur ve çok tehlikelidir. Dost bildiğiniz ülkeler bile, kriz zamanlarında mal vermezler veya çok pahalı satmak isterler. Silah sanayii, diğer sanayi dallarının lokomotifi gibidir, ülkeler en ileri teknolojiyi silah yapımında kullanır. Kayseri ve Eskişehir’de uçak, Kırıkkale’de top ve tüfek yapım tesisler hızlı bir şekilde kuruldu. Bunları diğer sahalardaki tesisler izledi.
Sanayileşmeden kalkınma olmaz. İngiltere ile yapılan anlaşma üzerine Karabük Demir Çelik fabrikası kuruldu. O yıllarda ülkemizin en büyük başarılarından biridir. Ağır sanayii kurmak için mutlaka çeliğe ihtiyaç vardı.
Bütün bunların dışında ülkede yoğun bir demiryolu çalışması başlatıldı. Hedef, yurdumuzu baştanbaşa demir ağlarla örmekti. Bu sahada önemli işler yapıldı. Ancak 1950’den itibaren demiryoluna önem verilmedi, karayolu ulaşımına yatırım yapıldı. Bu çok yanlış bir politika olmuştur. Son yıllarda demiryollarına önem verilmeye başlanmıştır, ülkemiz adına sevinilecek bir durumdur.
Nüfusumuzun büyük kısmı köylerde yaşıyordu. Tarıma önem verildi, makineli ziraat özendirildi. Çiftçiye örnek olması için muhtelif yerlerde, örnek devlet üretme çiftlikleri kuruldu.
Atatürk 10. Yıl nutkunda haklı olarak “az zamanda büyük işler başardık” derken gururlanıyordu. Bu on yılın içinde, dünyayı sarsan 1929 ekonomik krizi de vardı.
Cumhuriyetin başarısı sadece bunlarla sınırlı kalmadı. Dış politikamız altın dönemini yaşadı. Yunanistan, Sovyetler Birliği ve diğer komşu ülkelerle iyi ilişkiler kuruldu, dostluk anlaşmaları yapıldı. Ülkemizin öncülüğünde 1934’de Balkan Antantı (Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya) ve 1937’de Bağdat Paktı (Türkiye, İran, Irak, Afganistan) kuruldu. En önemlisi, diplomatik yolla Hatay anavatana katıldı.
Çağdaşlaşmanın yolu eğitimden geçer. Yurt genelinde okulların sayısı artırıldı. Ankara’da Hukuk ve DTCF gibi yeni fakülteler, yüksekokullar açıldı. Üniversite reformu ile Dârülfünûn kapatıldı, İstanbul Üniversitesi kuruldu. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” düşüncesi Cumhuriyetin temeline yerleşti.
Özetlersek; İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan 15 yıllık sürede büyük işler başarılmış, insanımızın gönlünde millete, devlete ve kendine güvenme duygusu güçlenmiştir. Bu dönemin iyi öğrenilmesi ve her düzeydeki eğitim kurumlarında öğretilmesi gerekir.
Cumhuriyetimizin 99. Yılı kutlu olsun. Barış, huzur, sağlık, birlik ve beraberlik içinde, hep birlikte 100. yılda buluşalım.
MUSTAFA ESKİ