Pir-i Sani Seyyid Mustafa Çerkeşi Efendi’nin torunu Saffet Hanım’ın Kastamonu’ya anıları
Saffet Tanman, Cumhuriyet’in sarsılmaz kalesinin bazalttan bir karakteridir. Soylu ve İslam ilmine çok şeyler katmış bir ailenin mensubu olarak 1912 yılında dünyaya gelir. Babası Çerkes Şeyhizade Mehmed Bahaeddin Bey (1873-1952, Pir-i Sani Seyyid Mustafa Çerkeşi Efendi’nin oğlu Kazasker Tevfik Efendi’nin oğlu. Pir-i Sani Seyyid Mustafa Çerkeşi Efendi, Halvetiyye Tarikatının Şa’baniyye kolu Pir-i Sanii’si olduğu bilinmektedir. 1743 yılında doğmuş 1814 yılında vefat etmiştir. Halifesi Geredeli Şeyh Halil Efendi tekkesinin türbesinde yatmaktadır.) ve annesi Hatice Behire Hanım’dır (ö.1961). İki yaşındayken Kastamonu’ya gelirler çünkü Saffet Hanım’ın babası Kastamonu kadısı olarak atanmıştır.
Şeyhizade Mehmed Bahaeddin 1921 civarında Kuvayi Milliye’ye katılarak Ankara’ya gider ve Mustafa Kemal Atatürk’ün en güvendiği isimlerden biri olur.
Saffet Hanım, 1924 yılı sonrasında çeşitli lokal okullarda yabancı dil eğitimi alır ve 1935 yılında da Notre Dame de Sion Lise’sinden mezun olur. Galatasaray Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi’nden Romanoloji esas olmak üzere Türk Edebiyatı ve Felsefe Bölümünden mezun olur. 1937 yılında Gemi Makine Yüksek Mühendisi Fahri Tanman ile evlenir bundan sonra da yaşamının bir kısmı Hamburg ve New York’ta bir kısmı da kocası tarafından sahip oldukları Söke’deki tarım arazilerinde geçer.
***
Saffet Tanman babası Şeyhizade Mehmed Bahaeddin Bey’in 1914 yılında kadı göreviyle Kastamonu’ya atanmasıyla 1914 yılı temmuzunda 2 yaşındayken Kastamonu’ya (O dönemde eski İstanbulluların kullanım şekliyle Kastamoni’ye) gelir. Seneler sonra kaleme alacağı anılarında 1914-1921 yılları arasındaki Kastamonu’dan bugünlere ve elbette geleceğe çok renkli sayfaları taşıyacaktır. Bu renkli sayfalar bir çocuğun gözünden gördüğü yaşamdır. Ve Saffet Hanım seneler sonra bu anıları kaleme almış olsa da çocukluğunun saflığı, muzipliği ve açık sözlülüğünden hiçbir taviz vermemiş, tüm hatıralarını deneyimlediği yaşın gerçekçiliği ile sunmuştur.
Kadı Konağı denen oldukça büyük ve görkemli bahçesiyle hemen yanında da Vali Konağı’nın bulunduğu bir konağa yerleşir Saffet Hanım ve Kadı ailesi. Bu geniş bahçeye çaydan sular çekilir ve tüm bahçe sebze ile ekilip donatılmıştır. Bu şekilde her türlü sebze bahçeden direkt sofraya tazecik gelirmiş. Bahçede ayrıca elma, armut en çok da erik ağacı da varmış. Elmaların şırası pekmezi yapılır her türlü meyveden sepetler içinde kapı önüne konurmuş ki gelip geçen de nasiplenebilsin.
Saffet Hanım’ın Habeş olan Nesibe isimli bir dadısı varmış, ona bezden bebekler yaparmış hatta bazen de kabaklardan yüz göz ağız oyup anlık bebekler de yaparmış. Hazır oyuncağın olmadığı o dönemde, kendisi 5 yaşlarına gelirken kız kardeşi Şahika Hanım doğunca dedesi Saffet kıskanır diye Avrupa’dan bir “Taş Bebek” alıp göndermiş. Bir süre sonra bunu duyan Kastamonu halkı da Kadı Konağı’nın kapısına gidip taş bebeği bir kez görmek için ricalarda bulunmuş yani bir taş bebek Kastamonu’da o yıllarda bir fenomen olmuştur.
Değişik bir Vali Atıf Bey
1915- 1918 yılları arasında Kastamonu Valisi Atıf Bey’dir. Resmi kayıtlara göre Kastamonu’ya atanan en genç ve dinamik valilerdendir. Kendisi bilhassa kadınların istihdamı, okulların açılması, kendirciliğin geliştirilmesi gibi konularda Kastamonu’da önemli işlere imza atmış, bu valimizden günümüze yadigar Sanay-i Nefise Mektebi, Kışla binası ve günümüzde Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan İttihat ve Terakki Cemiyeti binaları kalmıştır. Resmi kayıtlara göre akıllı, keskin bir zeka ve kaleme sahip bu başarılı Vali için Saffet Hanım’ın ise çok daha değişik aktaracakları vardır.
Vali Atıf Bey tek bir çocuğu vardır ve o da Atıfe Hanımdır ve Saffet Hanımın arkadaşı olur. Kadı Mehmed Bahaeddin ağzından “Çok bilgili, modern, spora meraklı, terbiyeli, görgülü genç bir adam…” dediği Vali Atıf Bey, Saffet Hanım’ın anılarında şu şekilde geçer:
” Spor meraklısı Vali bey’in bir huyu sabahları çıplak, anadan doğma bir vaziyette bahçesinde koşu yapması idi. Bu aslında o dönemin Avrupa’sına mahsus bir spor yapma tarzıydı. Daha sağlıklı olduğuna inanılırdı. Vali Bey koşarken bizim bahçeden görüldüğü için bizim ev halkına sabahları komşu bahçeye bakmak yasaktı, babam yasaklamıştı… Bir kere de babam, Vali Bey ve bazı memurlar bir yere keşfe gitmişler. Atlarla gidiyorlar, dönüşte yağmura tutulmuşlar. “Ben böyle yaş vaziyette at üstünde gidemem, hasta olurum.” diyerek Vali Bey attan inmiş, soyunmuş sadece don ve atletle atların önünden koşarak şehre girmiş. Vali Bey delirmiş diye bir havadis çıkarmışlarsa da, babam başta olmak üzere dostları, onun modern spora meraklı olduğunu söyleyerek dedikoduyu söndürmüşler…”
Vali Atıf bey’in kızı Atıfe ile hafta iki defa Kastamoni Lisesi Almanca öğretmenin eşi Madam Popper’dan piyano dersleri alan Saffet Hanım’ın anılarında Ilgaz eteklerinde Kadın Sarayı Köyü yaylarında kiraladıkları köy evindeki yazları ve burada babası tarafından bulunan maden suyunun yine Vali Bey tarafından çıkarttırılıp şirket vasıtası ile satışından, babasının itinalı ama meşakkatli sarık sarma merasimi de yer alır. Bu merasim sonunda çok intizamlı bir sarık ortaya çıkarmış ki, “Baha Molla’nın sarığı gibi güzel sarılmış” lafının babasından Kastamoni’ye yadigar kaldığını bildirir.
***
Kastamonu Mevlevihanesi
Saffet Hanım’ın Kastamonu anılarında iki önemli nokta çok önemli yer etmiştir. Bunlardan biri Mevlevi Dergahını ziyaret diğeri de Şaban-ı Veli Hazretlerinin ziyaretleridir…
Mevlevi Dergahının başında Hazreti Mevlana’nın soyundan Çelebi Efendi bulunmakta ve kendisi Kastamoni’de çok sevilmekte birçok dervişi de bulunmaktaymış. Her Perşembe Mevlevi Dergahında ayinler yapılır bu ayinlere de Kadı Efendi de katılırmış. Bir gün Çelebi Efendi’nin ailesi de Kastamoni’de imiş ve Kadı Efendinin ailesini de dergaha, ayine buyur etmiş… Davete icap eden Saffet Hanım ve ailesi Çelebi Efendi’nin eşi ve kızları Gevher Hanımla tanışırlar. Bu tanışmanın ilk intibası ve Hazreti Mevlana soyu için ” Daha sonraki hayatımda Hazret-i Mevlana’nın soyundan birçok kişi ile tanıştım. İçlerinde güzel olmayana rastlamadım. Hepsi beyaz tenli, sarışın ve sarıya yakın açık kumral, yeşil veya mavi gözlüydü…” diye not düşecektir Saffet Hanım.
Yemekler, ikramlar, namazlar kılındıktan sonra ayini ilk yaşadığı günkü gibi büyülenmişçesine aktarır Saffet hanım.
” Ayin başlanacak denince herkes toparlandı ve abdestler tazelendi. Bir koridoru kat ederek semahaneye komşu olan, hanımlara mahsus bölümüne (bacılar maksuresi) geçtik. Bizim oturduğumuz yer, tavana kadar yükselen bir kafesle semahaneden ayrılmış, kafesin dibine minderler konmuştu. Buradan ayini seyredecektik. Yüzümü kafese dayayıp içeriyi seyre başladım. Kandilleri yere inmiş yıldızlara benzettim. Uzun bir sessizlikten sonra önce dervişler, sonra Çelebi Efendi sırayla semahaneye girdiler. Çelebi Efendi mihrabın önündeki kırmızı posta, dervişlerde çepeçevre serilmiş beyaz postlara oturdular. Çelebi efendi orta boylu, beyaz tenli, kumral sakalına ak düşmüş bir zattı. Müzisyenlerin bulunduğu yerden (mutrıp mahsuresi) güzel sesli birisi uzun bir dua (Na’t-ı Mevlana) okudu. Duadan sonra bir genç ney üflemeye başladı. Sonra bütün müzisyenlerin birlikte çaldığı peşreve uyarak Çelebi Efendi önde, dervişler onun arkasında üç kere semahaneyi devrettiler (devr-i veledi). Nihayet üstlerindeki üzerindeki siyah cüppeleri atarak beyaz giysileriyle dönmeye başladılar. Döndükçe tennureleri dalgalanarak açılıyordu…”
Bu tanışmadan sonra Çelebi Efendi’nin ailesi ile dostluk kuran Saffet Hanım ve ailesi karşılıklı misafirliklerle bu dostluğu güçlenecek Perşembe akşamları olan ayinlere ailecek katılacaklardır. (Kastamonu’da Mevlevihane, günümüz İmam Hatip Lisesi’nin olduğu alanda bulunuyordu. Bu alanda İmam Hatip okulundan önce Kız Orta Mektebi bulunuyordu. Eski bir kayda göre Mevlevihane haziresinde Candaroğlu Beylerinden II. Süleyman Bey metfundur. Bu da gösteriyor ki Mevlevihane Kastamonu neredeyse Türk yurdu olduğundan bu yana mevcut bulunmaktaydı.)
Kandil kandil nurların gökten indiği Şeyh Şaban-ı Veli Türbesi
Şeyhizade Mehmed Bahaeddin Bey ailesini bir gün şehre tepeden bakan kalenin eteklerindeki yeşil, çimenlik ve ağaçlar içindeki Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbe ve asitanesine götürür ve ailesine ” Çerkeş’teki dedemiz Pir-i Sani Mustafa Çerkeşi Hazretleri’nin bağlı olduğu Halveti Tarikatının Şabaniye kolunun Piri” diyerek ailesini getirdiği yeri açıklar. Kendilerini sırtında cüppe, başında külah, beyaz sakallı zayıf ve uzun boylu caminin imamı karşılar ve elini kalbine götürerek eğilip aileyi selamlar.
Orada şöyle bir diyalog gelişir.
Şeyhizade Mehmed Bahaeddin Bey imam efendiye şu şekilde sorar:
” – Ziyarete gelen çok oluyor mu?
– Oluyor hamd olsun. Bilhassa kandillerde ve Kadir Gecesinde (Günümüzde olduğu gibi). O geceler hiç uyunmuyor. Bazı Hak aşıkları mübarek türbe-i şerif üzerine gökten o gecelerde kandil kandil nur indiğini gördüklerini söylerler…”
Bu diyalogun hemen üzerine Saffet Hanım’ın ablası Ayşe Hanım birden söze atlar ve ” Size söylüyordum… Benim soldaki penceremden bazı baktığım gecelerde, ileride bir dağ eteğine gökten parlak kandiller gibi bir şeyler iniyor, gördüm, demiştim. Siz de herhalde o civarda bir mezarlık var. kemiklerden çıkan fosfordandır demiştiniz, Ama bakın değilmiş…” der.
Daha sonra türbe ziyaretine geçilir ve herkes sanduka başında dönerek dualarını ederken Saffet Hanımda o yaşında kendince “Ben orayı çok sevmiştim, ellerimle, parmaklarımla dokunuyor, orada yatana sevgi yolluyordum kendime göre” diyerek o yaşının ruh halini kelimeleriyle yansıtıyordu.
***
1921 yılı olduğunda Şeyhizade Mehmed Bahaeddin Bey Kuvayi Milliye katılmak için sarığını çıkarmış ve kalpağını giymiştir. İşte o gün hayata dair ilk hatırlarını yaratan Saffet Hanım için de hüzünlü bir ayrılış hazırlığı başlar ve ayrılışla da Kastamonu anıları son bulur….
2 Ocak 2012 tarihinde 100 yaşında kaybettiğimiz Saffet Tanman, sadece bu kısa Kastamonu anıları ile değil tüm Türkiye ve dünya anıları, Türk Edebiyatına katkılarıyla da çok önemli bir kişilikti. Bizlere, yani Kastamonu’ya bıraktığı hayat dolu anıları ve 100 yıllık yaşamıyla hayata kattıklarıyla da toprağı bol ruhu şad olsun.
Bu yazı Saffet Tanman’ın 2008 yılında YKY’den çıkan “Ilgaz Dağları’ndan Batnas Tepeleri’ne” adlı anı kitabından derlenmiştir.