Bir insanın anıları, hele ki çocukluğuna dair anıları, yaşadığı şehrin binalarında, gezindiği sokaklarında, saklambaç oynarken saklandığı binalarda,okuduğu okullarda ya da babasının elinden tutup yürüdüğü yollarda, geleceği hayal ederken baktığı ufuk çizgilerinde oluşur ve bunlar da geleceğe bir miras olarak kalır.
Çocuklukta başlar her şey; aynı aidiyet duygusu gibi. Bir şehre, bir şehrin takımına hatta mahalleliliğe aidiyet gibi… Kimse öğretmez sana bunu, ister annen, ister baban… Sözle aidiyet sahibi olamazsın… Yaşarsın ve sahibi olursun…
***
Cadde boylarında yaşadıklarındır seni ona iten, çamurlu sokaklarında top oynamandır onu kavraman… Ramazan geceleri eve girmeksizin önce teravih namazı, sonrası oyunlar ve sohbetlerle geçen zamandır sana onu belleten konakların gölgesinde.Mahalle kavgalarındır sınırları yine benzer aidiyetlerle çizilen. Sonra, sokaktan mahalleyle bildiğin dünyada genişleyen sınırlarla bu duygu okula başlamanla okulunun formasıyla, bir spor takımıyla ve arması işli bayrağının arkasında katıldığın bayramlardır sana kazandırılan. Ardından lise aşkları vasıtasıyla keşfedilen yeni bir dünyaya yayılandır…
Bir kişinin, çocukluğundan yana biriktirdiği bir duygudur bir şehre ait aidiyet duygusu… Elbette kişisel yaşamındaki özel anlar, aile, kişilik, akrabalık gibi olguların aidiyet duygusuysa da yaşadığı, soluklandığı, terleri hatta kanlarını akıttığı sokaklar da o anları yaşadığın fiziki çevredir senin görsel anıların. O anılar yani yaşanmışlıklar sana bir mahalleye, bir yerel kültüre ve bir kente ait aidiyet duygusunu da yanında kazandırır.
Yani yaşadığımız mahalle, var olduğumuz kent bizim anılarımızın sahibi, bizim çocukluğumuz ve kimliğimizdir. Eğer bu mahalle ya da kent, zamanın olağan değişim gücünden daha hızlı değişirse, anılarımız, çocukluklarımı ve aidiyet duygumuzda yiter gider…
***
Şimdiler birçok kentte ve Kastamonu’da da özellikle orta yaş ve üstünün aidiyet duyguları ve çocukluk anıları yok olup gidiyor. Orta yaş altını sorarsanız onların zaten yukarıda anlattığım şekliyle bir anıları ya da aidiyet duyguları oluşmuyor zaten.
Son birkaç yıldır kentsel dönüşüm diye bir fırtına tüm kentleri kasıp kavuruyor. Kâh depreme dayanıksız olması, kâh daha geniş ve yüksek binalar olarak yenilenmesi nedenleri ile binlerce yapı yıkılıp yeniden yapılıyorlar. İster 35 yıllık olsun istersen 10 yıllık…
İşte bu binalar yıkılıp yerine başkaları yapılınca insanların görsel bir dayanağa sahip anıları da yok oluyor… Önce mahalleler değişmişti, ne mahallelik kaldı ne komşuluk. Mahalleler evrildi sitelere, hadi site anıları dedik siteler depreme dayanıksız çıktı ve kentsel dönüşüme girip oraların da anıları silindi…
Eskiden, eski derken de şundan 15-20 yıl önce yani, bir sürü açık alan vardı misal kentte… O ortası toprak, kenarları çimen açık alanlarda ya eğreti ahşap kale direkleri ya da taşlardan belirlenmiş kaleler vardı. Bir çeşit adı konmamış, ama aynı zamanda sınırlandırılmamış çocuk oyun alanlarıydı. Sonra birden bire binaların, hırsın saldırılarına uğradılar ve yok oldular bu küçük nefes alma durakları da.
Okullar, çocukların kimlik ve kişilik gelişiminde en önemli mekanlar… Tüm yaşananlar o okulların binalarında, bahçelerine kalır, yaşar ve her an gülümsetir… Ama ya sizin okulunuz herhangi bir nedenden dolayı yıkılırsa ne anınız kalır ne de geçmişiniz…
Merkez Ortaokulu da yıkıldı…
Sonra bir kentin silueti çok önemlidir bir insanın havsalasında… Aynı babasının ellerinden tutarken baktığı ufaklarla belertilen güvenin simgesi gibidir. Yaşamının, yaşadığı kentin tanımı gibidir. Hatta bu siluet, bir kişinin, bir çocukluğun değil onlarca neslin tanımı gibidir.
Aynı Kastamonu gibi…
Çamların dorukları mavi göğe çizgi çeken, konakların çatıları çamlara değen, tepelerinde kalesi olan, uzun uzadıya bakılan ufukların olduğu bir kent olarak… Ayrıca nereden baksanız bin yıllık bile siluet bu. Hani kalenin yapımı tam da bin yıllara denk geldiği düşünülürse, çam ormanlarının kendini yüzyıllık dönemlerle yenilediği düşünülürse ve hatta kentteki sivil mimarının geçmişin bir tekrarı olduğu düşünülürse tam bin yıllık bir siluet…
Sonra bu siluet son 5 yıldır alabildiğince göğü delen binalar ile ufuklarımızı daraltırken, bir yandan tarihsel kentin o on asırlık alışılmışlığına kaleden bile yüksek yapılar yaparak, hatta kentin her yönden girişine modern surlu kaleler dikerek binlerce yıllık görüntüyü, binlerce yıllık anıları ve binlerce yıllık aidiyet duygusunu zamansız, amansız ve hesapsızca değiştirmiş, değiştirmekle kalmayıp yok etmiş oluyorsunuz…
Ha birde yapılan yapılar özel, estetiğe sahip hatta çağın nişanesi olan bir mimariye sahip olsa.
***
Değişim elbette bir zorunluluk… Her şeyin değişimi hatta… Değişim gelişmektir de ama… Hangi zorunluluklar karşısında?.. Zaman zaten olağanca yıkıcılığıyla değiştirirken birçok şeyi, hele ki teknoloji ile zamanlar zamanlara katılırken bazı şeylerin anıları ya da aidiyeti korumak adına korunması ya da doğasına uygun bir şekilde değişim geçirmesi gerekmez mi?
Dünyanın birçok gelişmiş ülkesi mantalitede, teknolojide, ve bir sürü şeyde değişimi ışık hızında yaşarken, o ülkelerin ya da kentlerin anlamı ve hatta tanımlaması olan tarihsel kent kimliği, kentsel siluetleri hiç değişmiyor. Bu kentlerde 100 yıl önce çekilen fotoğraf ile bugün çekilen fotoğraf aynı olurken bizim ülkemizde ya da şehirlerimizde bu kimlik yapıları bile değişiyor…
***
Kentsel dönüşümün nedenleri arasına deprem tehlikesine karşı dayanıksızlık var ve evet kabul edilebilir bir gerekçe… Ancak baktığınızda 1970’den bu yana yapılan yapılar yıkılırken, son on yılın yapıları da yıkılıyor… Yani nereden baksan işin içinde rant yoksa bile müteahhit cahilliği var ki tüm binaları yıkıyoruz. Hem konut, hem kamu yapılarında hem de… Üstelik siluetleri değiştirecek şekilde… Hem şehir içinde, hem şehir dışında…
Şimdi gelelim yazının başlığına…
Ben çocukluğumu cami avlularına sakladım, en azından ecdat anıtsal eserler yapmış, ki kolayı kolayına kentsel dönüşüme girmez… Ya da konaklar; son 15 yıldır tarihsel birer yapı kabul edildi ki yarım yamalak korunageldi. Keza yakın zaman kadar fare yuvası deyip yıkılan, otopark için yakılan birer enkazdan ibarettiler…
Ecdadın eserleri dışında koruyacak hiç bir şey kalmadı artık, her şey hızlı ama plansız ve olması gerekeninden hızlı değişirken, ey Kastamonu, ey benim çocukluğum, ey benim gençliğim, ey benim aidiyetim, şimdi bence sende herkes gibisin…
Bin yıllık kendine has kimliğimi, karakterimi herkes gibi yapanlar utansın…