Türk Dünyası Kültür Başkenti olduğumuza göre vakit buldukça “kültür” namına kalem oynatmakta fayda var, hele hele ilimizin mutfak kültüründen dem vuruverirsek bakarsınız bu sayede bir nebze olsun ağzımız da tatlanır…
Gastronomi ve giyim kuşam modasının iç içe girdiği “Caba gömleği” ile kültür başkenti yılında tencereyi ocağa koyalım.
Gerçi mutfak konusunda ne yazılırsa yazılsın ilimizde lafla peynir gemisi yürütenlerin, boş lafla karın doyuranların, taşıma suyla değirmen döndürenlerin verdikleri lezzete ulaşmak mümkün değil…
O ayrı bir sanat çünkü.
“Caba gömleği” 1980’li yıllarla birlikte ilimiz mutfak kültüründeki moda kreasyonu içine giren bir giysi…
Özelliği sadece caba yerken giyilmesidir. Aslına bakarsanız başlı başına bir “tören” giysisidir. Caba yemek ilimizde törene mahsustur çünkü.
Cabalıktır…
“Kötü” demeyelim de ucuz kumaştan yapılmasında fayda var caba gömleğinin. Kumaşının “kir götürücü” bir renkten seçilmesi elzem. Üzerine et düşer, yağ akar hatta acemi kısmı patates bile düşürür. Ekose kumaştan seçilirse evla olur. Yaka klasik, kollar kesinlikle dar olmalı, ekmek düşürüp dip taraması yapılırken manşetlerin cabaya girmesi bu şekilde önlenmiş olur. Göbek bölgesi dar olmalı, pot yapmamalı. Ağızdan düşüp gelen ne varsa toplar çünkü. Ancak çok da dar olmamalı, göbek deliği bölgesindeki düğmelerin içerdeki basınca dayanamayıp karşıda oturanın suratına fırlama olasılığı yüksek. Kaş göz yarmanın alemi yok durup dururken. Gömleğin etek kısmı ise ucu pantolonun dışına sarkacak uzunlukta dizayn edilmeli.
Caba gömleğine niye ihtiyaç var?…
Sofraya oturulduğu gibi pirüpak gömlekle cabadan kalkılırsa ya o cabanın lezzetinde bir arıza vardır ya da caba hak etmediği ellere düşmüş demektir. Gerçek boğaz ehli caba sonrası kirli gömleğinden belli olur. Gömleğin ağırlığı üzerine dökülen caba malzemesi sayesinde artmadıktan sonra “cabanın hakkını verdim” demesin kimse.
Caba çatalla yenmez, büyük boy tahta kaşıkla yenir. Ağzını tahta kaşığın çapı boyutunda açamayan caba yemeye niyet dahi etmesin zaten…
Ekmek kesilmez, koparılır. Peçete kullanılmaz, hijyenden hiç ama hiç hazzedilmez.
Caba gömleği eve gelindiğinde çıkarılır kir sepetine atılır, gerisi ev hanımının bileceği iştir…
Hiçbir erkek yıkandıktan sonra caba gömleğini lekelerinden yüzde yüz arınmış olarak beklemez, kumaş kir götürür cinsten dedik ya, yağ adacıkları göze çarpmasa, kokusu gitse yeter.
Bir takım caba gömleği yeter…
Caba müdavimi erkeğin hanımı, eşinin caba yeme temposunu az çok bilir, ona göre gömleği her daim hazır tutar, ikinci cabaya yetiştirir.
(Ortalamaya göre cabaya düşkün adam haftada bir caba yer, ikinci sürpriz olur.)
Ne eski lezzetler, ne eski adamlar, ne de eski muhabbetler kaldı…
Caba gömleği de tekdüzeleşen hayattan nasibini aldı.
- ••
Not: Laf caba kültüründen açılmışken caba tarihimizin meşhur aziz şahsiyetlerini anmadan geçmek olmaz…
“Camcı Fikret, Helvacı Fuat, Çarıkçı Mustabey…”
Geride bıraktıkları lezzetli anıları baki kaldı hoş kubbede…
Ruhları şad olsun.
- ••
Not 2: Kastamonu Tıp Fakültesi şehrimizde hizmete girsin derdiyle yanıyoruz yanmasına da, ülkemizdeki üniversite hastanelerinin borç batağında kıvrandığını hatta kiminin kepenk indirme riski altında olduğunu da bilelim e mi?…
Üniversite yönetimlerinin mi beceriksizliği midir yoksa “çağ atlayan” sağlık sistemimizin kara deliği midir bilinmez?
Misal…
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin 2016 yılının Kasım ayı itibarıyla 210 milyon lira borcu olduğu açıklanmıştı. Hafta sonu ulusal medya organlarında yer alan habere göre hastanenin borcu 250 milyon TL’ye ulaşmış durumda ve AÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Bülent Aydınlı, “Olay gerçekten son noktaya geldi. Bu durum böyle devam ederse birçok malzemeyi bulamayız ve belki de birçok önemli ameliyatı da yapamayacağız. Gerçekten sıkıntıdayız” diye konuştu.
Kastamonu Üniversitesi Tıp Fakültesi namına telaş etmeye gerek yok henüz gerçi…
Bizimki şehrimizde faaliyete geçene kadar kim bilir kaç devran döner?