Topraktan beslenen yiyeceklerin mevsim özellikleri vardır. Zamanı gelince ekilip dikiliyor, mevsim sona erince hasat yapılıyor. Mevsimler, yiyeceklerimizi âdetâ paylaşmış. Eylül, Ekim ayları hasat toplama, yani kışa hazırlık dönemi.
Bugün cevizden söz etmek geldi içimden. İşleri iyi gitmeyen tüccar ara sıra eski defterleri karıştırırmış, bizimki de o hesap. Ne var, ne yok diye notlarıma bakarken eski valilerimizden Abdurrahman Paşa’nın bir genelgesini gördüm. Ceviz her zaman mobilya sektöründe en çok tercih edilen ağaç. Sağlamlığı, deseni, parlaklığı onun cazibesini artırır. İnsanlar, para getirdiği için bu ağaçları kesip odun fiyatına sattılar. Ağacı kesip para kazanmak yerine, meyvesini toplayıp satmak uzun vadede daha yararlı. Ancak insanımız bunun bilincinde değil. Vali, bu nedenle ceviz ağaçlarının kesimini, ihracını yasaklamış. Vilayet dâhilindeki liman ve iskelelere de talimat vermiş, işi sağlama bağlamış.
Abdurrahman Paşa’nın bu genelgesinden yüz yıl sonra ceviz ağaçlarının hızla kesildiğine tanık olduk. Bazılarınız hatırlayacaktır, 1980’li yıllardan itibaren bizim çevredeki eski ceviz ağaçları kesildi, satıldı. İşin hazin tarafı kesilenlerin yerine yenileri de dikilmedi. Üretim anlayışından hızla uzaklaşan köylümüz, bugün bir avuç cevize muhtaç kaldı. İnanmazsınız ama köylerdeki cevizlerin çoğu kargaların hâtırasıdır. Biliyorsunuz, kargalar cevizleri toprağa gömer, unutur; bunlar kısa süre sonra filizlenir ve hızla büyümeye başlar.
Mevsim gereği cevizleri toplama zamanı geldi. Ceviz ağaçları yüksektir, diğerleri gibi meyveleri elle toplanmaz. Köylerde; ince, uzun ağaçlardan yapılan sırıklar, dallara vurulmak suretiyle cevizler düşürülür. Bu eyleme kırsal kesimde “ceviz dokuma” denir. Ceviz, dalındayken de kabuğundan ayrılır, yere düşer ama her gün toplamak zordur. Cevizler birkaç gün içinde yeşil kabuklarından ayrılır, kurumaya bırakılır.
Ceviz, yeşilken de yenebilir, sütlü olur. Kabuk, bıçak veya çakı ile iki parçaya bölünür, bıçağın sivri ucuyla cevizin içi çıkarılır. Çok lezzetli olur ama zahmetlidir. Elleriniz yeşile boyanır, sonra kararır, yıkamakla da kolay kolay gitmez. En iyisi kurumuş cevizi kırıp yemek. Kabukları yumuşak cevizler kolay kırılır ve içi parçalanmadan çıkar. Böylelerine “horoz” denir, satılırken de makbuldür.
Ceviz kıymetlidir dedim. Doğrudan tanık olmadım ama bizim Elyakut köylüleri biraz cimri sanırım. Bir yakınımdan dinlemiştim. Bir karga cevizi kapmış, gitmiş. Tarla sahibi de arkasından koşmuş. Onu gören komşusu bırak, yetişemezsin deyince tarla sahibi, “ulan vallahi çataldı” demiş. İnsan bazen baltayı taşa vuruyor. Fen Edebiyat Fakültesi’nde ders anlatırken bu sözü hatırlatma gereği duymuştum. Tesadüfe bakın ki, aynı köyden bir kız öğrenci sınıftaymış, çok gülmüştük.
Ceviz yiyecek olarak çeşitli şekillerde kullanılır. Mikserde öğütüldükten sonra tatlıların üzerine konur, daha çok lezzet katar. Bal veya pekmezle karıştırılıp yenirse yüksek enerji verir. Güney bölgelerindeki tatlılarda fıstık kullanılıyor ama diğer yerlerde daha ziyade ceviz tercih ediliyor. Bir yerde duymuştum; Antepli bir hanım, diğer komşusuna istihza ile “siz hâlâ ceviz mi kullanıyorsunuz” demiş. Bu gidişle cevizi vitrinlerde seyredeceğiz.
Ceviz, folklorumuza da girmiş, güzel türkülerimiz var:
“Cevizin yaprağı dal arasında,
Güzeli severler bağ arasında.
Üç beş güzel bir araya gelmişler,
Benim sevdiceğim yok arasında…”
Veya:
“Ceviz oynamaya geldim odana,
Nişanlın da bu mu derler adama,
Dayanamam senin kara sevdana.”
Ceviz zenginliğin de sembolüdür. Bizim bu yörede halk arasında güzel bir söz var; işi düzgün giden bir kimse için, “adamın yükü cöğüz, gığışdadı gığışdadıveriya.” derler. Cevizlerin olmayışından mıdır, yoksa yıllar içinde ekonominin bozuk gitmesinden midir bilmem, bugün gığışdama’nın yerini gıcırdama aldı.
Yukarıda yeşil cevizin içinden söz etmiştim. İnsanlar tamahkâr değil kanaatkâr, âdil olmalı. Bölüşmeyi, paylaşmayı bilmeli. Toplum o hâle gelmiş ki, insan, en yakınındakinin ekmeğini kapmaya çalışıyor. Hırsla kin birbiriyle yarışıyor. Nimetler âdil bir şekilde bölüşülse ne kadar güzel olur. Komşusuyla bir dilim ekmeğini paylaşan insanlar dönemi ne yazık ki geride kaldı. Böylesi yozlaşan bir toplumu geri döndürmek mümkün mü, hiç sanmam.
Kastamonu Lisesi edebiyat öğretmeni İsmail Habib Sevük’ün 101 yıl önce Açıksöz gazetesindeki bir yazısı aklıma geldi. Bir gün iki çocuk güle oynaya yolda gidiyormuş. Birisi aniden bir toparlak cisim görmüş, “ay, cevize bak!” demiş. Diğeri hemen ileri atlamış, cevizi kapmış. Anlaşılan ikisi de kanaatkâr değilmiş. Senindir, benimdir derken işi kavgaya kadar götürmüşler. Tam bu sırada bir delikanlı oradan geçiyormuş. Kavgayı ayırmaya çalışmış ve sebebini sormuş. Çocuklar kendilerinin haklı olduğunu güzel sözlerle anlatmışlar. Delikanlı, her ikisini de dinledikten sonra cebinden çakıyı çıkarmış, yeşil cevizi ikiye bölmüş, içini çıkarmış. Cevizi ilk gören çocuğa bu senin hakkın demiş kabuğun yarısını vermiş. Diğerine, cevizi yerden aldığın için bu da senin hakkın demiş, kabuğu uzatmış. Çocuklar şaşkın şaşkın bakarken delikanlı da cevizin içini ağzına atmış; davânızı âdil bir şekilde çözdüğüm için bu da benim hakkım deyip oradan uzaklaşmış.
Çocuklar şaşkın şaşkın, kendi aralarında neden anlaşamadıklarını tartışmışlar Delikanlının araya girmesine “sen sebep” oldun diye birbirlerini suçlamışlar. O sırada yaşlı bir adam geçiyormuş, kavganın nedenini sormuş. Anlatmış çocuklar. Yaşlı adam çocukları sevindirmek için birer çil kuruş vermiş ve demiş ki; “merak etmeyin çocuklar, sizin başınızdan geçen hal, en büyük davâlarda da bu suretle görülür, her davâda davâcıya cevizin yarı kabuğu, davâlıya da diğer yarı kabuğu düşer, cevizin içi de mahkeme masrafı olur”. Kıssadan hisseyi siz çıkarırsınız.
Ceviz muhabbetinde nerelere geldik, görüyorsunuz. Adaletten ayrılmayalım, hakça bölüşelim. Ancak ceviz yetiştirmeyi de ihmal etmeyelim.
MUSTAFA ESKİ