“Cide, Kurucaşile, Bartın sahillerinde yapılan ve “Karadeniz’in kuğuları” olarak bilinen çektirme kayıklarına 1920’li yıllarda makine konulmasıyla birlikte yöre halkının deniz taşımacılığına olan ilgisi artar; 1930’lu yıllarda Cide’den Bartın, Zonguldak ve İstanbul’a başta meyve, sebze ve yumurta olmak üzere yerel ürünler nakledilmeye başlanır.
Özellikle Cide’nin elma, armut, soğan ve pırasası bilinir ve talep edilir hale gelmiş, bu durum hem köylü hem de motor sahipleri için yeni bir kazanç kapısı olmuştu.
Bu ticaret ve taşımacılık 1970’li yıllara kadar sürdü… ”
- ••
20 Aralık 1939 Çarşamba…
Cide Gebeş köyü altı; hava öyle güzel ki, karınca dalgadan su içebiliyor…
Yirmişer tonluk iki “Karadeniz kuğusu” Hüdaverdi ve Kıvrak motorları ırgatla1 çekilerek baş tarafından karaya oturtulmuş. Sırtlarına vurdukları küfe ve sandıklarla elma, armut taşıyan köylüler, önce bir tartıya uğruyor, sonra da kumdan kayıklara doğru konulan kalaslar üzerinden geçerek ürünlerini ambara boşaltıyorlar. Yükleme işlemi o gün bitmeli, sabaha karşı “vira bismillah” yola çıkılmalıdır.
21 Aralık 1939 Perşembe sabah saat 05.00…
Hüdaverdi motorunun kaptanı Cemal ve Kıvrak motorunun kaptanı Kara Hüseyin sefere çıkmak için çok yanlış bir zaman olduğunu bilmelerine rağmen, denizci gelenekleri gereği iki rekât namaz kılıp İstanbul’a doğru yola koyulurlar. Akşama doğru da borda bordaya2 Ereğli’ye varırlar.
Yolculuk sırasında güzel hava devam etmektedir, ancak Hüseyin Kaptan gündönümü olması nedeniyle tedirgindir. Ereğli Çoban Çeşmesi’ne girmek ve geceyi burada geçirmek istemektedir. Çoban Çeşmesi bu büyüklükte kayıklar için yeterli bir barınaktır. Denizcilerin korkulu rüyası olan poyraz ve yıldız poyraz rüzgarlarının oluşturduğu dalgaların gücünü azaltmaktadır. Cemal Kaptan’a “Geceyi burada geçirelim” diye seslenir Hüseyin Kaptan… Lakin seslendiğiyle kalır. Cemal Kaptan kararlıdır, hava bu kadar güzelken İstanbul’a ulaşmak ister. Eliyle İstanbul yönünü göstererek “Boğaz boğaz!” diye karşılık verip devam eder yoluna. Hüseyin Kaptan ise Çoban Çeşmesi’ne girer.
Cemal Kaptan, oğlu Hasan ve yeğeni Mustafa’yı nişanlamıştır. Yakında çifte düğün yapacak, onları evlendirecektir. Bu düğün için gerekli olan para, motorun ambarındaki yükün kazancıdır. On gün önce benzer yükle yaptığı seferde çok iyi para kazanmıştır. Bu seferi ısrarla istemesinin sebebi budur.
Hasan, düğün hazırlıkları ve Kumluca’daki ahşap evin onarımı için köyde kalmış, Mustafa ise annesinin tüm ısrarına rağmen Cemal dayısıyla yola çıkmıştır. Mustafa, annesinin tedirginliğini anlamaktadır. Annesi sahil insanı olduğu için gündönümlerinde denizin ne hale gelebileceğini çok iyi bilmektedir. Bu nedenle dayısından hem düğün hazırlıkları hem de evin onarımını bahane ederek bu sefere çıkmaması için izin almış, ancak Mustafa tam da korkulan nedenle dayısıyla gitmek istemiş, “Benim canım can da dayımınki patlıcan mı?” diye biraz da sitem ederek annesine karşı çıkmıştır.
Motoru yüklenen Cemal Kaptan, Gideros’a demirleyip, geceyi ailesi ile geçirmek için Kumluca köyü Kayran Mahallesi’ndeki evine gelir. Evde adı konulmayan bir tedirginlik, bir huzursuzluk vardır. Cemal Kaptan’ın kızı Firdevs küçüktür, ama evin içindeki hava onu da çok etkilemiştir.
Akşam komşulardan hayırlı yolculuklar dilemek bahanesiyle ziyarete gelenler Cemal Kaptan’ı bu yolculuktan vazgeçirmek için çabalarlar, ancak “Ya cebe para dolar, ya da g.te kum!” karşılığını alırlar.
Firdevs, gece uyuyamamış babasının kalkmasını beklemiştir. Sabahın köründe babası yola çıkmak için giyindiğinde bacaklarına sarılıp gitmemesi için yalvarır. Annesi, babasının Firdevs’e kıyamayacağını düşünerek umutlansa da sonuç değişmez. Cemal Kaptan’ın yüklü olan motorunu bir an önce İstanbul’a ulaştırması gerekmektedir. Evden ayrılıp Gideros’a doğru yola koyulur.
Cemal Kaptan karanlıkta “dulunurken” geride kalanların yüreklerine ağırlığı tarif edilemez bir hüzün çökmüştür bile. Kayıkların Gideros’tan hareketinden itibaren hem Kumluca’da Mustafa’nın hem de Kayran Mahallesi’nde kaptanın evinin arkasında3 deniz gözlem nöbeti ile birlikte hasret başlamıştır. Bu zorlu nöbet, motorun geriye dönüşünde uzun uzun çalan ve tüm sahil köylerinden duyulan düdük sesine kadar devam edecektir…
22 Aralık 1939 Cuma saat sabah 3.00 suları…
Çoban Çeşmesinde demirli Kıvrak motorunun başaltında tüm tayfa uyumaktadır. Hüseyin Kaptan’ın oğlu İsmail (Köseoğlu) kayığın şiddetli sallantısına uyanır. Kalkıp başaltından çıkar ve havanın patlamış olduğunu görür. Kar, kış, fırtına… Hava yıldız poyrazdan patlamış, sanki kıyamet kopmaktadır. Babasını uyandırmak için hemen başaltına geri döner. Hüseyin Kaptan uyanmıştır, ama gerçekle yüzleşmemek için dışarı bakmamaktadır. İsmail’in gözlerinin içine umutsuzca bakarak “Cemal gitti evlat!” der. Hepsi çok üzgün ve telaşlıdır, ama yapacak bir şey yoktur. Hareket edemezler. Bir diğer tayfa Haşim Yiğit yağış ve soğuğa rağmen başaltına girmemekte sürekli ağlayarak denize bakmaktadır. Kardeşi Ali, Hüdaverdi motorunun tayfasıdır.
Kötü hava Kumluca ve Kayran Mahallesi’ndeki evlere de karabasan gibi çökmüştür. Mustafa’nın annesi arkada oturup sürekli denize bakmakta ve gitmemeleri konusunda uyardığını tekrar edip durmaktadır. Cemal Kaptan’ın oğlu Hasan ve babası Osman Çavuş ise denizciliği bildikleri için umutsuzdurlar. Evdeki gergin bekleyiş çocukları da etkilemiştir. Hem Mustafa’nın hem de Cemal Kaptan’ın evinde tam bir matem havası vardır.
Kötü hava iki gün devam etmiş, Hüdaverdi motorundan hiçbir haber alınamamıştır. Kıvrak motorunda herkes sabırsızdır. İki günün sonunda sabaha karşı hareket ederler. İstanbul’a ulaşır ve sebze meyve haline yanaşırlar. Bütün tayfanın ilk işi Cemal Kaptan’ı aramak olur, ancak ortalarda ne kendisi vardır ne de kendisinden bir haber.
25 Aralık 1939 Pazartesi saat 10 suları…
Kara haber gelir. Hüdaverdi motoru batmıştır. Kurtulamayacaklarını anlayan Cemal Kaptan makineye tam yol vererek, motoru Şile Kurna Feneri yakınlarında karaya doğru sürmüştür. Denizci deyimiyle “karaya gitmek” olan bu manevra, denizcilerin son hamlesidir. Motor zaten dağılacaktır da belki tayfa kurtulur umuduyla yapılır. Motordakilerden Mustafa dışında kimse karaya çıkamamıştır. Mustafa’nın kurtulmasına sevinen Hüseyin Kaptan ve tayfası olayın devamını dinlerken daha çok yıkılırlar.
Mustafa, elmaları yüklemek için kullandıkları kalaslar sayesinde bir şekilde karaya çıkmış, bağırışları tahlisiye memurları tarafından duyulmuştur. Soğuktan morarmış halde bütün olan biteni anlatan Mustafa tahlisiyelerden biri tarafından köy kahvesine götürülüp kahveciye teslim edilir. Kahveci ıslak ve çok üşümüş olan Mustafa için sobayı yakar, altına bir sandalye verip sobanın yanına oturtur. Islak olan üstü kurusun, iyice ısınsın ister. Evine gidip yiyecek bir şeyler alıp geri döndüğünde Mustafa’nın uyuduğunu fark eder. Böyle Tanrı misafirleri için kahvenin bir köşesinde bulunan yatağa almak ister Mustafa’yı. Ne var ki, olundan tutmasıyla birlikte yere yığılır Mustafa ve bir daha kalkmaz… Ne yapacağını şaşıran kahveci telaşla köy halkından yardım ister. Gelenlerin çabaları da Mustafa’yı uyandırmaya yetmez…
Kurna köyünde gün ağarmış, olay köy halkı tarafından duyulmuştur. Köyün ileri gelenlerinden biri Cemal Kaptan’ı tanımaktadır. Mustafa’yı kendi aile mezarlığına defneder.
Motordaki diğer kişiler henüz bulunamamış; yalnızca elmalar, armutlar ve bazı kayık parçaları karaya vurmuştur.
Günler sonra, evlerin arkalarında nöbet tutularak beklenen düdük sesleri yerine kara haber gelir: “Cemal karaya gitti!”
Aile fertleri hatta bütün köy yıkılmıştır. Hasan çok etkilenir. İri yarı babayiğit bir delikanlı olan Hasan, motorda olsa mutlaka bir şeyler yapabileceğini düşünmekte, gitmediği için kendini suçlamaktadır. Fırtına çıktığı andan itibaren ağzına lokma koymamış, koyamamıştır. Kara haber geldikten sonra tamamen kilitlenip kalır.
Cemal Kaptan’ın cansız bedeni olaydan 15 gün sonra Mustafa’nın çıktığı yerin yakınlarında karaya vurur. Babasının sağ olabileceği konusunda küçük de olsa bir umudu yüreğinde taşıyan Hasan artık tükenir. Tüm ısrarlara rağmen yine bir lokma yemez, yiyemez; yalnızca dövünür. On beş gün kadar sonra o da hayata gözlerini yumar. Babası ile kırkları karışır. Üst üste yaşadığı acılara dayanamayan annesinin bozulan sağlığı bir daha düzelmez. Geçirdiği bir ameliyat sonucu iyileşip hastaneden çıkmak yerine eşi Cemal ve oğlu Hasan’ın yanına gitmeyi tercih eder…
Çifte düğün yapabilmek için cebe para doldurmak amacıyla çıkılan seferde umulan değil, dilenmeyen olmuştur. Ne evlendirilecek delikanlılar ne de düğünlerini yapacak büyükler hayatta kalmıştır. Deniz kazasında kaybolan diğer iki tayfadan da bir daha haber alınamamıştır.
Bol para umuduyla İstanbul Hali’ne taşınan ürünler ise satılamayıp Kıvrak motorunun ambarında çürüyerek denize dökülmüştür.
- ••
(*) Öykü tüm unsurlarıyla gerçektir. Bu yürek yakan olayı bana anlatan öykümüzün kahramanı Mustafa’nın kız kardeşi Mükerrem Köseoğlu’nu rahmetle anıyorum.
—————-
1 Irgat: Gemilerde ve yapılarda yatay kollarla ve birkaç kişi tarafından çevrilen bocurgat.
2 Borda: Geminin veya kayığın yanı.
3 Arka: Yöre köy evlerinde deniz tarafında, seyirlik balkon benzeri yer.