Osmanlı İmparatorluğunun enerji zengini coğrafyası, 1.Dünya Savaşının hem nedeni hem de galip çıkacak tarafın ödülüydü. Bu nedenle, Osmanlının yakında kopacak kıyametin dışında kalması olanaksızdı. Nitekim, Osmanlı yönetiminin, İngiltere ve Çarlık Rusyası ile ittifak arayışları sonuç vermeyecek, çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanacaktır! Osmanlının son çare olarak Almanya ile ittifakı keyfi bir tercih olmaktan öte bir tür mecburiyetti.
Bağlaşıklar arasındaki uzun görüşmelerden sonra Osmanlı mirasından düşecek paylar aşağı yukarı belli olmuştu. Arslan payı hiç kuşkusuz İngilizlerin olacaktı. Fransa’nın payına düşecek Suriye ve Lübnan dışındaki bütün Arap coğrafyası Birleşik Krallığın sömürgeler zincirine katılacaktı. Rusya, yüzyıllardır rüyasını gördüğü İstanbul ve Türk Boğazları vaadiyle ikna edilecektir.
Osmanlı, bağlaşıklar için kolay lokma olacaktı. Daha iki yıl önce Balkan devletçikleri karşısında perişan olan Türk Ordusunun bağlaşıklara karşı direnmesi olanaksızdı. Çanakkale’ye şöyle bir yüklenivermekle Türk Boğazının kilidi kırılacak, İstanbul yolu bağlaşık donanmasına ardına kadar açılıverecekti! Başkenti düşecek Osmanlı daha savaşın başında saf dışı kalacak, Almanya karşısında art arda yenilgiler alan Çarlık Rusya’sının erzak ve silah ihtiyacı Karadeniz üzerinden karşılanacaktı. Türklere karşı kazanılacak büyük zaferin maliyeti de son derece düşük olacaktı!
Antik dönemde, stratejik konumu nedeniyle Anadolu’nun kilidi sayılan Troya, Agamemnon’un komuta ettiği Yunan site devletlerinin birleşik ordusu tarafından kuşatılmıştı. Troya’nın ele geçirilmesi, emperyal bilinç inşasında, doğuya karşı batının karşı konulamaz üstünlüğü algısının mitolojik çıkış noktasıdır. Bu nedenle Yunan/Agamemnon/Makedonyalı İskender’in bölgesel imajlarının zamanla niçin bütün batı dünyasının ortak sembollerine dönüştüğü üzerinde düşünülmelidir.
18 Mart 1915 saat 10.30’da bağlaşık donanmasının Çanakkale Boğazından Birleşik Krallığın Agamemnon zırhlısı rehberliğinde giriş yapmaya başlaması batının yukarıdaki tarih algısıyla ilgilidir.18 Mart sabahı bağlaşık donanmasının, ikinci Troya zaferi rüyasıyla başlayan girişi çok geçmeden kabusa dönüşecektir. Üzerlerine saatlerdir ölüm kusan zırhlıların atış menziline girmesini sabırla bekleyen Mehmetlerin zamanı nihayet gelmiştir. Mehmetlerin boğazın iki yakasından salladığı mermiler düşman zırhlılarının güvertesinde, bordasında patlamakta, kimini boğazın serin sularına gönderirken kimini de ağır hasara uğratmaktadır.
Çanakkale’yi neredeyse bir iki çatapattan sonra tören geçişi olarak düşünen bağlaşık donanmasının büsbütün yok olmaması için boğazı boşaltıp Ege’ye açılmaktan başka çare kalmamıştır. 18 Mart, Çanakkale’nin denizden geçişinin olanaksız olduğunu göstermiştir. Bağlaşıklar bu kez, Türkleri mevzilerinden söküp boğaz yolunu açmak için kara muharebelerine yönelecektir. Bu amaçla 25 Nisan 1915’te başlayan Gelibolu çıkartması da sonuç vermeyecek, kaderin adamı Yarbay Mustafa Kemal Bey’in taarruzu değil ölmeyi emrettiği Mehmetlerin süngüsü karşısında çaresiz kalacaklardır.
Çanakkale Zaferi, bağlaşıkların bütün planlarını alt üst edecek, savaşın 4 yıl daha uzamasına, bağlaşık ekonomilerinin bozulmasına, askeri kayıplarının beklenenin çok ötesinde artmasına, savaşın maliyetinin yükselmesine, mazlum milletler nezdindeki yenilmezlik algılarının ortadan kalkmasına yol açması açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. Yine Türk Ordusunun özgüveninin yerine gelmesi, Balkan bozgunuyla halk nazarında örselenen itibarının fazlasıyla telafi edilmesi, Mustafa Kemal’in kamuoyunda Anafartalar Kahramanı olarak tanınması ve diğer yönlerden ileride verilecek Kurtuluş Savaşının bireysel ve toplumsal algısının/bilincinin inşası açısından da dönüm noktasıdır.
Hiç kuşkusuz, Çanakkale deniz ve kara savaşlarından bu gün için de alınacak dersler vardır. Ülke güvenliği ve savunması açısından denizlerin stratejik önemi, deniz su yollarının, deniz geçişlerinin ticari ve askeri yönlerden sağladığı avantajların anlaşılması yönlerinden, aradan geçen 107 yılda yaşananlar da göz önüne alınarak gelecek planlaması yapılmalıdır.
1.Dünya Savaşında bizimle bağlaşıklar arasındaki silah bırakışması (Mondros Mütarekesi – 30 Ekim 1918 ) görüşmelerinin Limni adasının Mondros limanında demirli Agamemnon zırhlısında yapılması ve imzalanması sizce bir tesadüf müdür? Yoksa Troya’nın ikinci tekrarı ve 18 Mart 1915 yenilgisinin, Agamemnon üzerinden intikamı mıdır dersiniz?
Emperyalizmin Troya seferleri asla bitmeyecektir. Emperyalist batının, mazlum milletlere yönelik olası Troya seferlerine karşı bireysel ve toplumsal bilincin diri tutulması, geçmişi reddetmeyip dersler alan devlet hafızası ve aklıyla ilgili bir konudur. Yeni Troya seferlerinin, yeni Agamemnonların hedefi ve kurbanı olmamak tarihle harmanlanmış milli duyarlılığı yitirmemekten geçiyor. Lozan ve Montrö gibi uluslararası hukuk açısından Türkiye’nin güvenlik sigortası, muhataplar içinse caydırıcı ve sınırlayıcı hukuk kalkanlarının hayati önemini kavrayabilmek için de hiç kuşkusuz devlet aklı gerekiyor!
HÜSEYİN ÖZBEK