Gezi anılarımı yazmayı seviyorum. Okuyanlar sadece gazete ile sınırlı kalmıyor. Yazılar internet ortamında dünyanın her tarafına gidiyor.
Van Kız Öğretmen Okulu mezunları; birkaç yıldan beri Nesrin Katlı’nın öncülüğünde buluşuyorlar. Bugüne değin Antalya, Kuşadası, İzmir, Van, Hatay, Mersin’de toplanıldı, çevre gezileri yapıldı. Son 9. toplantı 12-17 Eylül tarihleri arasında, Çanakkale’de gerçekleşti. 11 Eylül günü İstanbul ve İzmir’den kalkan araçlarla Çanakkale Parion otelde buluştuk. Bazı mezunlar da kendi imkânlarıyla geldi.
Toplantıya, Van ve Kastamonu Kız Öğretmen okullarında müdürlük yapan Prof. Dr. Aytaç Açıkalın, matematik öğretmeni Hasan Kanver ve ben katıldım. Diğer öğretmenler gelmediler. Aytaç Bey, emekli olduktan sonra Çanakkale’ye yerleşmiş. Kendisiyle eğitim konusunda uzun uzun sohbet ettik.
12 Eylül günü Troya bölgesini gezdik. Modern bir müze kurulmuş; yerli, yabancı turistler kafileler halinde müzeyi geziyor. Katlara asansörle çıkılıyor. Aynı şekilde inmek mümkün ama isteyenler eğimli koridoru tercih ediyor. Gördüğüm kadarıyla ülkemiz hareketli bir turizm sezonu yaşıyor.
İkinci gün Bozcaada’ya gittik. Araba vapuruna yetişmek için sabah otelden ayrıldık. Rüzgâra rağmen deniz çok sakindi. 20 dakikalık bir yolculuktan sonra adaya ulaştık. Sokakları ve eskiden kalan taş evleri gördük. Bazılarımız kaleyi gezdi, diğerleri çay bahçesinde oturup sohbet etti. Adanın en önemli geçim kaynağı turizm ve şarap üretimi. Evlerin çoğu pansiyon olarak kullanılıyor.
Üçüncü gün, Gelibolu yarımadasını dolaştık. Sabah otelden ayrıldık, araba vapuru ile Eceabat’a geçtik. İlkin meşhur çıkarma harekâtının yapıldığı Anzak koyuna gittik. Biliyorsunuz her yıl orada Avustralya’dan gelen insanlar şafak ayini yapıyor, yabancı televizyonlar bütün dünyaya yayıyor. Anzaklar, İngilizler tarafından savaşa sürülmüş sömürge askerleri. Bugün için bizim toprağın insanları; Atatürk güzel sözlerle onları sahiplendi.
İkinci olarak 57. Piyade Alayı Şehitliği’ni gördük. Askerlerin adları mermer plakalar üzerine yazılmış. Sahayı tek tek dolaştım; Cide, Taşköprü, Araç, Tosya, Doğanyurt ve Daday’dan şehitlerimizin adlarını gördüm, fotoğraflarını çektim, sosyal medyadan paylaştım. Bu vatan için savaştılar, şehit oldular. Fâtiha okudum, dua ettim; mekânları cennet olsun. Orada öyle bir uhrevî havaya kapıldım ki yere basarken gerçekten titredim. Şair haklıymış;
“ Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.”
Daha sonra 2012 yılında açılan Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’ni gezdik, tek kelimeyle muhteşem. Çok zengin materyal toplanmış, vitrinlere konmuş. Her birini tek tek inceledim. Lise ve üniversite öğrencileri burayı ve şehitlikleri görmeli. Sosyal bilgiler ve tarih derslerini okutan öğretmenler için burada bir haftalık seminer düzenlenmeli. Tarihçiler, askerî uzmanlar ders vermeli.
Dördüncü ziyaretimiz Hilâl-i Ahmer Hastane müzesi oldu, çok etkilendim. Bana göre yarımadanın en hassas, en duygusal yeri. Yaralı askerleri, doktor ve diğer görevlileri balmumundan yapmışlar; öyle canlılık verilmiş ki insan kendini savaşın içinde görüyor. Emeği geçenleri kutluyorum.
Yemek molasından sonra Şehitler Anıtı’na geldik. Muhteşem bir eser; yarımadanın tam ucunda. Dostları bilmem ama Çanakkale’yi geçemeyen İngiliz ve Fransız gemi kaptanları ile yolcular mutlaka rahatsızlık duyuyorlardır.
Burada bir eleştiride bulunayım. Tanıtım Merkezi’ne giriş ücretli ama 65 yaş üstü vatandaşlardan para alınmıyor. Para konusunu asla tasvip etmiyorum. Burası arkeoloji veya etnografya müzesi gibi bir yer değil. Şehitlerimiz için hazırlanmış; onların kullandığı silah, cephane, giyecek ve sair eşyalarla donatılmış bir yer, neden paralı oluyor ki? Merkezi kuran Türkiye Cumhuriyeti buranın masrafını karşılamaktan aciz mi? Daha fazlasını yazmayayım, çok üzüldüm. Buranın sahibi hangi kurum ise hatasını düzeltsin.
Daha sonraki gün arkadaşlar Gökçeada’ya gitti. Rahatsız olduğum için ben katılamadım. Anlatılanlara göre şarap üretimi yaygın. Turizm hızla gelişiyormuş. Keçi ve koyun yetiştiriciliği ada için önemli bir gelir kaynağı.
Son gün Asos veya Behram Kale’yi gezdik. Araçlar köy meydanında bırakılıyor. Doğal taş döşeli, dar ve dik sokakları yürüyerek tepedeki Akropole kadar çıktım. Ege denizine tepeden bakmanın tadı başka oluyor. Midilli adası, adeta burnumuzun ucunda duruyor. Tepeye çıkarken dikkat etmemiştim, inerken gördüm ki, turist sel gibi akıyor. Oraya bir günde gelen turist, acaba Kastamonu’ya bir yılda geliyor mu diye düşündüm. Ana sokağın sağı solu hediyelik eşya satan dükkânlarla dolu. Nihayetinde burası bir köy.
Akropol dediğimiz yer ilk çağlarda bir şehir ve aynı zamanda kale. Tepedeki iri mermer sütunların büyüklüğü hemen dikkat çekiyor. Tepeye nasıl çıkardılar, cevaplaması cidden zor. Her birisi sanat harikası. Bunlar aynı zamanda ekonomik gücün de bir göstergesi. Yan yana iki büyük sarnıç da dikkatimi çekti. Tırmanırken zorlandım ama yorulduğuma değdi.
Akropolden sonra Kazdağları içinde yer alan Adatepe köyüne gittik. Taş evler ve köye özgü mimarî yapı hemen dikkat çekiyor. Onlarca araba geliyor, köy sanki turist kaynıyor. Küçük dükkânlarda yiyecek ve hediyelik eşyalar satılıyor. Karadut ve koruk şurubu çok hoş. Yerel bitkilerin karışımından yapılan dondurmaları nefis.
Sonra Yeşiltepe köyüne geldik. Burası da Adatepe gibi yamaçta bir köy. Taş evler var. Çok fazla turist ağırlıyor. Evlerin verandalarında, teraslarında yemek masaları var. Görüldüğü kadarıyla turistlere yönelik yemek hizmetleri yoğun. Kafilemizden Gülten Ödemiş turizm işiyle yakından ilgileniyor. Buralara çok gelip gitmişliği var. Nerede neyin yenilip içileceğini iyi biliyor. Daha önce burada manlama yememizi önermişti. Yorulanlar köy ortasında kaldı. Biz üç kişi; ben ve Havva Ayaz, Gülten’e uyduk, hatırı sayılır bir yokuşu zor bela tırmanarak tanıdık bir eve ulaştık. Evde 30 kişiyi ağırlayacak bir masa düzeni kurulmuş. Ev sahibi güler yüzle karşıladı bizi, terasa davet etti. Aşağıdaki vadiye tepeden bakmanın zevkini yaşadık. Yarım saat kadar bekledik, zira hazır hamur yokmuş.
Manlamaya “yoğurtlu gözleme” de diyorlar. Yapılışını internetten öğrenebilirsiniz. Ev sahibine sordum, kısaca anlattı. Önce hamur yoğruluyor, biraz bekletildikten sonra yufka şeklinde açılıyor. Özel olarak hazırlanmış ve kavrulmuş kıyma yufkanın içine konuyor; kapatılıp yağda kızartılıyor. Sonra parça parça kesilip tabaklara yerleştiriliyor, üzerine yoğurt dökülüyor, biraz da salça konuyor. İsteyenler sarımsaklı yoğurt kullanıyor. Her yerde manlama yapılabilir ama manzarası hoş bir yerde yemenin lezzeti çok farklı. İlk kez yedim, çok beğendim. Yorulmuştum ama yokuşu tırmandığımıza değdi.
Şehitliği görmek, dua etmek en büyük arzumdu; şükürler olsun bu gerçekleşti. Ayrıca sevgili öğrencilerimizi bir daha görmek kısmet oldu.
MUSTAFA ESKİ