Selamlar, hani bazı günler vardır katiyen yataktan çıkmak istemezsiniz. Hadi çıktınız diyelim hiçbir şey yapmak içinizden gelmediği için günün tamamını kötü bir ruh hali ve enerji ile geçirirsiniz. Tek amaç bu berbat günü bir an önce tamamlayıp yeni güne yeni enerji ile başlamak istersiniz. İşte bugün uyandığımda tam da bu tuhaf haldeydim. Çalışmak istemiyorum. Uyanmak istemiyorum. Yataktan çıkmak istemiyorum. Kahvaltı istemiyorum. İstemiyorum da istemiyorum işte…
Yani anlayacağınız bazı günler zihnimiz ve bedenimiz beş yaşımızdaki o halimize dönüp “bana ne yapmıycam işte bana ne bana ne” haline bizi kilitleyiveriyor.
Eskiden böyle anlarımda tamam olabilir her gün aynı geçmeyecek ki bugünü kazasız belasız bitir ve önündeki yeni maça (pardon yeni güne) bak derdim. Evet, derdim yani geçmiş zaman. Çünkü artık böyle günlerimde inadına daha zorluyorum hayatı. İnadına daha enerjik olmaya çalışıyorum. Zihnimle, ruhumla ve bedenimle inatlaşıyorum.
Neden mi?
Çünkü bugünün kötü geçmek için suçu ne?
Çünkü hayat sonunu bilmediğimiz bir geri sayım hali. Kaçtan başladığımızı bilmediğimiz için geri saymak yerine ileriye sarıyoruz. Yetmişli sayıları ortalamaya başladıkça da geri sayımın biteceğini varsaymaya başlıyor. Ee, madem elimde mevcut bir sayı var ve her sayı kıymetli o halde kötü geçmesine izin vererek elimdeki sınırlı kaynağı heba etmemeliyim. Her halde başımıza gelebilecek en kötü israf zaman israfıdır. Çünkü tek telafisi olmayan bu. Dil yarası geçmez derler ya bence o bile onuluyor da zaman yarası hiçbir şekilde onulmuyor. Ya da en iyi ilaç zamansa ilacı doğru kullanmak lazım. Sonuçta ilacın azı şifa vermez yanlış kullanılanı da zehirler.
İşte bu yüzden de kötü kalktığım günlerin en neşeli gün olmasına çabalamasam da elimden geldiğince verimli geçmesini sağlamaya çalışıyorum. Yani kötü günün hasarını azaltma çabası.
Böyle sabahlara uyandığımda aklıma hemen büyük usta Ferhan Şensoy’un müthiş oyunu gelir. Yaşadığı süre içinde otuz yıldan fazla bu oyunu oynadı usta. Büyük emeklerle yeniden ayağa kaldırdığı Ses tiyatrosunda iki defa olmak üzere farklı yıllar ve şehirlerde toplamda yirmi üç defa izledim. Ve hemen meşhur espriyi yapayım; “evet ilkinde oyunu anlamadığım için yirmi üç defa izledim” her izlediğimde başka lezzetler aldım. Kimi oyunlarda ustanın kötü ya da keyifsiz oynadığı oldu ama hep oynadı. İşte bu oyunda bir tekerlemesi vardır ustanın:
Bugün evden çıkasım yok ca cuppa cubapaa
Telefonu açasın yok ca cuppa cubappaa
Acelem var koşasım yok ca cuppa cubappaa…
Böyle ilerler gider. Böylesine neşesiz sabahlarımda bir gayret bu tekerlemeyi söylerim kendime. Çünkü bu tekerleme, bu oyun bir azim ve zaferin hikayesidir. Yıkılmak üzere terk edilmiş o Ses Tiyatrosunu yeniden ayağa kaldırmak için bu oyunu neredeyse tüm Anadolu’yu karış karış gezerek oynadı Ferhan Şensoy. Oradan kazandığı her şeyi o tiyatroyu yapmaya harcadı ve başardı… Kötü sabahları olmadı mı acaba? Muhakkak oldu. Hasta sabahları olmadı mı kesinlikle olmuştur… Ama o her kötü sabahının akşamında gitti oynadı oyununu. Çünkü bir amacı, bir hayali vardı. Tiyatroyu yeniden seyircisine kavuşturmak.
“Bugün kötü başladı. Bunu pas geçelim yarına bakalım” demedi…
Tüm bunların bugün bu yazıda serbest vezin halinde aklıma düşmesi de zaten tam bu yüzden oldu işte. Bu sabah kötü bir sabaha uyandım. Hava kasvetli. Alçak basınç bana alçaklık yapma planları kurmuş günün parlamasına izin vermiyor. Uyanmasam daha iyi. Hatta hadi uyanma hatasını yaptım bari yataktan çıkmayım. Tüh yataktan da çıktık, üstümüzü giyindik hatta kahvaltı bile yaptık. Artık mecbur günü yaşayacağız…
Başladım tekerlemeye; “Bugün evden çıkasım yok!” İnadına çıktım. “Telefonu açasım yok!” Bilhassa ben birilerine telefon ettim. “Acelem var koşasım yok!” Acelem yoktu aslında ama yine de bitirmem gerekip de ötelediğim bir iki işi sırf kötü güne inat özellikle bugün yaptım. Ve sonunda gün döndü dolandı sıra bu yazıyı yazmaya geldi. Tamam günle inatlaştım hatta verimsiz geçmesine izin vermedim de ama gün boyu hiç ne yazacağımı düşünmedim… Ben bilgisayara bilgisayar bana bakıyor.
Kendime son bir gaz daha verdim. Ha gayret kötü olacağını varsaydığın gün ruh halin kötü de olsa makul bir verimlilikte geçti. Son bir adım daha derken baktım bu yazı çıkmış…
Özetle hayatın her anı aynı olmuyor, doğru. Her an, “neşeli ol ki genç kalasın” şarkısını da söyleyemiyoruz, bu da doğru. Ancak en doğrusu bana göre şu telafisi olmayan tek şey zaman olduğuna göre bir şekilde heba etmemek gerek.
İşte bu yüzden de dostlar, bir dönemin en müthiş hava durumu sunucusu Hülya Uğur’un dediği gibi “Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun.” bir sonraki sohbetimizde görüşmek üzere.