Bir 23 Nisan sabahına uyanıyordu Küre…
Sokaklarda taptaze bir bahar serinliği…
Evimize doğru adeta “uçuyordum…”
Tarifsiz mutluluğumun nedeni, elimde tuttuğum yeni pençelenmiş bir çift ayakkabıydı…
Bir alışveriş merkezinde dolaşırken tanık olduğum ana-oğul tartışması, bilinçaltımın tozlu mahzenlerinden çekip çıkarmıştı o 23 Nisan gecesini…
Hâlâ tüm sıcaklığıyla hatırlıyordum işte…
•••
Hemen önümde tartışıyorlardı…
“Ucuz”u alınmıştı Harley Davidson çizmelerin.
Oysa“uzun konçlu olan”dı çocuğun istediği…
Ama belli ki, annesinin elindeki poşette kısa konçlusu vardı.
Hâlbuki…
Nasıl da sevinerek gelmişti alışverişe…
Annesi çizme alacaktı, hem de Harley!
Yeni çizmeleriyle gelecek olan konforu daha yoldayken hissediyordu…
Yumuşacık derisiyle ayak bileklerini saracak…
Tabanına oturan yapısıyla “ayakları yere sağlam basacak”tı…
Esnekliğiyle tüy gibi hafifleyecekti bedeni…
Görenler çizmelerinden başlayacaktı farketmeye… Arkadaşları imrenerek iç geçirecekti gördüklerinde…
Bunları hayâl ediyordu belli ki çocuk…
Uzun konçlusuyla gerçekleştirebilirdi düşlerini…
Ama kısa konçlu Harley Davidson girmişti poşete.
Annenin bakışları dünyanın bütün yükünü taşıyorcasına yorgundu…
Sözcükler titrek bir ses tonuyla döküldü dudaklarından:
“Artık üç ay boyunca harçlığın dışında tek bir iğne yok sana!”
Mutfaklarının bataryası da yalama olmuştu, hayattaki pek çok şeye nazire yaparcasına… Şakır şakır su akıtıyordu,oğlu görmüyor muydu bunu?
Söylendikçe söyleniyordu…
Kelimeler de yorgundu ifade ettiği “çaresizlikten…”
“O bataryanın parasını da ekledik çizmelerine, haberin var mı senin?”
Ana-oğul uzaklaşırken, soru oracıkta asılı kalıyordu…
“Soru’”nun ve “sorun”un içinden gelip geçiyordu insanlar!
Tenlerine, kendilerininkinin yanı sıra, çözüm bekleyen bir başka dert değiyordu…
“Haberleri var mıydı?”
•••
Kendi çocukluğuma…
O 23 Nisan gecesine döndüm…
Törende giyeceğim eski pabuçlarıma pençe yapan kunduracı Abdullah Amca geldi aklıma…
Gaz lambasının kör ışığında“ya bitiremezse” tedirginliğiyle pençe yapışını seyredişim bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden…
Sabahın ilk ışıkları belirmeye başladığında cilâlayıp parlattığı ayakkabıları elime tutuşturan,nurlar içinde yatmasını dilediğim Abdullah Amca‘nın, “hadi evlâdım güle güle giy” deyişi yankılandı kulaklarımda…
Yaşadığım mutluluk…
Sevinçten uçarak eve gidişim…
Tören boyunca nasıl da büyük bir özgüvenle atmıştım adımlarımı…
•••
Ne o günlerdeki mutluluğum“akla ziyan”dı…
Ne de Harley Davidson çizme yerine bot alınan çocuğun mutsuzluğu!
Değişe dönüşe gidiyordu hayat…
Birileri, bizzat hayatın kendisi yerine, bir şeylerle “kandırıyor”du artık hepimizi!
“Kandıkça” tüketiyor…
Tükettikçe “kanıyor”duk…
İnsan yanımızdan bir şeyler kopuyordu her gün… Hayata kopuk kopuk bakışımız bundandı belki!
Bir büyük “yalan” gerçek oluyordu işte…
Ve o soru oracıkta öylece asılı duruyordu:
“Haberin var mı senin?”
•••
Bütün zorluklara rağmen…
Yine de her daim daha insanca bir mutluluğun yollarını aramalı insan…
Ne de olsa bugün 23 Nisan…
Kutlu olsun…
Mehmet Yücel
(Not: Bu yazı 23 Nisan 2011 tarihli gazetemizde yayınlanmıştır.)