“Bu işte bir yanlışlık var!” dediğimde…
Yirmili yaşlarımın ortalarındaydım…
Her olayda…
Her durumda…
Kendimize kusursuzluk atfetmenin…
Olumsuzluğu, “kötülüğü” sürekli başkalarına yakıştırarak/yapıştırarak “aklanma”yı tercih etmenin…
Aslında gerçekliği tüm boyutlarıyla kavramak yerine, kendimize “sahte bir dünya kurma isteği”nden kaynaklandığını kavradığımda düşünce dünyam tepetaklak olmuştu!
•••
Oysa ne kadar da konforluydu…
Hangi konuyu ele alırsak alalım…
“Düşünsel şablon”u değerlendirdiğimiz konuya uyarlayıverdiğimizde işimiz bitiyordu!
Yapılması gereken her ne varsa yaptığımızı…
Atılması gereken tüm adımları attığımızı…
Elimizden geleni ardımıza koymadığımızı varsayıyorduk peşin peşin…
Ha “sütten çıkmış ak kaşık…”
Ha bizdik!
Ama…
“Ah, işte!”
“O düşmanlar, o mikroplar yok mu?”
“Her şey o mikroplar yüzünden…” oluyordu!
•••
1990’lı yılların sonları…
EMITT…
Yani, Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı’nın ilk yılları…
Kastamonu, kamu-sivil iş birliği içinde İstanbul’daki bu fuara katılıyor, “kabuğunu kırma” yolunda önemli bir adım atıyordu…
Sorumluluk taşıyan herkesin heyecanı sanki dün gibi gözlerimin önünde…
İlk günün akşamında Kastamonu’dan fuara gelen bir grup iş insanıyla hem fuarı değerlendiriyor hem de ilimizin sorunları hakkında sohbet ediyorduk…
Yaşadığımız kimi olumsuzluklara değinirken dışsal etkilere fazlasıyla vurgu yapıldığını görünce sordum:
“Her daim mikroba kızarak şifa bulabilen bir hasta gördünüz mü?”
Temsil ettiği kurumda hâlâ önemli bir pozisyonda bulunan bir arkadaşımızın hayli etkilendiğini söylemeliyim…
Gözlerini düşünceli bir dalgınlıkla kısarak şöyle demişti:
“Hiç böyle düşünmemiştim!”
•••
Bu diyaloğun üzerinden yıllar geçti…
Şimdi “harcadığımız yıllar”ı düşünüyorum da…
Bu bakış açısını yaygınlaştırabilseydik ne kadar anlamlı bir iş yapmış olurduk!
•••
Olsun…
Moralimizi yine de yüksek tutmalıyız…
Hâlâ yapabileceğimiz çok şey var…
“Başarabiliriz… Ama değişirsek!” başlıklı yazımın bir bölümü hatırlayalım:
“Her biri başka bi tarafa ‘çekiştiren’ cılız projelerle ilerleyemeyiz.
Birilerinin hammadde tedarikçisi olmakla yetinemeyiz.
Önce elimizde, avucumuzda ne varsa kıymetini bileceğiz ve tüm zenginliklerimizi, dünya ölçeğinde kabul gören yeni değerlerle taçlandıracağız.
Nasıl mı?
Durumdan vazife çıkarmasını umduğumuz etkili, yetkili ‘bi usta’, ‘Kastamonu Sosyo-Eknomik Master Planı’nın hazırlanması sürecini başlatacak…
Kamu, aksiyoner görev anlayışını özümseyecek…
Üniversite, bilimsel bilgiyi üretip sahaya indirecek…
Ticaret ve sanayi odalarımız sürecin taşıyıcılığını üstlenecek…
Kooperatiflerimiz daha fazla inisiyatif alacak…
Seçilmişler, ‘Kastamonu’nun hizmetkârı’ olduklarının bilinciyle çalışacak…
Sivil toplum kuruluşları atılan adımları halkımızla bütünleştirecek…
Girişimcilerimiz işin kolayına kaçmadan, katma değerli ürün koklayacak…
Uzun lâfın kısası…
Tarımdan sanayiye…
Turizmden ticarete…
Planlı, programlı…
İlçe ilçe… Köy köy…
Samimiyetle…
Gayretle…
Senkronize bi iş birliği içinde olacağız.
İhtiyacımız olan şey bu.
Değişirsek başarabiliriz!”
•••
Tüm ezberlerimiz bozuluyor…
Bildiğimiz her şey farklılaşıyor…
Dünya hızla değişiyor…
Üretim süreçleri emeğe olan bağımlılığını sıfırlamaya doğru yol alıyor… Özetle, Endüstri 4.0‘ın etkileri her alanda belirginleşiyor…
Sanayi devrimini ıskalamanın faturasını hayli kabarık bir biçimde ödemeye devam ediyoruz…
Hiç olmazsa dijital devrimi çok geç olmadan özümseyelim…
En temel ihtiyacımız, acil bir zihinsel değişim!
•••
Masumiyetini ve mahremiyetini yitirmiş de olsa…
Taşranın eşsiz yazarlarından Çehov’un karakterlerine sıklıkla söylettiği sözlerle bitirelim:
“Bizi çalışmak kurtarır!”