Aklımıza gelmişken…
Gelin bi fıkrayla başlayalım:
Gök gürültülü sağanak yağışlı bi gün…
Arabanın lastiği, tam da akıl hastanesinin önünde patlar.
Adam, aracını zar zor yolun kenarına çeker…
Gerisi malûm…
Kriko, stepne, bijon anahtarı…
Ve tekeri söker.
Ama söktüğü dört bijon somunu, sulara kapılıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgalı açmak mümkün değil… Somunlar da görünmüyor…
Adam çaresiz, kaldırıma çöker… Bi sağına, bi soluna bakınıp dururken…
Olayı en başından beri akıl hastanesinin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir “deli”, seslenir:
– Sıkma canını…
“Lastiği değiştirirken bijon somunları yağmur sularına kapılıp mazgala düştü. Nasıl sıkmayayım?”
– Olsun… Çaresi var. Diğer lastiklerden birer tane somun söküp stepneye tak. Bütün lastikler üçer tane sağlam bijonla seni lastikçiye kadar götürür…
Adam hemen denileni yapar…
Arabayı çalıştırıp yola koyulacakken aklına takılır, “deli”ye seslenir…
“Senin ne işin var, niye yatıyorsun orada?”
“Deli” cevap verir:
– Beyim, biz burada salaklıktan değil “delilik”ten yatıyoruz!
- ••
Kastamonu’nun Küre özelinde uğradığı büyük haksızlığı gündemde tutmak üzere yeniden yazmaya başlamıştık…
O günden bugüne ilimizin temel sorunlarına kafa yorduk, fikir beyan ettik…
En azından tarihe not düştük!
Görüşlerimizi yeterince rafine ettiğimize inanıyoruz.
Katıldığımız bir toplantının ardından yine bu köşede “Urfa’nın etrafındaki dağlar dumanlı da Kastamonu’dakiler değil mi?” başlığıyla “manifesto” niteliğinde bir yazı yazmış…
Ve demiştik ki…
“Moralimizi yüksek tutmalıyız…
Hâlâ yapabileceğimiz çok şey var…
Her biri başka bi tarafa ‘çekiştiren’ cılız projelerle ilerleyemeyiz.
Birilerinin hammadde tedarikçisi olmakla yetinemeyiz.
Önce elimizde, avucumuzda ne varsa kıymetini bileceğiz ve tüm zenginliklerimizi, dünya ölçeğinde kabul gören yeni değerlerle taçlandıracağız.
Nasıl mı?
Durumdan vazife çıkarmasını umduğumuz etkili, yetkili ‘bi usta’, ‘Kastamonu Sosyo-Eknomik Master Planı’nın hazırlanması sürecini başlatacak…
Kamu, aksiyoner görev anlayışını özümseyecek…
Üniversite, bilimsel bilgiyi üretip sahaya indirecek…
Ticaret ve sanayi odalarımız sürecin taşıyıcılığını üstlenecek…
Kooperatiflerimiz daha fazla inisiyatif alacak…
Seçilmişler, ‘Kastamonu’nun hizmetkârı’ olduklarının bilinciyle çalışacak…
Sivil toplum kuruluşları atılan adımları halkımızla bütünleştirecek…
Girişimcilerimiz işin kolayına kaçmadan, katma değerli ürün koklayacak…
Uzun lâfın kısası…
Tarımdan sanayiye…
Turizmden ticarete…
Planlı, programlı…
İlçe ilçe… Köy köy…
Samimiyetle…
Gayretle…
Senkronize bi iş birliği içinde olacağız.
İhtiyacımız olan şey bu.
Değişirsek başarabiliriz!
Acil ihtiyacımız, zihinsel bir değişim!
Kesilirken elden kaçmış başsız tavuk görüntüsü sergiliyoruz…
Can havliyle oradan oraya ‘seyirtiyoruz…’
Zaman kaybediyoruz!”
- ••
Bu görüşlerimizi, Urfa’da tanığı olduğumuz tablo sonrasında yeniden ifade etmiştik.
Urfa’da neyle karşılaşmıştık?
“Şanlıurfa Teknokent Strateji ve Eylem Planı’nı açıkladı.
Japon Hükümeti’nin finansmanıyla Tarım ve Orman Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve ODTÜ Teknokent iş birliğiyle hazırlanan planla, Şanlıurfa Teknokent’in iş geliştirme kapasitesinin artırılması, yerel ekonominin dayanıklılığının güçlendirilmesi, girişimciliği destekleyen bir ekosistem oluşturulması ve yerel firmaların istihdam imkânlarının zenginleştirilmesi hedefleniyor.
ODTÜ’lü hocalar öyle bir sunum yaptılar ki, şapka çıkarmamak elde değil!
Kamu…
Üniversite…
Ticaret ve sanayi odaları…
Sivil toplum kuruluşları…
Girişimciler ve bölge halkının görüşleri dikkate alınarak…
Olabildiğince geniş bir katılımla…
Şanlıurfa’nın “tepeden tırnağa” sosyo-ekonomik tomografisi çekilmiş…
Ve buna bağlı olarak paydaşlar eşliğinde pırıl pırıl bir yol haritası çıkarılmış…
Bölgenin eksileri, artıları…
Neler yapılırsa anlamlı…
Nelerle uğraşmak enerji kaybı…
Saha araştırmalarıyla elde edilmiş bilimsel verilerle…
Kalem kalem…
Satır satır…”
- ••
Yazının sonunda “imrendik” demiş ve eklemiştik:
“İlk düğmeyi doğru iliklemişler!
Aynı doğrulukla devam edeceklerinden şüphemiz yok!
Profesyonel yetkinlik…
Ve ona eşlik eden “amatör bir heyecan…”
Durumdan vazife çıkarmasını umduğumuz etkili, yetkili ‘bi usta’ deyip duruyoruz ya…
Onlar “usta”larını bulmuş…
Darısı bizim başımıza!”
- ••
Yazdık da ne oldu?
Kimse rahatından feragat edip açıkça:
“Yahu bir dakika…
Bunlar bi şeyler söyleyip duruyor…
Azıcık kulak versek.” diyemedi.
Okuyan okumamış, gören görmemiş gibi davrandı.
Güya, kendimiz yazıp kendimiz okuduk!
Olsun…
- ••
Eskiler, “Et tekraru ahsen, velev kâne yüz seksen” der…
Yani, “tekrar etmek iyidir, yüz seksen kere de olsa!”
O yüzden son olarak bir kez daha tekrarlayacağız…
Ölçemediğimiz bir şeyi değiştiremeyiz.
İlk işimiz, Kastamonu gerçeğini, bilimin diliyle yeniden yazmak olmalı.
Sektör sektör…
Rakam rakam…
Yani, atacağımız her adımda öncelikle bilimin diliyle konuşmalıyız.
Geleceğimiz, -eğer atmayı becerebilirsek- bu temelin üzerinde şekillenecek.
- ••
Artık…
Sen, ben demeden…
Geçmişin hastalıklarına kapılıp kısır çekişmelerin esiri olmadan…
Yönümüzü dünyaya çevirerek…
Kat edeceğimiz yol belli…
- ••
Peki, yazının başındaki fıkra…
Onu da bizim “deli”liğimize verin.
- ••
Bize müsaade!