“Evin direği erkek miydi yoksa kolon mu? Evin temeli baba mıydı yoksa beton mu? Biz kabile miydik de evlerin reisi oluyordu?” Birkaç gündür sosyal medyada karşıma sürekli bu cümleler çıkıyor. O yüzden bugün biraz da “erkeklik” üzerine konuşalım istiyorum. Nedir bu erkeklik? Erkeklik tanımı üzerine tek bir doğru kabul edilmemiştir. O nedenle erkeklik şudur diyebilmemiz pek de mümkün değildir.
TDK’ye göre erkeklik, erkekçe davranış, yiğitlik, mertlik olarak tanımlanmış. Erkekçe davranış ise sizin hayal gücünüze bırakılmış. Yani kısacası erkeklik kavramı, biyolojik bir tanım olmaktan ziyade kültürel ve sosyolojik bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavrama yanıt verebilmek için de toplumun gözüyle bakabilmemiz gerekmektedir. Toplum ise erkekliği, aynı TDK gibi, güç, cesaret, akıl, aktiflik, öfke, kahramanlık gibi terimlerle değerlendirmektedir. Yani bir oğlan çocuğu da tıpkı bir kız çocuğu gibi belirli kurallar, kalıplar, yargılar üzerinden şekillenerek büyümektedir. Bugün biraz da erkeklerin gözünden toplumsal cinsiyet eşitliğine bakalım, ne dersiniz? Bir oğlan çocuğu olarak dünyaya geldiğinizde o çocuğa yüklenen rollerin ne kadarını yerinde ve adil buluyorsunuz? Örneğin: Sürekli güçlü olmak, öfkelenmenin/ şiddet uygulamanın normal olduğu bilinciyle hareket etmek, yaptığı her şeyde en iyi olmaya çalışmak, girişken/ konuşkan olmak, korumak/kollamak, işinde başarılı olmak, para kazanmak, ailesini geçindirmek, tamir işlerini, matematiği bilmek, iyi araba sürmek ve hatta daha ehliyeti almadan öğrenebilmek, askere gitmek gibi düşündükçe epeyce sıralanabilecek bu rollerin ne kadarı adil sizce?
Şiddeti sevmeyen, birilerini korumak mecburiyeti hissetmeyen, matematiği yapamayan ama edebiyattan oldukça keyif alan, eğitim hayatı biter bitmez iş hayatına atılmak istemeyen ve bunun zorunluluğunuhissetmeyen, iyi araba süremeyen, askerden korkan, çekingen ve duygusal olan erkeklerin “erkeklikleri” hakkında nasıl bir izlenim doğar sizce? Ben size söyleyeyim, tüm cümlelerin karşısındaki cevap hazır bile: “Karı/ kız gibi…” Hem karşı cinsi aşağılayan hem de erkeklik rolleri üzerinden erkekleri bir kapana kısılmış gibi hissettiren bu toplumsal roller sadece kadınlar için değil; bal gibi erkekler için de uygulanmakta.
Toplumda pek çok erkek, kendilerinin ve ailelerin geçimini sağlama becerilerinin erkekliklerinin bir ölçütü olduğuna inanıyor. Bugün erkek çalışanlar, ekonomik olarak ailesinin geçimini sağlamak için çok ciddi mücadeleler veriyor ve başarısızlık korkusu da bu mücadeleyle oldukça paralel ilerliyor. Mevcut işini kaybettiğinde depresyona girebiliyor, alkole başlayabiliyor, akabinde ise öfke problemleri baş gösteriyor.
Para kazanma uğruna pek çok erkek, ailesiyle ve sevdikleriyle vakit geçiremiyor. Bu noktada ise erkeklerin zaten küçüklükten beri göstermeyi pek de öğrenemedikleri sevgi problemleri başlıyor. Enerjisinin en verimli olduğu zamanları iş hayatında geçiren bir erkek, sevdiklerine işi için verdiği bu emeği, sevgisini hissettirebilmek için ne yazık ki veremiyor ya da çok azını verebiliyor. Bu durum sadece sevdikleri için değil; kendilerine ayırdıkları bireysel zamanlar için de geçerli. 2020 yılında TÜİK tarafından yapılan mutluluk araştırmasına göre erkeklerin sadece %43.2’si mutlu.
Araştırmalara göre çalıştıktan sonra emekliye ayrılan birçok erkek, yaşlılık evresinde erkeklerin ataerkil rollerden arındığını, duygularını daha özgür bir şekilde ifade edebildiğini, güçlü olmak, rekabet etmek zorunda hissetmediklerini düşünüyor. Siz de birçok kişiden duymuşsunuzdur: “Babam bize çok katı davranıyordu ama dede olunca bir anda değişti.” gibi cümleler. Sevginin, mutluluğun, sorumsuz bir hayatın özlemi içinde yıpranan, istemediği işi yapan, mutsuz ve öfkeli o kadar çok erkek var ki…
“Bu kadınlar bizim ömrümüzü tüketiyor, kendileri fazla yaşıyor.” denilen ortalama yaşam süresi istatistiğine göre ise, erkekler 75.9 yıl; kadınlarsa 81.3 yıl yaşıyor. Fakat bunun sebebi kadınların erkeklerin ömrünü tüketmesi değil; ataerkinin, erkeklerin ömrünü tüketmesi.Erkekler yaşadıkları stres, sağlıksız beslenme, alkol, sigara tüketimi gibi sebeplerle orta yaşlarda kalp krizinden ve çeşitli kanser türlerinden hayatlarını kaybediyor. Aynı zamanda erkekler, çoğunlukla diğer erkekler tarafından şiddete maruz kalarak öldürülüyor. Ve yapılan araştırmalara göre erkeklerin intihar etme oranları, kadınlara nazaran daha fazla.
Kısacası sevgisiz ya da sevgisini göstermeyi öğrenemeden, ataerkil kurallara itaat etmek zorunda kalarak büyüyen oğlan çocukları mutsuz ve kendilerini sıkışmış hissetmeye devam ediyor.Kadın ya da erkek fark etmez, hepimiz doğduğumuz andan itibaren cinsiyetçi düşünce ve eylemlerle büyütülüyor ve bunları kabul ediyoruz. Ama değişim mümkün! Önce kendimiz ve hayatlarımızla; sonra da çevremizle başarabiliriz. Kimsenin kimseye hükmetmediği, eşit, özgür ve adil bir dünya yaratabilmek için birlikte mücadele etmeliyiz.
Av.SEDA ÇETİN