Sigaramın dumanı
Yoktur yârin imanı
Altından köşk yaptırdım
Gümüşten merdivanı
Çocukluğumuzun güzel türküsü. Köşkün çatısı da pırlantadan mı acaba diye düşünmüşümdür. Ancak böyle bir köşk hayalden ibaret.
Dolar sarhoş olmuş,korona belası başını almış giderken, bu sigara muhabbeti de nerden çıktı diyeceksiniz. Haklısınız; her zaman ciddi şeylere kafa yormaktan bıkıyor insan.Biz 65’liklere uygulanan üç aylık ev hapsi yetmiyormuş gibi, 6-22 Ekim tarihleri arasında karantinaya da girince sinir sistemim yeter artık diye isyan etti. O nedenle bu hafta farklı bir konu seçtim. Vatandaşlık bilinci oluşmayan insanların cezasını biz çekiyoruz.
Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa’ya gelen tütün, ilk kez 1583’de Milas’ta ekilmiş. Dört asrı geçen sigara, bizim kültürümüzde, yaşantımızda çok önemli bir yere sahip. Paketi çıkardığınız zaman, nezaket gereği yanınızdaki kişiye de teklif edersiniz. Rahmetli Orhan Şaik Gökyay hocamız sigara kullanmazdı; ikram edilince teşekkür etmek yerine, “içeni severim” diye mukabelede bulunurdu. Edebiyatçının dilinde güzel Türkçe’nin zarafetini görüyor musunuz?
Eskiden ince sigara kâğıtları vardı. Tiryakiler tütün alır, tabakaya koyar, sigarayı kendileri sarardı. Kâğıt sol elin parmakları arasına konur, sağ el tabakadan aldığı bir tutam tütünü güzelce yerleştirir. Yuvarlak hale geldikten sonra kenarlar dille ıslanır, yapıştırılır. Sonra “ağızlık” veya “takım “ dediğimiz aygıtın ucuna takılır, keyifle içilir. Sarma işi yapılırken, muhabbet bir yana, parmak uçları da nikotinden nasibini alır. Bir şey dikkatimi çekmiştir; sarılan sigara orada bulunan kişiye ikram edilecekse, dille ıslayıp yapıştırma işi nezaketen kendisine bırakılırdı. Bazı kişiler gümüş tabaka kullanırdı. Türküsü bile vardır; “Tabakası gümüşten/Ben anlamam bu işten/ Beni yârdan ayıran/Ablam ile eniştem.”
Sigara yakmak için kibrit çakılmaz; ocaktan veya sobadan maşa ile köz alınır. Bazan da yanan bir sigaradan istifade edilir. Böyle durumlarda kibarca “ateşine müsaade eder misin?” diye izin istenir. Daha samimi iseler “ateşine yanayım!” denir. Kibritten tasarruf için cepte çakmak taşınır. En yaygın olanları, fitiline gazyağı konan ve “muhtar çakmağı” diye bilinenlerdir. Daha sonraları gazlı, markalı çakmak devri başladı.
Gençler, yaşlıların yanında sigara içmez. İzin verilse bile sigaranın ucunu avcunun içine saklar, dumanı da yan tarafa üfler. Bu bir terbiye ve görgü meselesidir. Aksi bir davranış hafiflik sayılır ve dışlanmaya sebep olur.
Ben yaşım gereği bazı sigara adlarını anımsıyorum. Köylü, Asker, Üçüncü,İkinci, Birinci, Bafra, Yenice, Bahar, Yeni Harman, Kulüp, Boğaziçi, Diplomat, Bitlis, Subay, Silahlı Kuvvetler, Hususî Kokulu, Yaka, Çamlıca gibi. Sonradan filtreli Samsun, Maltepe, Yeni Harman ve Bafra’yı gördüm. Diplomat hariç hepsinden içtim.
Fakir kesim Üçüncü, İkinci; biraz iyice olanlar Birinci sigarası kullanırdı. Rahmetli Behçet Necatigil hep Birinci içerdi. Bürokratların tercihi Bafra idi. Gelincik ve Bahar, hanım sigarası olarak bilinirdi ama kadınlar bugünkü gibi çok sigara içmezdi. Özellikle Yeni Harman çok sert içimli sigaraydı.
Ortaokul ve lise yıllarımda sigara kullanmadım. 1964-1974 arasında on yıl kadar içtim; 1974 yılı Kurban Bayramının arife günü bıraktım. Allah’a şükür kırk beş yıldır çok rahatım, sağlığım da yerinde. Bazan 45 yıllık parasal değerini hesaplıyorum, inanın çok para.
Cumhuriyet Bayramı ile bağlantılı bir anımı anlatayım. Bayram; herkesin iştirak ettiği, sevindiği bir şenlik, eğlence demektir. Ortaokul ve lise yıllarımızda bayramlar şimdiki gibi göstermelik değildi. İlkokul birinci sınıftan lise son sınıfa kadar bütün öğrenciler, esnaf kuruluşları, dernekler coşkuyla törenlere katılırdı.
Lisemizin ve Erkek Sanat Enstitüsü(Endüstri Meslek Lisesi)’nün boru trampet takımları yarış halinde idi. Bayram günü, Erkek Sanat Enstitüsü trampet takımı, kardeş okul Kız Enstitüsü önüne gelir, stada birlikte giderlerdi. Dönüşte de aynı yöntem izlenirdi. Biz de sabah lisenin bahçesinde toplanır, dörderli kol halinde stadın yolunu tutardık.
1956 yılında ortaokula başladım. O yıllarda büyükler, saçlarına briyantin sürerlerdi, çok özenirdim. Bir gün küçük bir şişeye, Cemal Dâniş Bey’in eczanesinden 35 kuruşluk briyantin aldım. Demek ki param o kadarmış. Cumhuriyet Bayramı günü, sabahının serinliğinde saçlarıma bolca sürdüm. Okula geldim; toplandık, sonra stada yürüdük. O gün hava çok sıcaktı. Kafama güneş vurunca briyantinde hafiften boynuma aşağı akmaya başladı. Sildim, yine aktı; kafam Kırkpınar güreşçileri gibi oldu. Her ne ise, geçit resmini tamamlayıp okula döndük.
Biz her gün Budamış’tan gelip gidiyorduk; her gün iki saatimiz yolda geçiyordu. Ben ortaokula başlarken, diğer iki arkadaşım Erkek Sanat Enstitüsü’ne kaydolmuştu. Çarşıda biraz dolaştıktan sonra köye dönmeye karar verdik. Onlar 30 kuruş verdi, Bafra sigarası aldı. Ben de 80 kuruş verdim Hususî Kokulu aldım; piyasanın en pahalı sigarası. Hesaplayın; simit 5 kuruş, susamlısı da 10 kuruştu.
Üç arkadaş, birer tane Hususî Kokulu yaktık,stadyum yolundan keyifle köye dönüyoruz. Aklınızda olsun, her zaman arkanızı gözleyin. Meğer arkamızdan babamla, köy komşumuz Hasan ağa geliyormuş, hiç fark etmedik. Ayak seslerini duyduğumuzda iş işten geçti, derhal sigaraları attık. Hemen üstümüzü yoklamaya başladılar. Hasan ağa önce beni yokladı; iç cebimden paketi çekti, sessizce kendi cebine attı. Babama dönerek “Ahmet, oğlanda bir şey yok!” dedi. Babam da diğerlerini aradı, sigaralarını aldı. Doğaldır ki sigaralar gidince moralimiz de bozuldu.
Hasan ağanın sayesinde paçayı kurtardım ama paketin içinde 17 sigara daha vardı, aklım hep onlarda kaldı. Sonraki günlerde biraz ortalıkta dolaştım ama Hasan ağa paketi maalesef iade etmedi, ben de isteyemedim. Bir daha da Hususî Kokulu alamadım.
Burada şu hususu belirtmek istiyorum. Büyükler, yeri geldiğinde küçükleri korur.Bazı kabahatler nasihatle geçiştirilir. Hasan ağa,atik davranarak beni mahcup düşürmedi o gün.Allah rahmet eylesin; helâlleşmek kısmet olmadı ama kendisinden hiçbir hak talep etmeyeceğim.Nedendir bilmem, her Cumhuriyet Bayramı’nda bu olay aklıma gelir.
MUSTAFA ESKİ