Üç ay Ankara’da kalan Rus ressam Lansere, bu süre sonunda Rusya’ya dönüşe geçer. Güzergâhı yine Ilgaz ve Kastamonu üzerinden İnebolu’dur. Yola çıktıklarında iki Türk Jandarma erleri eşlik eder Lansere’nin arabasına. Ama sonra güvenlikçi olmadan yola devam eden Lansere ve yanındakiler Ilgaz’ı tırmanmaya başlar Ankara’dan çıkışlarının ikinci gününde.
Dağ çıkış ve inişinde tek tük insanlar gören Lansere elinde tüfek gören bir kişiyi görünce şaşırır, çünkü genelde yol üzerinde gördüğü genel manzaraya uymadığını söyler. “Kafkas’tan sonra buralarda insanların silahsız oluşu hemen dikkat çekiyor; hançer yok, revolver ender görülür, tüfek daha seyrek görülen bir durumdur. Gerçi tüm Müslümanların silah taşıma hakkı vardır sanıyorum”
Lansare’nin koşulu atları öğlen saatinde dağ geçidine ulaştıktan sonra ünlü tablolarda olduğu gibi yosunla kaplı dev kayalar arasından aşağıya doğru hızla koşmaya başlarlar. Ancak çok geçmeden ressamın da içinde olduğu araba ve konvoy aniden durur. Çünkü Kastamonu’da özellikle de Milli Mücadele dönemlerinde bazen Seydiler-Küre arasında bazen de Ilgaz’da ortaya çıkan eşkıya çetelerinden birisi tarafından yolları kesilmiştir. Bu aslında tarihimizde pek konuşulmayan ama bu durumla ilgili fazla vesikanın da olmadığı bir durumdur.
“Arabamız durunca yol arkadaşlarım inerek, eli tüfekli iki askerle birşeyler konuştular. Ben bunun bir karakol olduğunu ve belgelerimizi inceleyeceklerini sandım. Fakat kafilemizdeki kadın şaşkınlıkla yanıma geldi ve “sanıyorum bunlar eşkıyadır” dedi. “Operasyon” yapanlar tüfeklerini bize doğru doğrultmuşlardı. Az ileride bir grup Türk daha vardı, biz önce bunların eşkıyaların yedek gücü olduğunu düşündük, fakat sonra bu insanlarında aynen bizim gibi mağdurlar olduğunu anladık. Valizlerimizi boşalttılar, saatlerimizi cüzdanlarımızı alıp hepsini benim kabanımın içine tıktılar. Arkamızdan gelen gruplarla kalabalık hale gelip, hatta köylülerin içinde birinin tüfeği olmasına rağmen pasif bir şekilde olup biteni izlediler. Bu esnada çevreden ellerinde hançer olan başka eşkıyalar da belirdi. Korkudan yüzlerimiz bembeyaz olmuşken, en büyük korkularımdan biri de çizdiğim eskizlerin de alınması olmuştu. İlginç bir huşu olarak şunu da anlatayım ki, yol arkadaşlarımızdan parfüm, pudra, benden ise pergel ve kurşun kalemimi aldılar. Fakat özellikle tabanca, mermi ve elektrikli fenerler arıyorlardı; sürekli “Elektrik?” diye tekrarlıyorlardı ama bunlar bizde yoktu.”
Cana kasıt olmadan yaşanan bu olaydan sonra eşkıyalar derin ormanın içinde kaybolurlar. Ressam Lansere, yaşanan bu olayın bölgede ilk defa olmadığını notlarında belirtmesine karşın yine de beklenmedik bir olay olduğunu da söyler. Çünkü Ankara’da kaldığı 3 ay içinde çok güvenli bir kentte yaşadıklarını, herkesin evinin önünde eşyaları olmasına karşın bir kez bile hırsızlık olayı dahi duymadıklarını belirtir.
Akşam geç saatlerde Kastamonu’ya varan Lansere ve kafilesi, Kastamonu’da yetkili merilere başvurup tabiri yerindeyse yaşadıkları olaydan dolayı büyükçe bir gürültü koparırlar. Olağan bir soruşturmadan sonra yetkililer Lansere’nin ressam olmasından dolayı eşkıyaların portrelerini çizmelerini ister ve ortaya çıkan resimle Jandarma hemen harekete geçer (Bu olay belki de Kastamonu’da çizilen ilk robot resim olabilir).Lansere İnebolu’ya iki gün sonra varışlarında suçluların yakalandığı bilgisi alsa da bunun sıradan bir Doğu jesti olduğuna dair endişelerini de belirtmeden duramaz.
21 Eylül
Ressam Lansere, Kastamonu’da bir gece kaldıktan sonra sonbaharın soğukluğu ile İnebolu’ya doğru çıkar ve bu üşüdüğü sabah yolculuğu için daha bir gün önce eşkıyalara kaptırdığı kabanını anımsamadan edemez. Geçtikleri yol için, Anadolu’ya ilk ayak bastığında büyülendiğini söylerken dönüşte ise ilginç gelmediğini belirtse de güzergâhın ilerleyen noktalarında basan sis ile oluşan beyaz boşluğun büyüsüne kapıldığını söyler.
Derin vadilere bakan bir noktaya geldiklerinde kafileden birisinin bölgede eşkıyaların olduğunu söylemesi ile bir korku havasında ilerlemeye devam ederler.İçlerindeki korku havasını çevrenin jeolojisine yoğunlaşarak atlatmaya çalışan Lansere, yolculuk arkadaşlarından S.A:K. olarak kısalttığı jeolog ile paylaşarak atlatmaya çalışır. Küre’ye yanaştıkça yolun biraz daha kalabalıklaşıp, köylerin de çoğaldığını söyleyen Lansere, büyük bir yamaca yayılmış Küre Kasabasını geçerken ülkenin iç kesimlerine nazaran bu bölgedeki orman cömertliği karşısında yine hayranlığını dile getirir.
Yol boyunca halkın ve köylülerin giysilerini gözlemleyen hatta eskizlerine alan Lansere: “Ilgaz’ın ötesinde Ankara’da kadınlar yalnız geniş şalvar giyer; burada ise şalvarın üzerine etek ve önlük giyilmektedir; orada başa örtülen yazmaların sevilen rengi sarı çizgili siyah renktir; burada ise yazmalar esasen beyaz veya sarı renkli olup, üzerinde siyah nakışlar var” diyerek bölgemiz için çok özel gözlemini paylaşır.
Küre’den sonra İnebolu’ya ulaşan Lansere, farklı bir gerçeği notlarına taşır bu kez. Bugüne kadar kentin 1919-1922 arasındaki hareketliliği ve renkliliği üzerine durduğumuz İnebolu için ekonomik bir gözlemde bulunan Rus Ressam Lansere aynı zamanda bölgedeki Rum azınlıklar hakkında da bilgi verir.
“Sessiz bir şehir olan ve zenginlikle fakirlik arasında farklılıkların göze girmediği Ankara’da yaşanan üç aydan sonra İnebolu’ya gelince, buradaki fakirlik belirgin bir şekilde hissediliyor. Şehre iki kilometre kala iki erkek çocuk, arabamızın peşinden koşmaya başladı; otele vararak “yaylı”dan indiğimde ise benim valizleri almak için, nefes nefese kalmış olan bu iki çocuk muntazam endamlı bir Rum kızının boğuştuğunu gördüm. Oysa bir Türk kızının bu denli düşebileceğini tasavvur etmek imkânsızdır.
Kıyı şehirlerindeki Rum kadınların durumu gerçekten de zor ve dehşet vericidir; kocaları ya artık ölmüş ya da ülke içlerine sürülmüştür. Daha önceleri bolluk içinde yaşayan – en iyi evler onlarındı ve ticaret onların elindeydi- aileleri ise kendi kaderlerine terk edilmiş durumdadır. Kadınlar, genci de yaşlısı da çoğu zaman yük hayvanlarının emeğiyle geçinmekteler… elbette kuruşları sayarak…”
Lansere’nin notları burada son bulur ve İnebolu’ya dair son cümlesi fırtınalı başlayan bir deniz yolculuğu olur ve Kastamonu için anıları son bulur…
MURAT KARASALİHOĞLU