1919-1922 yılları arasında Kastamonu ve havalisi oldukça renkli, canlı ve sıra dışı bir hareketliliğe sahiptir. Bu hareketliliğin nedeni elbette ki Türk milletinin bağımsızlığı için Mustafa Kemal önderliğinde yürütülen mücadele ve bu mücadeleye ortak olan insanlardır. Anadolu’nun bu mücadele tarihi içinde dünyaya açılan penceresinin İnebolu Rıhtımı olması, bu pencereden giren “gün ışığı”, önce Ankara’yı sonra da Anadolu’yu aydınlatmaktadır.
Bu ışık huzmesinin geçtiği yolun ismidir İstiklal Yolu… Nice umutların, inançların ve bağımsızlık düşünün cephane olarak, denk olarak, ter olarak, kağnı olarak, taşındığı bir yoldur burası. Kimisi bu yolun yük (umut) taşıyıcısı kimi yolun menzile ulaşmasındaki öncüdür. Kimileri ise burada taşınan inancının kaydedicisi, resmedicisi, vakanüvisidir. İşte bunlardan birisi de Rus bir ressam olan Yevgeni Y. Lansere’dir…
Ressam Lansere (1875-1946), Milli Mücadele yıllarında Sovyet Rusya’sının Ankara Büyükelçisi olan S.İ. Aralov’un daveti üzerine Türkiye’yi ziyaret eder. Yaptığı gezileresnasında günlük notlar tutan Ressam Lansere, ayrıca dört küçük, üç büyük resim defterine Türkiye’ye dair çizimlerde yapar. 30 Mayıs 1922 tarihinde Tiflis’ten yola çıkan Lansere, Trabzon, Hopa, Rize, Samsun limanlarına uğrayan vapurla İnebolu’ya doğru yol alır. Buradan hedef noktasına ulaşan ressam Ankara’da üç ay kalır. Tuttuğu notların yanı sıra Anadolu’daki tarihi eserleri resmederken sonradan da “Avrupai tarzını”’ henüz benimsememiş olan, farklı bir mimariye sahip taşra evlerini ve Anadolu insanlarının resim ve eskizlerini de bolca yapar. Rus ressamın Anadolu gözlemleri 1925 yılında “Ankara Yazı” başlığıyla Rusya’da yayınlanır.
Lansere’nin, İnebolu’ya ulaşmadan önceki durağı Samsun’dur. Buradademirlemişken, gemisinin kaptanına Türk yetkililer tarafından İnebolu’dan Samsun’adoğru bir Yunan savaş gemisinin seyrettiği haberi verilir. Rus gemisinin kaptanı kıyıdanayrılma kararı alır ki hemen sonrasında Yunan savaş gemileri Samsun’u yaylım ateşine tutar ve şehirde büyük bir yangın çıkar. 7 Haziran 1922 tarihinde Rus Ressam İnebolu sahiline ayak basar. Bu tarihten itibaren ressamın notlarına bırakalım sayfalarımızı…
***
7 Haziran 1922
“Batum’dan yola çıkışımızın dördüncü gününde İnebolu’ya ulaştık. Şehirde bir tedirginlik hissediliyordu; Yunan filosunun gelebileceğinden korkuluyordu (Samsun’u ateş altına alan Yunan filosu). Asker aileleri, ülke içerilerine gitmelerikonusunda uyarılmıştı ve ben de kiralamış olduğum arabanın müsadere edilebileceğinden korkmaya başlamıştım. Sokaklarda, Doğu için çok karakteristik olan yük taşıyıcıları – sırtlarında semer benzeri “hambal” ve “hamal”lar çuval ve kutuları aceleyle denizden öteye götürüyorlardı. Ama en ilginç olan şey, barka ve kayıkların (ki burada daha farklı bir türü vardı) kurtarılmasıydı; onları sokaklardan sürükleyip götürerek, şehrin daha ücra kısımlarına giden yolları kapatmak için kullanıyorlardı.”
8-9 Haziran 1922 İnebolu’dan Ankara
“Fakat gece gayet sakin geçti ve ertesi sabah biz Ankara’ya yola çıktık. Minik “Ford”, denizden sürekli uzaklaşan dağ silsilesinin bazen eteklerinden bazen de zirvelerinden geçen dolambaçlı yol boyunca ilerleyerek yükseklere doğru çeviklikle tırmanmaktaydı; mutlu bir ülke… zengin ve güzel… her tarafta köyler görülmektedir; yollar da insan dolu. Arabamız, kâh mandaların veya alçak boylu öküzlerin çektikleri küçük tekerlekli bir karpuz kağnısının yanından geçiyor, kâh yüklü eşeklerin, atların oluşturduğu kervanları ürkütüyordu. Sık sık askeri taşıtlarla karşılaşıyoruz; hayvanların sırtındaki sepetlerde taşınan top mermileri görülüyor, kervanın baş tarafındaki üzerine ise hilalli kırmızı bayrak dikilmiştir.
Ankara’ya doğru bu iki günlük yolculuk süresince, kervanlarla karşılaşarak ve onları sollayarak, bazen dinlenen insanları endişelendirerek ilerledik, fakat tek bir yerde bile kindar bakışlarla, bağırma veya taşla karşılamadık; tersine her tarafta, kin ve gıptadan bir eser olmayan saf, meraklı ve güven verici bakışlarla karşılaşmaktaydık. Sonbaharda Ankara’dan geri döndüğümde yollarda yeniaskere alınanlardan oluşan birliklerle sık sık karşılaştığımda da aynı duyguları yaşadım. Ben, sanki kendi sosyal konumunu kaçınılmaz bir durum olarak algılayan, aynı zamanda da bireysel liyakat hissini kaybetmeyen insanları gördüğümü düşünüyorum.
Üç saatlik aralıksız tırmanış sonrasında bir yaylaya geliyoruz ve manzarada hemen değişiyor. Denize doğru inmekte olan ormanlık vadiler yerine dağlarla çevrili geniş düzlükler… Manzara genel olarak sıkıcıdır ama bazı yerlerde unutulmazdır. Öğlene doğru Kastamonu’ya varıyoruz; hareketli, öylesine özel ve Türk…
Kastamonu sonrasında yol yavaş yavaş dağlara doğru yöneliyor. Karşıda yamaçları ormanla kaplı, zirvelerinde karlar görülen bir dağ silsilesi yükseklere doğru uzayıp gidiyor; bu, Ilgaz’dır. Ve çok garip… yolun, bu kısa dağ silsilesini en yüksek noktada kesip geçtiğine emin olunca seviniyorum. Zirveye yaklaşırken hava daha temiz ve nemli olmaya başladı, bir bulut güneşi örttü, fırtına havası hissedilemeye başladı. Karanlık bir gündüz ortasında kalmak korkunçtu, etraf sessiz ve sertti. Muazzam çamlar, biraz yukarıda ise beyaz yosunlarla kaplı köknar ağaçları, sanki bir fırtına beklentisi içinde donup kalmışlardı… Ama işte dağ aşırımı, bulut geride kaldı, tekrar güneş çıktı ve güney yamaçların geniş ufukları görünmeye başladı. Bir sonraki gün tekrar geniş tepelikler üzerinde tırmanış ve inişler… nehir ve dere boylarınca uzanan parlak yeşilin ince şeritleri…işlenmemiş sert topraklar. Köyler çok nadir görünüyor, yollar bomboş. Çankırı şehrinden sonra, çıplak ve şerhamyamaçlar arasındaki nehir vadisinde otlayan deve sürüleri birkaç kilometre boyunca yayılmıştı. Kervanın yükleri “dinlenme” düzenindeydi, ateşin başında “deveciler”, kervancılar vardı. Bu manzara ne kadar eski bir tarih gizlidir. Tarih başka ülkelere kaymış, onun tam orta sayfalarda açık kalmış kitabı buradadır…”
***
- Lansere Ankara’ya gitmek üzere arabayla yaptığı yolculuktan arta kalan izlenimlerinde bugün İstiklal Yolu dediğimiz güzergâha dair gözlemleri oldukça değerlidir. Hem daha önceki bilgilerimizi doğrular hem de yeni bilgiler de ekler. Bu bilgilerden bir tanesi “asla bizikızgın gözlerle, haykırışlarla, taş ve sopayla karşılayan ve uğurlayanlar olmadığı gibi, tamaksine asla kötülük ve kıskaçlık beslemeyen, açık, sade bakışlarla karşılaştık” sözlerindeki bölgenin aslında ne kadar uygar ve insancıl olduğuna dair gözlemleridir. Bir başka bilgi de İstiklal Yolu’nun daha çok 1920 ve 1921 yıllarında yoğun olduğu bilinse de “Mutlu bir ülke, zengin ve güzel; etrafta yerleşim yerleri görülür, geçtiğimiz yol oldukçakalabalıktı… Yol boyunca sıkça askeri teçhizat yüklü at arabalarıyla karşılaşıyoruz, konvoyun başındaki arabada denklere tutturulmuş üzerine yarım ay işlenmiş kırmızı bayrakdalgalanıyordu” ifadelerine göre 1922 yılı boyunca da askeri hareketliliğin devam ediyor olmasıdır.
- Lansere Ankara’da 3 ay kaldıktan sonra sonbaharda aynı yolu kullanıp geri dönecek ama bu dönüş eşkıya baskınları, ekonomik ve sosyal bazı gözlemlerle daha heyecanlı ve dramatik olacaktır.
MURAT KARASALİHOĞLU