Bazı tesadüfler karşınıza eşi benzeri olmayan insanlar çıkarır. Nevi şahsına münhasır kişiler… 1994 yılının mart ayında dönemin etkili ve yetkili yöneticileri bana bir güzellik(!) yapıp beni Cide Ağaçbüküköyü Songetmahallesi ilkokuluna atadılar. Bana öyle kötülük(!) yaptılar ki ilk günden itibaren her gün yolda karşılandım. Niyazi Yıldırım, nam-ı diğer Pala Niyazi(muhtar) ve Mehmetamca… Onlarla,ünü il sınırlarını aşmış, yaz kış gümbür gümbür akan çeşmelerinin başında bir kahve içmeden 300 metre ilerideki okuluma geçemedim. Gerçekten geçemedim, eğer geçersem kahve peşimden okula geliyordu çünkü. Köydeki görevim süresince her gün böyle devam etti bu durum. Kadim dostlar edindim.
Beni her sabah karşılayan bu ikilinin bende önemli bir yeri var. Niyazi muhtarım, tek başına ayrı bir yazının konusu olacak kadar değerli benim için. Onu ayrı anlatacağım. Bu hikayemin kahramanı, tebessümüyüzüne yapışmış ve de yakışmış Mehmet amcayı anlatmak istiyorum.
Mehmet amcayı 15 yıl kadar önce yazmıştım. O yazımda, hayvan güttüğünden, oğul arı avcılığı yapıp her yıl kovanlarca arı topladığından söz etmiştim. Ayrıca bu işleri yaparken neredeyse sadece sarımsak ekmekle karnını doyurduğunu yazmıştım. İlk tanıştığımız gün Pala Niyazi benim yanımda, “Ceketinin cebinde ne var çıkar öğretmene göster.” demişti. Gördüğüm şey sarımsaktı. Sonra diğer ceplerinden de sarımsak çıkmıştı. Sarımsak tüketiminden midir bilemiyorum,100 yaşına yaklaşmasına rağmen geçmiş her günü çok net anımsıyordu.
Anlatmak istediğim olayı da Niyazi muhtarın, “Bir sopa yemişsin Cide’de!” demesiyle dinledim Mehmet amcadan.
Yıl 1939… Cide-Kastamonu yolu yapılıyor. Yapılıyor dedim desivri kazma, balyoz ve kürekle… Tüm Cide halkı sıra ile yol yapımında çalışıyor. Güzel bir sistem kurulmuş: Çok çocuklu aileler ya hiç çalışmıyor ya da çok az çalışıyor. Az çocuklu veya çocuksuz aileler de tam tersi çok çalışıyormuş. Aile geçindirme, ihtiyaçları karşılama vs. tüm işler insan gücüne dayalı olduğu için çok çocuklu aileler korunmuş.
O günlere kadar Çorum Kargı’dan itibaren iç bölgelerde yaşayan insanların tuz ve diğer bazı ihtiyaçlarını almak ya da vapurla İstanbul yolculuğu yapmak için Karaağaç İskelesi’ne (Cide Limanı) ulaşmada at ve katırlarla kullandıkları patika, araç yoluna dönüştürülüyormuş.
Tamamı dağlık ve ormanlık olan yolda çalışmanın meşakkati dilden dile dolaşmaktadır. Durumdan Mehmet’in de haberi olmuş ve gözü korkmuştur. Evli ve çocuklu olmadığı için her sırası geldiğinde bir hafta çalışacak kişilerdendir.Eğer anlatılan gibi taşlık bir çalışma alanına verirlerse bir hafta boyunca her gün akşama kadar balyoz sallayacaktır. Acaba çalışılacak alan dağıtımında adil davranılmakta mıdır? Taşsız veya hiç olmazsa az taşlı yere düşmek için ne yapabilir? Mehmet’in aklında sorular sorular… Çalışma alanı ile ilgili bilgi almak için yol çalışmasından yeni dönen kişilerle görüşmeye komşu köye gider. Mehmet’i iyi tanıyan ve seven bu kişiler durumu anlatırlar. Yol güzergahının tümüyle taş olduğunu, çok yorucu olduğunu, yaprakların üzerinde yatıldığı vs. anlatırlar. Mehmet daha kolay koşullarda çalışmanın yolunu sormaktadır ısrarla. Arkadaşı da sözün sonunda,“Giderken bir koç götürün, çavuşa verin; o size pösteki gibi yumuşacık yer verir” der.
Mehmet, ipucunu aldığı gibi doğruca köyüne gidip birlikte çalışmaya gidecekleri başta Şaban (Taylan) olmak üzere arkadaşlarını toplar. Bildiklerini anlatır.Aralarında anlaşıp ortaklaşa bir koç ayarlarlar. Para yok; döndüklerinde koçu veren kişinin işlerinde çalışacaklar. Koç da koçmuş hani. Kınalar yakılmış,Guble(Çayyaka)yalısına yola çıkılmış. Oradan motorla Cide Karaagacİskelesi’ne, oradan da yol inşaatı boyunca yürüyerek çalışma alanına hareket ederler.
Folo Dağı’nı (Gebeoğlu) geçerken arkalarından üç atlı gelir. Mehmetleri geçen atlılardan biri aniden geri döner. Nereye gittiklerini biliyordur da koça anlam veremez.“Birçok yırtıcının olduğu, insanların geceleri kendi canı için endişe ettiği yerde koç ne yapar merak ettim?” diye sorar.Mehmet ve arkadaşları hevesle ve biraz da böbürlenerek anlatırlar:“Yol Çavuşu’na hediye götürüyoruz, o da bizi taşsız alanda çalıştıracak. Sizin çalışılan yerden haberiniz yok galiba.” Atlılar,cevap vermez, ama ilgiyle dinlerler. Belli ki Yol Çavuşu’nun koç getirene kolay yer vermesi ilgilerini geçmiştir. Koçla ilgilenen tekrar sorar: “Yol Çavuşu koç getirene kolay yer veriyor, öyle mi?” Bizimkiler de atlının buna şaşırmasına şaşırırlar. “Elbette kolay yer verecek. Koça baksana, belki de hiç çalışmayız!” deyip gülüşürler.Atlılar giderken arkalarından bakan Mehmetler onların koç getirmeyerek pişman olduklarını düşünürler.
Mehmetler bir süre daha yürürler ve çalışma alanına ulaşırlar. Bu arada atlılar da alandan geri dönmektedir. Mehmet ve arkadaşları onların koç almaya gittiklerini düşünürler. Onlar koç alıp gelinceye kadar en kolay yeri alacaklardır.
Çalışma alanındaki birkaç kişi sanki onları bekliyor gibi karşılarlar. Yolun ortasında durmaktadırlar, her birinin elinde bir değnek… “Selamünaleyküm” “Aleykümselam” selamlaşmadan sonra sabırsızlıkla çavuşunnerede olduğunu sorar Mehmet: “Yol çavuşu nerede ağalar? Onu görmek istiyoruz. Bir hediye getirdik de!” Yoldakilerden birisi biraz öne çıkarak Mehmetleri yukarıdan aşağıya inceler. “Çavuşa hediye getirdiniz, öyle mi?” Mehmet sabırsızlanır. Gereksiz yere oyalandıklarını düşünür.Bir an önce çalışma alanını görmek ister. “Oyalamayın bizi de çavuş nerede söyleyin?” der. Karşılarındaki kişiler bu sözlere aldırmaz ve kendilerini takip etmelerini isterler Mehmetlerden.
Yol inşaatı boyunca yürürler. Yolda oldukça fazla çalışan vardır, ama iş hiç de kolay değildir. Taşsız yer yoktur. Çalışanlar bolca balyoz sallamaktadırlar. Selam verip kolay gelsin diye diye ilerlerler. “Kolay gelsin!” dileğinin anlam bulduğu yerde olduklarını anlarlar, ama Mehmetlerin içi rahattır. Onlar için uygun bir yer bulunacaktır.
Çalışılan alanın sonuna gelirler, etrafta kimse yoktur. Mehmetleri oraya kadar getiren grubun öncüsü durur ve çalışma alanlarının burası olduğunu söyler. Etrafa bakınan Mehmet ve arkadaşları gözlerine inanamaz, tamamen taş bir yer. Şaşkınlığı atlatıp haklarını aramak isterler. “Kardeşim sen bize çavuşu göster. Biz ona kınalı koç getirdik. Toprak yerde çalışacağız.” Karşısındaki kişi nedense kıpkırmızı olmuş, elindeki değneği kaldırıp saldırmak ister gibi ve sesi bütün dağda yankılanarak bağırır: “Ben Bilal Çavuş…Yol Çavuşu benim, çalışma alanınız da burası! Koçu ağaçların altına salın ot yaprak yesin. Siz de çalışmaya başlayın.”
Mehmet korkmuştur, ama durumu kabul edemez. Koç fikri ondan çıkmıştır. Arkadaşları şimdi ne olacak ifadesiyle yüzüne bakmaktadır. Kendini sorumlu hissederek çavuşa diklenir: “Hem koçu bırak hem taşlı yerde çalış!” Mehmet’in daha sözü bitmeden birkaç değnek iner. Şaban ve diğerleri araya girip Mehmet’i korumak istese de onlar da sopadan nasiplerini alırlar.
Ortalık sakinleşince Yol Çavuşu ve arkadaşları Mehmetlere nereye kadar çalışacaklarını gösterip ayrılırlar. Ayrılırken Bilal Çavuş’un sesi tekrar duyulur. “Koça iyi bakın, giderken geri götüreceksiniz. Zayıflamasın, kurda kuşa yem etmeyin hayvanı.” Mehmet ve arkadaşları olan biteni tam olarak anlamlandıramaz, ama çalışmaya da başlarlar.
Olay, diğer yol çavuşları tarafından da duyulmuştur. Sonraki günlerdeyol çavuşları Bilal (Tarakçı), Yandıra (Nuri Yalman), Ecelek (Hüseyin Türeyen) çavuşlar her gün gelip çalışmaları ve hatta koçu kontrol eder.
Bu arada Bilal Çavuş’un ilk günkü siniri anlaşılır. Mehmetlerin yolda karşılaştıkları atlılardan biri Cide Kaymakamıdır. Koç karşılığı torpil işini ciddiye almış ve yol çavuşlarına bunun takipçisi olacağını, doğruysa gerekli işlemi yapacağını söylemiştir.Yol inşaatında çalışılacak alanın belirlenmesini en basit şekilde, kişilerin geliş sırasına göre yapan çavuşlarüzülmüş, kırılmış ve çokça da sinirlenmiştir.
İlerleyen günlerde yol çavuşları,Mehmetlerin saflığını ve iyi niyetini anlar. Koç olayında bir yanlışlık olduğunu düşünerek araştırırlar. Köydekilerin tekrar çalışmaya geldiğinde durum anlaşılır.
Mehmet köyünde ve çevre köylerde sevilen güler yüzlü,şakacı, mukallit, saf bir çocuktur. Bu özellikleriyle etrafını eğlendirir. Yol çalışmasından dönenlere oradaki durumu sorunca, Mehmet’e muziplik yapmışlar. Çalışma alanı o günlerde Uzungüney diye adlandırılan alandadır. (Bugün tahminen 12 ila 18. kilometreler arası.) Toprak alan hiç olmadığı, her yer kayalık olduğu için ne yaparsan yap koç da götürsen fark etmez anlamında söylemişler meğer.
Mehmetlerin çalışmasından Cide Kaymakamı da yol çavuşları da çok memnun kalırlar.Mehmet’in verilen kumanyalarla karnını doyurmak yerine bir yerlerden sarımsak çıkarıp neredeyse yalnızca ekmekle sarımsak yemesi Bilal Çavuş’un dikkatini çekmiştir. Bunu kendisine de söylediği Kaymakam Bey’inMehmet’e sarımsak getirdiği bile olmuştur.
Taşlık yerde çalışırken de, sopa yediğini anlatırken de yüzündeki gülümsemenin sebebini sordum. “Kastamonu yolunu biz yaptık!” dedi. Aslında başka söze de gerek yoktu.
Mehmetamca,2015 yılında 106 yaşında aramızdan ayrıldı. O dönem yol yapımında çalışarak insanımıza deniz yolu dışında seçenek sunan tüm hemşerilerimize minnettarız. Mekanları cennet olsun.
Mehmet Amca benim tanıdığımda da hâlâ sarımsak yiyordu. Yemek olarak istediği de bol yağda hafif ateşte pişmiş sarımsak. Özellikle kendini iyi hissetmediğinde istiyormuş bunu. Pala Niyazi’nin sevgili eşi Fatma Hanım, “Sarımsağı çoğu zaman diş olarak bazen de dövülmüş olarak isterdi. Ben de bol yağda yavaş yavaş sarımsakları yakmadan pişirirdim, o da ekmeği bana bana yerdi, bunu çok severdi.” diyor.
Biz de bu öyküyü yazarken yapıp yemeye karar verdik. Ben, çocukluğumda kendim yaparak ve severek yedim. Hem de tam Mehmet amca gibi. Annemin yaptığı ekmekler henüz sıcak ve yumuşacıkken. Pişirme tekniğinin adı Fransız, ama ne ben ne de Mehmet amca bunu biliyorduk.
SARIMSAK CONFİT
Malzemeler:
- Sarımsak (İstediğiniz kadar)
- Zeytin yağı
- Tuz
- Kekik
- Tane karabiber
- Biberiye
- Defne yaprağı
Hazırlanışı:
Beş baş (istenilen miktarda olabilir) sarımsağı kabuklardan ayırarak tencereye koydum. Sarımsakları örtecek miktarda zeytin yağı ekledim. Kekik, biberiye, tane karabiber, defne yaprağından hangilerini tercih ederseniz koyabilirsiniz. Yeteri kadar tuz da koyduktan sonra ateşe koydum. En düşük ateşte pişirdim. Yağın çok kızdığını anladığım anlar ateşten alıp bir süre sonra tekrar ateşe kondum. (En az ateşte bile yanabiliyor.) Bir saate yakın ocakta kaldı. Biz üzerine kekik, karabiber ekerek yedik. Mükemmel oldu. Afiyet olsun.
Not: Geriye kalan sarımsakları 15-20 gün içinde tüketmek üzere bir kavanoza, yağını da daha sonra yemeklerde kullanmak için ayrı bir kavanoza koydum. Yağ israf olmuyor.
RECAİ YILMAZ