10 Şubat 2016 tarihinde aramızdan ayrılan Tekirdağlı halk bilimci dostum Prof.Dr. Erman Artun, bundan sekiz yıl önce bana bazı bilgisayar çıktıları göndermişti. “İçinde Kastamonulularla ilgili bilgi ve hikâyeler var.” diyordu. Bugüne dek bu dosyayı açacak zamanım olmadı. Çünkü, her hafta iki köşe yazısı yazdığımız hâlde neredeyse yedi yıldır Kastamonu konularını bitiremedik. Bu ne zenginlik? Durup dururken “2018 Türk Dünyası Kültür Başkenti” ilan edilmedik şüphesiz!
Prof.Dr. Erman Artun’un gönderdiği meddah hikâyesi, ünlü Karagözcü Hayalî Küçük Ali/Muhittin Sevilen (1886-1974) tarafından 1900-1905 yılları arasında İstanbullu bir meddahtan işitilmiş. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü Arşivinde bulunan ses bandından yazıya geçirilmiş. Ses bandındaki üç meddah hikâyesi şunlardır: Kastamonulu Aşçı Dükkânında, Kastamonulu Dolmuş Kayığında ve Çocuk Hamalı (Meddah Hakkı’dan). Prof.Dr. Özdemir Nutku tarafından üç hikâye tek metin hâlinde yazıya geçirilmiştir.
Hikâyede Kastamonulu Mehmet Ağa, “İstanbul’un taşı toprağı altınmış.” rivayetine inanıp on beş günde yürüye yürüye Kastamonu’dan kalkıp İstanbul’a geliyor. Niyeti, heybesini İstanbul’un taşı toprağıyla doldurmaktır. Heybesindeki yiyecekleri tükendiğinden yolda çok zahmet çekiyor.
Bir gün, sabah vakti Üsküdar’a geliyor. Çamlıca Tepesi’nde bir aşçı dükkânını açmış, yemeklerini tezgâha koymuş, müşteri bekliyor. O yıllarda, dükkânlar sabah ezanından sonra açılıyor. Mehmet Ağa, dükkân önünde, mis gibi yemek kokularını duyunca âdeta kendinden geçiyor. Aşçı onu müşteri sanıyor. Mehmet Ağa’nın ise parası yok. Aşçı zorla onu dükkâna sokup bir masaya oturtuyor. Utangaç bir müşteri kabul ediyor. Yemekleri saymaya başlıyor:
- Çorba var, tas kebabı var, kızartma, fasulye, patates, nane, pırasa, ıspanak, dolma vesaire…
Kastamonulu:
- Getübağalım, o vesaire dedüğünden, der.
Aralarında şöyle bir konuşma geçer (özetle):
- Efendim o yemek değil.
- Ne o ya?
- Efendim, mesela şu bu demek.
- O şu bundan getü
- Efendim, yani, nasıl anlatatım. Çorba vereyim mi?
- Çorba getü.
Mehmet ağa’nın önüne bir kâse çorba geliyor. Memleketinde kâse ile çorba yememiş hiç. Karavana, Zenger ile yiyor. Üç metre boyunda bir adam. Aşçıdan çorbayı tenceresiyle istiyor. İçine beş somun doğruyor. Kepçeyle yiyor. Aşçı sevinçle Mehmet Ağa’yı seyrediyor. Bir tencere çorba, beş somun satıldı bir anda diye. Mehmet Ağa yemek olarak aşçının 12 tencere yemeğini yiyor. Dükkândan para vermeden çıkarken aşçı arkasından koşup parasını istiyor.
Mehmet Ağa, parasının olmadığını söyleyip aşçıyı Kastamonu’ya davet ediyor.
- Gel benim memlegetüme. İstedüğüngadaparasuzyemekyedüreyün sana, diyor.
Aşçı ile Mehmet Ağa’nın münakaşasını işiten bir yaşlı mahalleli yanlarına yanaşıp olayı öğrenince Kastamonulunun yemek parasını ödüyor, hatta Boğaz’ı geçmesi için harçlık bile veriyor. Yüz elli kiloluk Mehmet Ağa’yı kayıkçılar kayıklarına bindirmek istemiyorlar. Aralarında gülünç konuşmalar geçiyor. Güç bela Mehmet Ağa bir kayığa biniyor. Yahudi kayıkçı:
- Bugün şarkı türkü yok. Herkes kendi dinince salavat getirsin. Çünkü, kayığa Azrail oturdu, diyor..
Mehmet Ağa’nın ısrarı üzerine kayıktaki Köse Dayı, Kayserili Mehmet Ağa, Meşhedi Ali Ekber Ağa, çapkın bir delikanlı, birer türkü söylerler. Kastamonulu Mehmet Ağa’dan da bir türkü söylemesini isterler:
Dağda da davar güderim
Emine’ye selam ederim.
türküsünü söyler.
Türkü faslı kayıyıkçıMişon ile Karadenizli’nin türküleriyle devam ediyor.
Mehmet Ağa, Eminönü’nde kayıktan karaya çıkıp önüne, sağına, soluna bakınıyor, taşlar topraklar altın gümüş mü diye. Tabi şaşırıp kalıyor. Bu sırada yanına çocuklu bir kadın yaklaşıyor. Parayla çocuğunu taşımasını istiyor. Mahmutpaşa’da çocuğun annesi ortadan kayboluyor. Macera uzun. Sonunda karşısına bir Kastamonulu çıkıyor. Şöyle diyor:
- İstanbul’un taşı toprağı altındır ama çalışırsan!
Bu meddah hikâyesi, tespitlerimize göre, Prof.Dr. Özdemir Nutku’nunMeddahlık ve Meddah Hikâyeleri kitabında (Ankara 1997, s. 297-321) yayımlanmıştır. Mehmet Ağa, Kastamonu ağzıyla konuşur. Çok uzun, ilgi çekici bir hikâyedir.