İstiklal Yolu, döneminde gazetecilerin, subayların, tarihçilerin ve gezgin gözlemcilerin notlarına düşmüş, tarihe tanıklık eden bir güzergahtır. Hem tarihi ve edebi kaynaklardan hem de sözel olarak yerel kaynaklardan birçok bilginin toplanabildiği bu tanık yol zaman zaman mekân, kurgu ve anlatı olarak da edebi eserlere de yansımıştır. Bu eserlerden çoğu Türk edebiyatçılara ait olmasına karşın İngilizce bir eser de istisnai bir örnek olarak bulunmaktadır. Bu eser, AnnBridge’in 1952 yılında yayımlanan “The Dark Moment” adlı romanıdır.
Ann Bridge, bir İngiliz diplomatının eşi olan Mary Dolling Lady Sandres’un takma adıdır. Bridge bu romanının ana örgüsü, Mustafa Kemal’in yaverlerinden biriyle evli olan Feride’nin çocukluk arkadaşı İngiliz kızı Fanny Price’nin Milli Mücadele dönemindeki Mustafa Kemal’e olan aşkı ve bunun çevresinde oluşan olaylardır. Romanda genç kadınların İstanbul’dan başlayan yolculukları vapurla İnebolu’ya buradan da İstiklal Yolu ile Anadolu içlerine ulaşan bir yolculukla kurgulanmıştır.
Ann Bridge yani LadySandres (1889-1974), bir gezgin olarak yabancı ülkelerde yaşanan olaylardan çıkarılmış 14 romana, bir gizem serisine ve birkaç tane de otobiyografik çalışmayı ele almış bir yazardır. Kendisinin yazmış olduğu The Dark Moment adlı romanı 1962 yılında Milliyet Yayınları tarafından “İzmir Ateşler İçinde” adıyla Türkçe olarak da yayımlanmıştır. Ann Bridge yazdığı bu romanda tarihe yine tanıklık ederken aslında yazdığı dönemde Anadolu’da bulunmamış, bu dönemi yazan yabancı gazetecilerin kitaplarından ve dönem kroniklerinden yararlanarak romanını oluşturmuştur.
- ••
Kitabın genelini anlatmadan konumuz olduğu üzere AnnBrdige’in İnebolu’dan Ilgaz’a kadar yolculuğuna bakarak İstiklal Yolu üzerine olan bilgilerimizi derinleştirelim.
Romanın başkahramanlarından olan Nilüfer ve Feride, İstanbul’dan yola çıkıp Ankara’ya gitmeye çalışmaktadır. Kadınların, Anadolu’daki eşlerinin yanına gitmek için bindikleri vapur ise dönem Anadolu’sunun özetidir aslında. Vapurda bu roman kahramanları gibi sivil insanlar, tüccarlar, verilen bağımsızlık çabasını baltalamak isteyen ajanlar ve aynı zamanda mücadeleyi besleyen akıl insanları ile askerler ve Anadolu’ya kaçırılan cephane ve lojistik malzemeler vardır.
Roman kahramanları İnebolu’ya dalgaları kollayarak, dalganın yükselmesi ile vapura yanaşan kayıklarla çıkarlar. Kayıklar, insanları vapurdan kıyıya çıkardığı gibi diğer cephane ve malzemeleri de karaya ulaştırır. 6-7 kayıkçı grubu hızlı bir şekilde yükledikleri kayıklarını kıyıya yanaştırmakta, buradaki insanlarca boşaltılan malzemelerden sonra kayıklar tekrar vapura dönerek seri bir şekilde malzemelerin boşaltılmasını sağlamaktadırlar.
Feride ve Nilüfer bakımsız ve soğuk bir otele bir geceliğine yerleşirler ve ertesi günü Kastamonu’ya doğru yola çıkacaklardır. Ann Bridge geçecekleri yol için “Türkler bugün dahi” diyerek şu ifadeyi kullanır: “ Çıkacağımız yol, tarih boyunca anılacak, milletin kaderine karışmış bir yoldur. Bugün hala Türkler bu yola “İnkılap Yolu” derler ve gururla bahsederler.”
Ertesi gün pazardır ve İnebolu’nun sokakları tıklım tıklım doludur. Hem köylüler ilçe merkezine inmiş hem de zaten o günlerde metropole dönmüş merkezde bir cümbüş havası vardır. Ann Bridge roman kahramanlarının ağzından o renkli tabloyu şu şekilde betimler:
“ Çoğunluğu pembe şalvarlı, önlerinde hizmetçilerinkilerini andıran önlükler, sırtlarında kapitone hırkalar bulunan kadınların oluşturduğu bir kalabalık. İstanbul’daki kadınların giydiği çarşafların aksine İnebolu’da sadece saç ve omuzları örten bazıları işlenmiş beyaz tülbentleri vardır.”
İki atlı yaylı araba ile yola çıkar Feride ve Nilüfer. Araba henüz ilçeden çıkıp Çuha Doruğuna doğru yükselmeye başladığında, kestane, dut ve vişne ağaçları arasında ilerleyen yolda birer metre aralıklarla ilerleyen insan zincirleri ile karşılaşırlar. İnsanlar vapurlardan kıyıya indirilen malzemeleri Anadolu’nun içlerine taşımaktadırlar ve bu insan zincirlerinin çoğu halkasını kadınlar oluşturmaktadır. Bu kadınlar ise şu şekilde anlatılmaktadır romanda:
“Pembe entarili, al çiçekli bol şalvarlı kadınlar, çoğu bir kolunda mermi ötekinde yavrusuyla yürüyordu. Ötekilerin yanında da çamurda düşe kalka ilerleyen birkaç küçük çocuk vardı. Zaman zaman çocuğuna seslenen bir kadının sesi duyuluyorsa da genelde kimse konuşmuyor büyük bir sessizlik içinde yüklerinin ağırlığı ve yollarının uygunsuzluğunun etkisiyle soluyarak ilerliyorlardı.”
Erkeklerin cephede olmasından dolayı daha çok kadınların yükün altına girdiğini öğrenen kahramanlardan Feride, kendilerine refakat eden kişiye neden bu ağır yüklerin kağnılarla taşınmayıp, omuzlarda götürüldüğünü sorduğunda, yolun balçık olmasından dolayı bu yükün hayvan ve arabalarla çekilemeyeceğini ve yolun bu halinin Ecevit Mevkiinden itibaren düzelip kağnıların orada kullanılmaya başlayacağını öğrenir. Tabi bu durum muhtemelen kış ayları boyunca yaşanmış bir durum olsa gerek.
Yolun ilk duraklarından biri Solgan Han’dır ve bir sonraki durak ise o dönemler oldukça canlı sayılabilecek Çuha Doruğu’ndaki köy ve buradaki handır. Handa konaklarken yapılan gözlemlerden biri yöre insanlarının, yük taşıyan köylülerin keçi derisinden çarıklar giydiğidir.
- ••
AnnBridge’nin romanına yansıyan en zengin anlatımlı noktalardan bir tanesi Ecevit Mevki ve buradaki Ecevit Hanının sahibi İsmail Ağa’dır. Kitapta, İstiklal Yolu güzergâhı için en iyi dinlenme noktası olarak gösterilmektedir bu mevki.
Ann Bridge romanının sayfalarında burayı şu şekilde aktarır: “Ecevit Han, Türkiye’de bir efsane olmuştur ki Karadeniz’den Ankara’ya kadar uzanan o koskoca, sıkıntılı uzun yoldan ötekilerle karşılaştırılacak o olursa dinlenilebilecek, birazcık rahat edilecek tek yerdi. Yola çıkanlar birkaç gün burada kalır ve yorgunluk atarlardı. Çevresindeki vadiye hâkim, uzunca ahşap bir yapı olup bir yanında on kadar pencere köye diğer yanı salkım söğütlere bakıyordu.”
Handa, alt katta yolcuların atlarının durduğu ahır, üst katta insanlar için odalar bulunmaktadır. Ayrıca alt katta bazı bölümler ayrıca düzenlenmiş burada da arabacılar ve cephane taşıyan insanlar için kalmaları sağlanmıştır. İkramlar güzel, odalar ve yataklar temizdir. Ann Bridge, 1960’larda İsmail Ağa’nın ölmüş, hanın terk edilmiş olduğunu ve hanın bazı odalarında Milli Mücadele döneminden kalan, sıvalar üzerinde ünlü isimlerin imzalarının olduğunu da bir bilgi notu şeklinde ekler.
Ecevit Mevkii aslında bir yükleme istasyonudur da. Bu noktadan itibaren yol ve mevsim koşullarından dolayı omuzlarda taşınan yükler kağnı ve arabalara yüklenir. Burada genelde sayısı 30’u bulan kağnı kafileleri oluşturulur ve bu kafileleri de yine kadınlar yönetmektedir.
- ••
Feride ve Nilüfer Kastamonu’ya ulaştıklarından yine bir handa konaklarlar. Bu bölümde kısa bir kent tarihi anlatımından sonra kent tasviri başlar:
“Bu, nehrin iki yakasında hafifçe yukarı doğru yükselen tepeler üzerine kurulmuş, orta yerde renkli taşlardan yapılmış, parlak göğe doğru yükselen burcuyla güzelce bir şehir. Tepelerin üstünü kaplayan ormanların altında taş, üstü gümüşsü bir renk almış tahtadan yapılmış evlerin arasında dar, taş döşeli yolları vardı. Pencereleri tahta kafesle örtülü cumbaları, tahta kemeleri ile bu sokakların kendilerine özgü güzel bir manzarası vardı. İnce tahta çıtalardan yapılmış bu kafeslerden bakınca içerisi görünmüyor ama dışarısı görülüyordu.”
Bir gece Kastamonu’da konaklayan Nilüfer ve Feride ertesi sabah vakit kaybetmeksizin Ankara’ya ulaşmak için Ilgaz üzerinden yola çıkarlar. Ilgaz yolu da çamurlu ve zordur. Önce köyün ortasına değirmen var dedikleri Beşdeğirmenler Mevkiine varılır. Buradan sonraki durak Bostan Köy Hanıdır. Han çok kötü koşullardadır ve zor bir gece geçirirler. Ertesi sabah Ilgaz Dağı tırmanışı başlar ve sert kış koşulları ile yoğun kar yağışından dolayı arabacıları olan İnebolulu Mehmet geri dönmek ister. Arabacı Mehmet’in bu zayıflığı ve kolay vazgeçme isteği karşısında isyan eden Feride şöyle bir cümleyi bağıra bağıra sarf eder:
“Kastamonulu adam gibi azıcık zor karşısında yılacak mısın? Olacak iş değil! Aklım almıyor doğrusu. Ben İneboluları başka türlü sanırdım. Hiç olmazsa kendi memleketlerinin kadınları gibi, onlar kadar cesaret sahibi olmalarını beklerdim. Yazık, kara kışa rağmen sırtında cephane taşıyan kadınlar kadar değilmişsin.”
Feride’nin bu sert söylemi üzerine utanan ve elbette ki gururuna dokunan arabacı Mehmet, geri dönmek kararından vazgeçer Ilgaz Dağı zorluklarla da olsa aşılarak Ilgaz Kasabasına kadar varılır… Feride’nin buradaki sert söyleminde Kastamonulu adam gibi azıcık zor karşısında yılmak” eleştirisinin açıklaması maalesef yok. Ama Kastamonu’da kaldıkları bir gün içerisinde bir şey yaşamış olmalılar ki, Feride’nin gözünde Kastamonulu insanlar böyle bir intibaa sahip olmuştur. Roman buradan sonra devam eder ve Milli Mücadele Döneminin Anadolusu tarihi bir belge gibi okuyanlara sunulur.
- ••
İstiklal Yolu bir vakıa olarak hem yaşanmışlığın hem de bu yaşanmışlıkların yazılı satırlara yansımasının yoğun olduğu bir yerdir. Bu yoğunluk elbette ki yürütülen tarihi misyon, İnebolu’nun ve Kastamonu’nun kendine has varoluşları ve yine bölge coğrafyasının ünik karakteri sayesinde yaşanmış ve birçok alanda yansımasını bulmuştur.
AnnBridge’nin bu romanında İstiklal Yolu odağındaki sayfalarında özellikle Kastamonu kadınını tarifleri oldukça övgü doludur. Kadınların İstanbul’daki çarşaflı kadınlara karşın sadece tülbent takmaları, zaman zaman tülbenttin sıyrılmasına karşın erkeklerin buna hiç dikkat etmeyip kadınların da tüm doğallıklarıyla davranmaya devam etmeleri, üstün cefalara, yolun güçlüklerine karşı yanlarındaki kundaklı bebelere karşı olan vicdanlı şefkatleri gurur verici cümlelerle aktarılır. Hatta Çuha Doruğu mevkiinde bir handa dinlendikleri sırada ikiz bebeği ile gözlemlenen bir Türk Kadını, altıncı kez cephane taşıyıp nasıl güçlükler çektiklerini aktardıktan sonra, “İnsan, memleketi için bu kadar da yapmasın mı?” der ve ikiz bebeklerini yeniden sarıp sarmaladıktan sonra yola koyulurken “Onlara ilk öğreteceğim kelime Mustafa Kemal olacaktır” diyerek Türk Kadının bu işi neden yaptığını, farkındanlık bilincinin hangi seviyede olduğunu göstererek dönem kadının bir portresini çizer.
MURAT KARASALİHOĞLU