Bazen şahit olduğunuz bir olay o an için hayatın akışında son derece sıradan bir an gibi gelir size. Ama biraz vakit geçince birkaç dakikalık bir anının arkasında nasıl bir hikâye olabileceğini düşünürsünüz ve bu sizi deli deli sorgulamalara götürür.
Ben de ilimizde yaşanan sel felaketi sırasında AFAD gönüllüsü ve KADASK (Kastamonu Dağ ve Doğa Sporları Kulübü) üyesi olarak sahada çalışırken bir günde üç kere yaşadım bu hissi.
Olay kahramanlarının ismini geçirmeyeceğim burada, zaten bilmiyorum da, ama önemi de yok. Yani bir haberde olması gereken 5N 1K (Ne oldu? Nasıl oldu? Neden oldu? Nerede oldu? Ne zaman oldu? Kim hakkında?) kalıbı dışında anekdot bunlar. Fotoğraf da olmayacak ve onların bu yazının kahramanı olduklarından haberleri de…
‘Su küçüğün, söz büyüğün’ demişler, onun için amcamızdan başlayacağız anlatmaya. AFAD gönüllülerin yanına yaklaşan yaklaşık 70 yaşlarındaki amca, sıkılgan bir ses tonu ile ‘Benim evi sel aldı, köye gidiyim dedim köprüler yıkılmış köye salmadılar, iki gece dışarda yattım bu gece yağmur yağacak diyorlar bu çadırlardan birinde bir gece kalsam olur mu?’ Amcam bunu sorarken bir elinde sadece bir bez torba dolusu eşyası ve diğer elinde ise nüfus cüzdanı vardı.
Amcam, bu felakette dahi devletten bir şey isterken sorarlar diye kafa kâğıdını hazır etmiş elinde. AFAD yetkilisi görevli, amca bir bakalım diye listeyi karıştırırken biz de kendisiyle ile iki çift sohbet ettik. Yemek yemedi, çay içmedi. Birkaç dakika sonra, kalacağı çadıra götürülürken kuşkulu gözlerle herkesi süzdü. Bu kadar kolay ve kısa sürede nasıl oldu bu iş? Üstelik kafa kâğıdı soran da olmadı. Devlette bu işler böyle yürür mü hiç?!
İkinci kahramanımız, yardım gönüllüsü olmak için yanımıza gelen genç bir bayan. Geçen hafta Almanya’ya gitmiş. Üç gün sonra sel felaketini haber alır almaz geri dönmüş memleketine yardım ihtiyacı olur diye. Kendisi sağlık görevlisi üstelik.
Akşama kadar çalıştı, ayrılırken ‘Evim çok yakın, bir ihtiyacınız olursa gelin’ diye söz aldı. Yardıma gelenlere de yardım etmeye hazırdı.
Üçüncü ve son kahramanımız ise bir çocuk. AFAD çadırları arasında kardeşi ile saklambaç oynarken ara sıra annesinden ‘doğru durun çarparım bak’ ihtarını alan bir kız çocuğu. Gelen oyuncağı gördü ve sordu: ‘Bu benim olsun mu?’
AFAD yetkilisi arkadaş, yüzünde gülümseme ile ‘O bir çocuğa geldi, izin verirse senin olabilir. Nimet ablana bir sor bakalım izin veriyor mu?’ dedi. Nimet ablasının yanından koşarak neşe ile gelen kızın sevinci etraftaki herkesin içini ısıttı: ‘Bana gelmiş zaten bu bebek, yaşasın’.
Çocuk her yerde çocuk. Evi sel götürmüş, çadırda yaşarken saklambaç oynamak ve bir oyuncak sahibi olmak mutlu olmak için yetiyor ona.
Yetişkinler ise her yerde yetişkin. Çocuklar gibi tok gözlü olmayı öğrenemedik gitti.
Diğer tüm felaketler gibi bu felaketin de sebebi biz yetişkinlerin aç gözlülüğü değil mi?
Feza TİRYAKİ