Kastamonu’da gerçekleştirilen Kadın Mitinginin 100’üncü yılı kutlama etkinlikleri gerçekleştirildi geçtiğimiz günlerde.
Tarihsel açıdan belki “dünyanın ilk kadın mitingi” olmasa da Anadolu’da gerçekleştirilen ilk kadın mitingi olması nedeniyle ve Anadolu’nun bağımsızlığı için topyekun mücadelenin görülmesi açısından oldukça önemlidir.
Birçok insan ve grubun katılımıyla, emeği ve paylaşımı ile de bu önemli olay, bir asır anması olarak bilinçlere kazınmak ve farkındalık yaratmak adına çeşitli etkinliklerle yad edildi ve önemi ortaya konmaya çalışıldı.
Etkinlikler, farkındalık yaratmış olacak ki aynı gün sosyal medyada bir fotoğraf yayıldı. “10 Aralık Kadın MitingiKomitesi üyeleri” başlığı ile servis edildi tüm mecralara bu fotoğraf ve çıkış noktası ise Kastamonu idi.
Ee haliyle olay çok sükseli olunca elden ele, sayfadan sayfaya yayıldı anında.
Bu fotoğrafı hem beğenen hem de paylaşan herkes “önemli bir şey yaptığını” düşünüyor, tarihine, kentine, bilincine bir katkıda bulunduğunu sanıyordu. Göğüsler gururdan şişmiş, klavyede eller gözükara bir yeniçeri edasıyla çalışıyordu. Herkes tarihe ve kentine sunduğu katkıdan dolayı mağrurdu…
Herkesin tarihçi, herkesin siyasetçi herkesin dolu dolu milletini ve tarihini seven olduğu bir dönemde, herkesin milli ereği, herkesin ulvi utkusu olan “Kastamonu’nun tanıtımı ve turizmi” için eller taşın altına konmuş ve taş yerinden kaldırılmıştı.
Hatta bireysel kahramanlıkların yanı sıra özellikle İstanbul’daki Kastamonu oluşumları düzenledikleri etkinliklerde bu fotoğrafı yakalık bile yaparak her bir Kastamonulunun tarihine, kadınına ve milli bilincine sahip çıktığını, “bildiğini” “bilinçli” bir Kastamonulu olarak dünyaya haykırmıştı…
***
Ama ortada bir sorun vardı!..
İstinasız herkesin mal bulmuş mağribi gibi sarılıp sahiplendiği tarihini anlatan o fotoğraf “10 Aralık Kadın Mitingi Komitesi üyeleri”nin fotoğrafı değildi.
1919 fotoğrafı bile değildi…
***
Yanlış, bilmeden sahiplenme işi o kadar büyümüştü ki gazeteler bile birinci sayfasından “Bu fotoğraf o fotoğraf değil” demek zorunda kalmıştı.
Elbette bu yanlış fotoğrafın yayılmasına katkıda bulunan insanları da anlamak lazım.
İyi bir şey yaptıklarını düşünerek hareket etmişlerdi. Soylu miraslarına sahip çıkmak ve kentlerine bir katkı sunmak istiyorlardı.
Ama iyi olmak yetiyor muydu?
Özellikle bu sosyal medya çağında, hiç ama hiç okumadan, bilgi sahibi olmadan, herkesin her şey olduğu bir dönemde bilmeden, sormadan, sorgulamadan, her bir bilginin, özlü sözün ve görselin üzerine atlandığı bir ortamda iyi ya da iyi niyetli olmak yeter miydi?
10 Aralık Kadın Mitingi ile her mecrada yayılan fotoğraf şu anda Kastamonu dışındaki sosyal medyanın hala gündeminde. Kastamonuluların, Kastamonu’yu, kendi tarihlerini bilmedikleri üzerinden yürüyor tartışmalar; hatta ve hatta bu yanlış fotoğraftan dolayı Kastamonuluların “tevatür tarih” yarattığı ve kendi kendilerine avundukları gibi şüpheci, sorgulayıcı ithamlarla yürüyor.
Elbette tarihsel gerçekleri bu yaklaşımlar değiştiremez ama “Kastamonu/Kastamonulu imajı” kötü yöne doğru değişir…
Hani “yüzyıllardır” “neden Kastamonu tanınmıyor” ya da “Kastamonu neden kötü biliniyor” imajı…
***
Tek bir olay gibi bakmamalı bu duruma aslında. Çünkü yarım, eksik bilgi bu Kastamonu’nun kimliği gibi oldu yıllarca. O kadar çok ki tevatür tarih ve tevatür bilgi ile bu kenti anlatmaya/tanıtmaya çalışmak, şimdi şimdi sosyal medya çoğaldı da olayın vahameti anca görülebiliyor.
Yani bir enstrümansa bilgi, Kastamonu Senfonisini çalacak, bu enstrümana dokunan birçok kimse yanlış notadan başlıyor çalmaya…
Ee doğal olarak da senfoni yerine kakafoni çıkıyor…
***
Şimdi sadece sosyal medya çağına tek başına suç atmak olmaz… Yok herkes aynı durumdaydı, yok çok hızlı yayılıyordu yok efendim önüne geçilemiyordu filan…
Değil, tek suçlu sosyal medya değil…
Suç, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmakta… Suç, TV dizilerinden tarih öğrenmeye kalkmakta… Suç, liyakat sahibi olmadan kendini her dertten on okka sanmakta… Suç, herkesin kendini ilk defa Amerika keşfetmiş Kolomb edasıyla davranmasında…Suç, herkesin “en”lerin, “ilk”lerin peşinde koşmasında…Suç, bilginin dahi ne olduğunu bilmemenin üstüne, doğruyu ve yanlışı bile ayıramazken kendini toplum önderi-üstün tarihçi-deha siyasetçi olarak görmesinde… Keza suç bu ya say say bitmez…
***
Özetle, tek bir örnekten yola çıkıp, benzerlerini de hesaba kattığımızda; bir yanlış fotoğrafın, yanlış bilmenin ve yanlışı tekerrür ederek doğruymuş gibi sunmanın sonucu şu çıkıyor:
Hani herkesin derdi ve hep söylendiği şey olan, “Kastamonu tanıtılamıyor, çok uğraşıyoruz ama bir türlü başaramıyoruz ve nedenini de bilmiyoruz” durumu var ya işte bunun nedeni yukarıdaki örnekten yola çıkıldığında, neden tanıtılmadığı neden tanınmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü Kastamonu ve Kastamonulular, Kastamonu’yu keza birçok şeyi de tanımıyor/bilmiyor. Bilgiyi bilmiyor, bilmek için de çabalamıyor…(Çağımızın bulantısı…) Yukarıda olduğu gibi kendince kahramanlık yaparken tanıtım adına “bilgisizliği”, “yarım kalmışlığı”, “kendince çok bilmişliği” kullandığından ortaya koskoca ama “koskoca bir hiç” çıkıyor… Çünkü bilen birileri bu durumu görünce iplemiyor, saplamıyor… Dünyanın sadece Kastamonu’dan ibaret olmadığını biliyor… İşin kötüsü o, bu çok bilmişlik tavrı içinde Kastamonu da ne yaptığını bilmemezlik gerçeğinde “bildiğini sandığıyla” da “neden tanıtılmıyor” diye yakınmaya devam ediyor…
Ilgaz YÜCELER