Yazının sonunda demem gerekeni en baştan söyleyeyim dostlar. 2022 muazzam mutluluk, bereket, huzurla gelsin hepinize. Dilekleriniz, hayalleriniz, umutlarınız tekmil gerçek olsun.
Yılın bu son yazısını daha neşeli yazmak isterdim. Ancak yeni bir yıla demek hiç okunmamış 365 sayfalık bir ömür kitabı demek. Bu yüzden de gönlümde ötelediğim, noktası olmayan gönül yaramın noktasını koyabileceğim. Umarım sizler de 2022’ye gönlünüzdeki her şeyi tamamlayarak girebilirsiniz.
Benim yaram yaklaşık üç aydır ertelediğim bir veda. Fazlaca zor, fazlaca kavurucu, ama yaşam döngüsü böylesine insafsız ve net işte. O yüzden de ötelemek sadece gönüldeki yükü çoğaltıyor.
Ve gelelim zor olanı yapmaya…
Öncelikle zamanda azıcık geriye gideceğiz… 2020 yılının son günleri bana harika bir hediyeyle gelmişti. Bir sebeptenbarınaktan bir can almamız gerekmişti. Bu gelen can nasıl tarif etsem bilemedim ama bir şekilde sihirliydi… Gelmesinin hemen ardından psikolojisinin bozukluğundan mı yoksa hava değişiminden mi bilemedim ancak hastalandı. İki ayı geçkin bir süre ilaç tedavisi sürdü.Bu arada psikolojisini düzeltmek için de gayet programlı bir şekilde yürüyüşler yaptık.
Kim kime şifa oldu hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ama iyi bildiğim şey, Akça ilk geldiği andan itibaren yaşamımınbambaşka bir yöne akmaya başladığıdır. Akça’yla yaşadığım her gün ruhuma da bedenime de şifa oldu… Dedim ya “sihirliydi” diye, işte o sayedebirikmiş dertlerim, yaralarım, travmalarım onun yanındasilinip gitti.Becerebildiğim ölçüde ona çok iyi bakmaya çalıştım. Ve karşılığında da Akçam da bana çok iyi baktı. Hiçbir ön koşulu olmayan sevgisi ve şefkati de ayrıca ödülüydü…
Hayat kendi rutini içinde sevdiklerimizi, hayallerimizi, umutlarımızı bazen sırayla bazen de sırasız elimizden alıyor. Toprağın altına koyup vedalaşmak zorunda kaldıklarım yüreğimin bir yanında kara delik gibi duruyorlar. Kardeşim, büyükbabam, babaannem… Şimdi bu kara delik biraz daha büyüdü. Hayat benim rızam dışında Akça’yı da elimden aldı…
Üç ayı biraz geçkin bir süre önceşehir dışına çıkmam gerekti.Eğer o gün Akça ile vedalaşırken onu bir daha göremeyeceğimi bilsem daha sıkı sarılırdım. Kokusunu daha çok içime çekerdim. Ve hayat habersiz gelmeyi çok seviyor…
Akça kaybolduktan sonra çok aradık onu. Önceannem, halam ben evde yokum diye ben gelinceye kadar günlerce yürüyerek aramışlar. Kaç kilometre etmiş kim bilir? Ama tahminin yürüdükleri yolu arka arkaya eklesek buradan Ankara’ya varır. Akıllarına gelen gelmeyen ve hatta şöyle yapın bulursunuz diyen her aklı denemişler.Karakola, belediyeye çözümü bulabileceklerini umdukları her yere gitmişler, haber bırakmışlar. Bir şekilde en az Ilgaz’ın yarısını seferber etmişler dersem abartı olmaz. Ben de geri geldikten sonra günlerce, haftalarca, aylarca durmaksızın aradım. Hâlâ arada çıkıp daha önce Akça’yı götürdüğüm yerlere gidiyorum belki gelmiştir diye. Bir yerlerde bir köpek grubu görürsem içlerinde belki Akça da vardır diye hemen giriyorum aralarına…
Buraya yerleştiğimizden beri biraz da benim isteğimle evimiz ve bahçemiz nöbetçi barınağa dönüştü. Büyük bir kedi popülasyonu ve makul bir köpek popülasyonu ile yaşayıp gidiyoruz. Onlar olmasa hiç avuntu bulamazdım.Hatta Akça’yı ararken görüp sokaktan aldığım Premses’in de gelmesiyle daha da şenlikli hale geldi muhitimiz. Aslında buruk bir halde şenlikli demek daha doğru olur. Evde herkes ara ara Premses’e ya “Oğlum” diyorya da “Akça”…Premsesvarlığı ile bir nebze de olsa dağılmamı engelledi sağ olsun. Hayat böyle de tuhaf işte eğer Akça gitmeseydiPremsesgelemeyecekti belki de. Keşke şimdi hem Premses hem de Akça olsa…
Tüm duygularımın arasında elbette tüm bu yitirmelerin, gönül yaralarının, hasretliklerin insan olmanın zorunlu gereği olduğunun farkındayım. Bu vahşi gerçeği tüm yırtıcılığına rağmen kabul ettim. Zaten kabulden başka da yol yok.Sanmayın ki dünyanın en dertlisi benim diyorum. Her birimiz kendi hikayelerimiz içinde kendi sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, hayallerimizi, zaferlerimizi, mağlubiyetlerimizi yaşayıp gidiyoruz.Bunları yazmamın tek nedeni şifa bulmak için önce kabul etmek gerektiğini bildiğimden.
Eğerhasretlik yüksek sesle dile gelmeye başladıysa artık veda vakti de gelmiş demektir. Her hoşça kal geçici bir ayrılıksa her elveda da bir devrin kapanışıdır. Sonuçta içimizdeki her duygunun ayrı bir cümlesi vardır. Hercümlenin de bir noktası olması gerekiyor.Yoksa yeni cümlelerimize başlayamayız.
İşte bu yüzden tüm samimiyetinize güvenerek sizleri kendime dert ortağı yapıp2021’in bu son yazısında Akça ile olan cümleme noktayı koyuyorum.
Gönlüm darmadağın…
Burnumda sızıdan direk kalmadı…
Biliyorum diğer tüm hasret kaldıklarım gibi Akça’nın da hasretliği tahammül edilebilir hale dönüşecek. Ve bu dönüşüm için de gitmesine izin vermem gerekiyor.
Hiç bilmiyorum şu an Akça bir yerlerde dolanıyor mu?..
Eğer dolansaydı evine dönerdi diyorum kendime…
Ya da birileri öylesine özel bir canı alıp kendi evinin önüne mi bağladı…
Eğer bağladılarsa biliyorum bağını koparttığında döner evine…
Veyahut da bu dünyadaki nefesleri bitti, istese de dönemiyor bana…
Hangi hal olursa olsun biz ayrıyız.
Bir şekilde yeni cümleler kurabilmek için Akça’ya son cümlemi kurup noktayı koymak zorundayım.
Gönlüm izin vermiyor… Kelimeler boğazımda yağlı urgan misali…
Dilim söylemiyor. Elim varmıyor. Parmaklarım basamıyor tuşlara.
Kendimi tüm irademi zorlamam gerekiyor.
Görüşümü engelleyen tuzlu suya rağmen yazmaya çalışıyorum.
Hatta yazmamak için lafı dolandırıyorum. Fakat bir daha görüşememeyi kabul etmenin de, ileriye bakmanın da biricik özeti bu…
Akçam… Güzel oğlum, yoldaşım her ne halde ve her nerede isen çok iyi ol. Çünkü ben de çok iyi olacağım oğlum…. Elveda…
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU