Merhaba dostlar, bugün birlikte biraz geçmişime yolculuk yapacağız. Geçenlerde kendi kendime yaşadığım bir nostalji anı bu yazıya ilham verdi. Gençliğimiz, seçimlerimiz bizi biz yapan şeyler. Bunlardan söz etmek isteri. Bu yazının konusu ne diye soracak olursanız da “Ağaç yaşken eğilir” diyerek özetleyebilirim.
“Franz Liszt Hungarian Rapsody No:2” bu eser hayatımın çok enteresan bir dönüm noktasında durur.
Ya on iki ya da on üç yaşındaydım şimdi tam hatırlayamadım. Eve babam video oynatıcı almıştı. VHS değil BetaMax olanlardan. Sonradan bunun da ayrıca sıkıntısını çektik. Çünkü VHS’ler daha popülermiş. Zaman zaman o günün koşullarına göre yaptığımız kısa vadeli seçimler sonrasında bize daha pahalı olarak dönüyor ama bu yazının konusu seçimlerimiz değil.
Eğer ben bugün klasik müziği çok seviyorsam ve nitelikli müzik peşinde koşuyorsam tüm sebebi o küçük yaşımda eve o video oynatıcının gelmesi ve babamın da Walt Disney çizgi filmlerinden oluşan bir kaseti eve getirmesidir.
Tom (evin kedisi) bir konser piyanisti olmuştur. Jerry (evin faresi Tom’un ezeli düşmanı) ise o konser piyanosunun içine evini yapmıştır.
Tom’un konseri müthiş başlamıştır. Ta ki… Ta ki, Jerry’nin yatağını yaptığı notaya basana kadar. Ondan sonra işler karışır. Bir şekilde Tom parçayı bitirmeyi başarır ama nasıl?
Bu izlediğim çizgi filmin hikayesiydi ama… Şimdi kocaman bir ama geliyor hem de olumsuzluk olarak değil, güzellik olarak. Bu beş dakikalık çizgi film yüzünden o müziğe aşık oldum. Kendimce her yerde aramaya başladım.
O sırada ortaokul hazırlığa gidiyordum, benim zamanımda ortaokul yabancı dil hazırlık vardı. Neyse konu dağıtmadan devam edeyim. Deli gibi İngilizce öğrenirken birkaç tane de kültür dersimiz vardı. Bunlardan biri de müzik dersiydi. Bu müzik dersi sayesinde Kibariye’yi de keşfettim ama bu da ayrı hikâye.
Ali Seçkiner Alıcı. Müzik öğretmenimin adı. Özellikle ismini anmak istedim çünkü bir müzisyen olmasam da kaliteli müziğin ne demek olduğunu öğreten kişidir bana. Keşke bugün de böyle yüksek kaliteli öğretmenlerimiz ve eğitim sistemimiz olsa… Ama bu da ayrı bir konu.
Uzun lafın kısası; bir gün müzik dersinde Ali Hoca sordu: “Evinde klasik müzik dinleyen var mı?” Birkaç el kalktı. “Peki” dedi Ali Hoca “Bundan sonra çok sesli müziği yaşamına sokmak isteyen ve klasik müzik öğrenmek isteyen var mı?”
Anında elimi kaldırdım. Birincisi o çizgi filmdeki müziğin ne olduğunu öğrenmek zorundaydım. İkincisi de meraklıydım. Ve Ali Hoca bana bir doksanlık kaset verdi (evet, doksanlık kaset… O kadar geçmişten söz ediyorum)
Beethoven’ın bir eserini vermişti. Bir hafta dinle, sana hissettirdiklerini yaz getir demişti. Dinledim, sonra da yazdım… Hem de haftalar, aylara; aylar da yıla döndü… Hafta bir dinlediğim kasetler günlük dinlenmeye başladı. Her gün kaset değişmeye başladı. Veeee sonunda buldum! “Franz Liszt, Macar Rapsodisi No:2” Eğer o gün Amerika’yı keşfettin deselerdi o kadar mutlu olamazdım.
Şimdi ne zaman Macar Rapsodi’sini dinlesem çocukluğum gelir aklıma. O çizgi film gelir aklıma. Tom & Jerry sayesinde ve elbette müthiş bir öğretmen sayesinde bugün hayatımda klasik müzik var, bugün hayatımda çok seslilik var.
Tüm bunların konu ile alakası mı ne? Ben çok şanslı bir çocukluk geçirdim. Her şeyi önüme seren bir ailem vardı (hâlâ da var), müthiş bir öğretmenim vardı. Ve ben yaş bir ağaçtım ve beni güzel şeylerden anlayabilmem için eğdiler…
Eğer güzellik istiyorsanız, eğer güçlü bir gelecek istiyorsanız, çocuklarımıza yolun başındayken güzellikleri öğretelim… Entelektüel sermayenin ne olduğunu öğretelim. Çünkü gerçekten bilgiye sahip olurlarsa zaten gelecekleri garanti olur.
Yani; “ağaç yaşken eğilir” Ve ne olursunuz ağaçlarımızı yanlış eğmeyelim. Onlara güzellikleri, kültürü, bilgiyi, çok çalışmayı öğretelim.
Ha bir de son söz, kesinlikle o çizgi filmi Youtube’dan bulun ve izleyin. “Tom & Jerry; Hungarian Rapsody” derseniz bulursunuz.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU