Bu yıl, “bayramsız Ramazan Bayramı”nı yaşıyoruz… Ramazan geleneklerini yaşamadan, bayramını da telefonla mesajla kutlar duruma düştük. Koronavirüs salgını, belki dünyada 500.000 cana mal olup ortadan kalkacak ama 20 milyon insanın öldüğü II. Dünya Savaşı’ndan daha fazla ekonomik, kültürel zarara yol açacak. Tatsız tutsuz, ev hapsinde yaşadığımız Ramazan Bayramı günleri bizi ister istemez eski Ramzan Bayramlarına götürdü.
Polis memuru babam Remzi Tan’ın son görevi Kastamonu İl Emniyet Müdürlüğündeydi (1948-1969). İlkokul ve Göl İlköğretmen Okulunu, üç kardeş (Özdemir, Nail, Nevzat) Kastamonu’da okumuştuk. Benim öğrenim dönemim 1948-1953 Abdülhamit İlkokulu, 1953-1959 Göl İlköğretmen Okulu. Anlatacağım hatıralar/anılar 1948-1959 yılları arasına ait. Yaz tatillerinde üç aya kadar, Araç Kavacık köyüne gider, atalarımızdan kalma bahçe, bostanlarda meyve, sebze, tahıl yetiştirdik. Kışlık yiyeceklerimizin bir bölümünü, unumuzu Kavacık köyünden getirirdik, Şazibey Mahallesi’ndeki fırınlı, bahçeli kiralık evimize.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Ramazan Bayramlarının bir kısmını Kastamonu şehir merkezinde bir kısmını da Kavacık köyünde yaşadık. Bu bakımdan, köyü ve şehri ayrı ayrı anlatacağız.
Araç Kavacık Köyünde Ramazan Bayramı
Köyde belki iki Ramazan Bayramı bir iki de Kurban Bayramı yaşadığımızı hatırlıyorum. Evimizin karşısında bizim mahallenin köy odası vardı. Ramazan ayında bu odaya bir misafir imam gelmişti. Köy camisinde teravih ve vakit namazlarını kıldırıyordu. Ramazan İmamı denilen bu şahsın iftar ve sahur yemekleri, muhtarın organizasyonu çerçevesinde ailelerce hazırlanıyordu. Sıra bize gelsin diye sabırsızlıkla bekliyorduk. Çünkü, her gün bir veya iki çeşit olan yemeğimiz o gün beş çeşide çıkıyor, tatlı pişiyor ve karnımız doyuyordu.
Köyde bayram sabahı erkenden yediden yetmişe erkekler Bayram Namazı için köy camisine gidiyordu. Ramazan imamı, bayram namazını kıldırdıktan sonra cami önündeki bayramlaşma bizi çok güldürmüştü. Köyün en yaşlısı başta duruyor, onun elini öpen ikinci yaşlı yanına duruyordu. 150-160 kişinin elini utana sıkıla öptükten sonra ağabeyim Özdemir Tan’ın yanına dururdum. Bizden küçüklerin ellerimizi öpüp kuyruğa eklenmesi çok hoşumuza giderdi. Camiden sonra, herkes koşar adım evlerine dağılırdı. Bir gün önceden kavrulup tepsilere basılan un helvaları hazırdı. Annemizin elini öpüp tepsiyle üç kardeş, mezarlık yanındaki “ziyrat/ziyaret yeri” denilen yere giderdik. Helva tepsisini muhtara teslim ederdik. Bu sırada, tepsisini bırakanlar, mezarlıktaki yakınlarının mezarlarının başına gider, Fatiha okurlardı. Ninemiz Atiye ve Selver Kadınlar sağdı. Dedemiz Süleyman Efendi, İstiklal Savaşı için silah altına alınmış, geri dönmemişti. Şehit olduğunu ancak 2016 yılında öğrenebildik. Bu sebeple, bizim ziyaret edeceğimiz özel bir mezar yoktu. Annem babasının mezarını sonradan göstermişti. Toplu Fatiha okurduk. Mezarlık ziyaretinden sonra, muhtar ve yardımcılarının harmanladığı un helvası kümelerinin etrafında yaş gruplarına göre toplanır, yer sofralarında 3-5 dakikanın içinde helvaları yağmalardık. Ardından yaşlılar, akrabalar ziyaret edilir, elleri öpülürdü. Köyde harçlık yoktu. Ailede, un helvası en büyük ikramdı. İkinci ve üçüncü gün; “oyun çıkarılırdı”. Köy seyirlik oyunlarından “Arap Oyunu”nu ve “çıngırak” denilen döner oyuncağı gayet iyi hatırlıyorum.
Kastamonu Şehir Merkezinde Ramazan Bayramı
Ramazan boyunca, iftar ve sahur vakitlerinde kaleden atılan toplar, sahur vakti davulcu Karayılan’ın (Mahir Dağlı) mahalle aralarındaki dolaşmaları, iftar davetleri unutulmaz günler yaşatıyordu. Ramazan ayını, her zaman yemediğimiz yemekleri yiyip karnımızı daha güzel doyurduğumuz için çok seviyorduk. Babamla gittiğimiz teravih namazları içinde Nasrullah Camisi’ndekinden çok etkilenmiş, babama imam olmak istediğimi bile söylemiştim.
Her bayram öncesi annem hamur karıp yufka açarak birer tepsi baklava ve börek pişirirdi. Bayram baklavasından şeker, böreğinden yağ ve harç esirgenmezdi. Çünkü, bayramlaşmaya gelenlere de ikram edilirdi. Babamın itibarını düşürmemek gerekiyordu. O yıllarda çok az görevli polis vardı ve polislere büyük saygı duyulurdu.
Bayram namazlarının ardından atılan ilk top heyecanla beklenir, evdeki bayramlaşmadan alınan on kuruşluk harçlık; çocukları, bizleri çok sevindirirdi. Kirada oturduğumuzdan babamın maaşı, bayramlık almaya yetmiyordu. Üç kardeşe birden almak gerekiyordu alınacaksa. Bizim için bir gazoz, bir dondurma, bir susamlı simit, bir karamelaparası önemli bir hediyeydi. Yakın akrabalarımız Tahir Boşat, Rafet Tan’ın durumu daha iyiydi. Onlara bayramlaşmaya gittiğimizde harçlığımız sevindirici duruma gelirdi.
Bayram günleri boyunca davulcu Karayılan ve zurnacısı Mümtaz kapı kapı dolaşır, Ramazan bahşişini toplardı. Yanlarında uzun,“askı” denilen sırık taşıyan bir kişi de bulunurdu. Askıya çakılmış çıtalara, evlerden verilen havlu, gömlek, kumaş benzeri hediyeler asılırdı. Çünkü, her evde maaş alan, para verebilecek kimse yoktu. Para veremeyenler bu tür hediyeler vermek zorundaydı. Karayılan, iyi bahşiş gelecek, zengin insanların oturduğu ev ve konakları gayet iyi bilirdi. Bu tür ev ve konakların önünde davuluyla oynar, maharetini gösterir, yüklü bahşişini de alırdı. Yemek zamanlarında, konaklara davet edilir, karnını doyururdu. Bizim mahallede dolaşırken, mahallenin çocuk, gençleri peşine takılır, oyunlarını daha fazla seyretmek isterdik. Çocuklara, gençlere daima güleryüzle davranır, sık sık hünerini gösterirdi.
Ramazan Bayramı, bereketi, neşesi üçüncü gün son Ramazan topuna kadar sürerdi. İftar, sahur yemekleri, teravih namazları, bayram namazı, bayram ziyaretleri, bayram harçlığı ve Karayılan’ın bahşiş toplama gezileriyle hafızamda tatlı izler bırakmıştı. İyi ki o günleri yaşamışız. Kim derdi ki, gün gelecek bayramsız Ramazan Bayramı olacak!.. Gençlik ve Spor Bayramı gibi Ramazan Bayramı da evlerde kutlanacak!
NAİL TAN