9 günlük bayram tatili gurbetçileri olabildiğince baba ocaklarına akın ettirdi, “hasret ve gelenek” pahada akaryakıta galip geldi, sayılı gün de olsa sultanlık sultanlık…
İplere sıkışan boksörü kurtaran “gonk” misali yetişti bayram.
İstanbul başta olmak üzere gurbetteki Kastamonuluların epey bir oranı, ekonomi düzelmediği takdirde, birinci ikametgahlarını “el mecbur” baba ocaklarına çevirmekle yüz yüzeler…
Hele ev ve iş sahibi olmayanlar.
Sılaya yapılan bayram ziyaretleri, bu yönüyle, biraz da keşif özelliği taşıyor olsa gerek…
Geri dönüldüğünde ne iş tutulacağının utangaç yüzey araştırması.
Gelin hemşeriler gelin…
Kastamonu’nun taşı toprağı altın, tarımdan ormana, turizmden imalata henüz “hakkı verilememiş” bakir alan.
Dünya tersine döndü hem…
Ekmeğin seyri metropolden kırsala.
Kuru da olsa ekmek…
En azından karın doyurur.
(Kastamonu’yu arife itibarı ile çepeçevre saran her cinsten taşıt trafiği içinde “turist” kafileleri ne orandaydı?…
Tartışılır.
Birkaç saatlik tuvalet molaları hariç transit geçen otobüsler hariç…
Kimler geldi kimler geçti şehrimizden!
Sahil ve kanyon ilçelerinde “gurbetçi” ağırlıklı kalabalık oldu illa…
Merkez ilçede öyle “aman aman” bir turizm hareketliliği olmadı.
Önümüzdeki hafta sonuna doğru zirve yaparsa ne ala “turizm”…
Umut fakirin ekmeği.
“Kültür turizmi” kelamı git gide işlerliğini kaybediyor şehrimizde…
Oysa en güçlü yanımız.)
Not: Kastamonu ile alakalı ulusal yayım organlarında haberler çıktığında “yerelden teyit” maksatlı sorular geliyor…
Herkese gelir gerçi, eşinden dostundan, doğru malumatın kaynağından geleceğine inanç hakim çünkü.
Geçtiğimiz günlerde bir ulusal yayım organında yer alan köşe yazısının bir bölümünde Fatih Sultan Mehmet’in aile künyesine ilişkin bilgi yer aldı, verilen bilgi “yerel bilgi” ile uyuşmuyor, hiç alakasız hatta…
Söz konusu yazıda ifade edilen Fatih Sultan Mehmet’in annesi ile Kastamonu kamuoyunun dil birliği ettiği anne aynı kişi değil.
Ne ismi, ne dini, ne memleketi, ne hikayesi…
“Dört benzemez”.
E millet okuyor?…
Farkı gören soruyor.
“Kem küm”…
Lafı toparlayamadım.
Yerel tarihimizi en ufak itiraza mahal vermeyecek bir düzeye çıkarmalıyız…
Aksi halde kendimiz yazar, kendimiz söyleriz.
“Dışarıdaki kaynaklar doğrudur” demiyorum…
Gerçek ortaya çıksın yeter.
MUSTAFA AFACAN