CHP İl Danışma Kurulu toplantısında seçimi ve sonrasındaki gelişmeleri değerlendiren Milletvekili Hasan Baltacı, meşru olmadığını söylediği seçim sonrasında rejimin değiştiğini belirtti ve “Artık damadını bakan, oğlunun arkadaşının ve akrabalarının bakan yardımcısı olduğu bir rejimde yaşıyoruz. Ama doları durduramıyor ve tabii faizleri de durduramıyoruz” diye konuştu.
Partileri açısından seçim sonuçları başarısızlık olsa da teslim olmalarının söz konusu olmayacağını dile getiren Baltacı, “Seçimlerden hemen sonra kapsamlı bir kurultay yapılmasını talep ettik. Kurultay talebi hiç kimsenin kişisel beklentilerinden kaynaklı değildir. Bu talep Türkiye’nin talebidir. Çünkü mevcut düzene karşı itirazın, yani hayır iradesinin merkezinde partimiz vardır” dedi.
CHP Kastamonu Milletvekili Hasan Baltacı, partisinin İl Danışma Kurulu toplantısında seçimi ve sonrasındaki gelişmeleri değerlendirdi.
Parti genel merkezinin talimatı sonrasında 24 Haziran seçimleri ve önlerindeki sürecin değerlendirilmesi açısından İl Danışma Meclisi toplantısını düzenlediklerini, bundan sonra da bu toplantıları sürekli hale getirerek, çıkacak kararların ve söylenecek her türlü sözün kıymetinin ilerleyen dönemde net bir şekilde göreceklerini ifade eden Milletvekili Hasan Baltacı, şu anda kararnamelerle inşa edilen bir rejimle karşı karşıya olduklarını ve son demokratik kurumların da hızla tasfiye edildiğini söyledi.
AKP’nin seçimlere devlet gücünü kullanarak girdiğini belirten Milletvekili Hasan Baltacı, konuşmasında şu görüşleri dile getirdi:
“24 Haziran seçimlerine hangi koşullar altında gittiğimizi kısaca değerlendirmemiz gerekiyor. Genel seçimler, içinde bulunduğumuz ve gittikçe derinleşen ekonomik ve siyasal krizin ve kaos ortamının, AKP iktidarında yarattığı seçim kaybetme korkusuyla birlikte erken ve baskın bir seçim olarak karşımıza çıktı. Baskın seçimin en belirleyici özelliği 16 Nisan referandumu ve sonuçlarıdır. 16 Nisan referandumu ile birlikte cumhuriyet rejiminin tasfiyesinin önündeki engeller büyük oranda kaldırılmış geriye sadece Erdoğan rejiminin meşruluğunu sağlayacak bir seçim yapmak kalmıştır. Referandum mühürsüz oylarla kazanılmış ve bu haliyle de tarihe geçmiştir.1 Kasım seçimleri, 16 Nisan referandumu ve erken genel seçime AKP iktidarı elindeki muazzam devlet gücünü kullanarak girmiştir. Devletin tüm bakanlıkları, kamu kuruluşları, valilikler, kaymakamlıklar, muhtarlar, emniyet teşkilatı da dahil olmak üzere, az sayıdaki muhalif medya hariç medya kuruluşlarının tamamı tarafından desteklenen, devletin kasasının sınırsızca seçim harcamalarına açıldığı bir kampanya süreci yaşandı. Adil ve güvenli olmayacağı daha başından belli olan bir seçimdi.Dünyada sadece otoriter rejimlere özgü olan bir OHAL ortamında seçim yapmak daha baştan seçimin meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Seçim gecesi daha sonuçlar bile kesinleşmeden Türkiye’nin birçok ilinde tek merkezden yönetildiği anlaşılan açık silahlı kutlama gösterileri yapıldı. Amaç seçim sonuçlarına yapılacak olası toplumsal itirazlara gözdağı vermekti. Daha açıkça söylersek, Türkiye o akşam bir iç savaş tehdidi ile karşı karşıya bırakıldı.Ayrıca iktidar partisi ve Erdoğan’ın uzun süredir kullandığı toplumu kutuplaştıran, ayrıştıran ve ötekileştiren dil tüm ülkeye hakim olmuş, Türkiye’de siyaset kimlik ve yaşam tarzına sıkışmıştır. Kimlik siyaseti toplumsal kutuplaşmayı daha derinleştirmiştir. Bu da hem seçim kampanyası boyunca hem de seçim günü ülkenin birçok yerinde çatışmayı da beraberinde getirmiştir. Öyle ki, Erdoğan seçim sürecinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne ‘tezek’ demekten bile çekinmedi. Özellikle millet ittifakını oluşturan partileri terörle ilişkilendirmekle toplumda onarılması güç yaralar açtı. Komşuyu komşuya, arkadaşı arkadaşa düşman eden, akrabaları ve aileleri dahi bölen böylesi derin bir kutuplaşma ortamında seçim yapıldı. Toplum ‘biz ve onlar’ diye bölündü. Böyle bir ortamda maalesef en az konuşulan şey siyaset oldu.Oysa hem seçim kampanyası boyunca, hem öncesinde ülkenin içinde bulunduğu, gittikçe ağırlaşan ekonomik ve siyasal sorunlara çözüm üreten bir politika yürüttük. Bununla birlikte Millet İttifakı adı altında CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti seçimlere birlikte girerek istenirse birbirinden farklı kimliklere sahip insanların ve anlayışların nasıl bir araya gelebileceklerini gösterdik. Eğitimde sağlıkta, yargıda, iç ve dış politikada, ekonomide her alanda içinde bulunduğumuz koşulları nasıl değiştirebileceğimizi, bu sorunlarla nasıl mücadele edeceğimizi ve çözümlerimizi her fırsatta dile getirdik. Ve aslında en önemlisi içinde bulunduğumuz derin bunalımı aşmak için her şeyden çok ihtiyacımız olan toplumsal barışı nasıl sağlayacağımızı anlattık.İşçileri ve memurları; kadrolu, sözleşmeli, taşeron, geçici olarak bölen; öğretmenleri kadrolu, sözleşmeli, vekil olarak bölen; memleketin binlerce sağlık personeline ihtiyacı varken sağlıkçıları işsiz bırakan ve on binlerce üniversite mezununun işsiz olduğu; köylünün mazota, gübreye çalıştığı; sanayicinin kredi sarmalında boğulduğu; esnafın siftah bile yapamadığı; ülkenin dolar ve faiz batağına iyice gömüldüğü; yargının iktidarın elinde muazzam bir silaha dönüştüğü; dış politikada itibarın yerlerde süründüğü mevcut durumu kabul etmediğimizi en yüksek sesle söyledik. Toplumsal barışı sağlayabilirsek, özellikle gençlerimizin üretkenliğini ekonomiye ve siyasete kazandırabilirsek, güçlü bir ülke olacağımızı vurguladık. Ayrıca bu seçim döneminde en çok da yalana, akıl dışı olana karşı mücadele ettik. Bilimin, aklın ve gerçeğin kazanacağından hiç şüphemiz olmadı.Bundan sonrada yeni ve daha güçlü bir mücadeleye devam edeceğiz.”
“EN UFAK SORUNU ÇÖZMEKTEN ACİZ
BİR İKTİDARLA KARŞI KARŞIYAYIZ”
“Ne dediler?‘Parlamenter sistem eskidi’ dediler. ‘Parlamenter sistemde hızlı kararlar alamıyoruz’ dediler. ‘Bürokrasi bize engel oluyor’ dediler. Sanki bu bürokrasiyi 16 senedir AKP atamıyor, yönetmiyormuş gibi yüzümüze karşı bunu söylediler. ‘Eğer başkanlık sistemine geçersek tüm yetkiler başkanda toplanırsa tüm sorunlarımızı çözeriz’ dediler.Şimdi yasama, yürütme, yargı, ekonomi, eğitim, sağlık hepsi, ama hepsi tek adama teslim edildi. Artık damadını bakan, oğlunun arkadaşını ve akrabalarını bakan yardımcısı olduğu bir rejimde yaşıyoruz. Ama doları durduramıyor ve tabii faizleri de durduramıyoruz. Dış politikadaki iflasın önüne geçemiyoruz. Uzağa gitmeye gerek yok. ‘Şurada Kastamonu Devlet Hastanesi’nde doktor ve sağlık personeli yetersiz’ dediğimizde bunu bile çözmekten aciz bir iktidarla karşı karşıyayız. Ne olduğunu kimsenin bilmediği bir eğitim sistemi var. Çocuklarımızın hangi liseye gideceğini bile düzenleyemiyorlar. İş-Kur’dan alınan ve geçici olarak istihdam edilen işçilerin geleceğinin ne olacağına karar veremiyorlar. Bütün KHK’lar yeni rejimi aile, dost ve müteahhit kesimini inşa ve ihya etmeye dönük. Ha, bir de toplumu nasıl olurda daha çok baskı altında tutarız onun hesabına dönük. Bundan başka Kastamonu da ve tüm ülkede yatırımlar durmuş, enflasyon artmış, ekonomiye ve siyasete güven dibe vurmuştur. Bir kez daha söylemekte yarar var, artık rejim değişmiştir. 24 Haziran Türkiye için bir milat olmuştur. Tamda bu aşamada, yeni sistemin ve rejimin değiştiği aşamada artık hiç kimsenin, hiçbir partinin eskisi gibi kalamayacağı da açıktır. Şunu net bir şekilde söylemem gerekiyor, bu ülkede hâlâ eşitliğe, özgürlüğe, adalete inanan ve mücadele eden milyonlar var ve neredeyse toplumun yarısı kadar. Her ne kadar siyasete güven dibe vurmuş olsa da, her ne kadar toplum kimlik siyaseti ve yaşam tarzları üzerinden bölünmüş olsa da, diyebilirim ki mutlu bir azınlık hariç tüm toplumun gündelik hayatta yaşadığı sorunlar aynıdır. Her birimizin evinde en az işsiz bir genç var. Her birimiz artan enflasyonla mücadele ediyor, günü kurtarmaya çalışıyoruz. Sağlığımız ve çocuklarımızın eğitimi için her birimiz kaygı duyuyoruz. Yani ne kadar kutuplaşmış bir toplum olsak da sorunlarımız ortak, kaygılarımız ve endişelerimiz ortak.”
“TESLİM OLMAMIZ SÖZ KONUSU DEĞİLDİR”
“Seçimden önce olduğu gibi seçimden sonrada bütün ilçelerimizi ziyaret edip sivil toplum kuruluşlarının ve halkımızın dertlerini dinleyip, dertlerine ortak olmaya çalıştık. Bir gün taşeron işçileri dinledik, bir gün işsiz gençleri dinledik, bir gün köylüleri dinledik. Bu kentin turizmcisini, sanayicisini, müteahhidini, memurunu herkesi dinlemeye çalıştık. Evet, seçimler bitti ve sonuçları da ortada. Daha baştan OHAL koşulları altında yapılan ve sonuçlanan bu seçimler meşru değildir. Bizim içinde, dünya kamuoyu içinde meşru değildir. Öyle ki, Erdoğan’ın başkanlığını kutladığı törenlere gelişmiş ve demokratik ülkelerden gelen hiç kimse yoktur. Seçimlerden önce uyardık ve dedik ki, ‘Bu ülkede eğer parlamenter sistem tasfiye edilirse, cumhuriyet rejimi tasfiye edilirse, bu ülkeyi oluşturan bütün kesimler işçisinden, memuruna, gencinden kadınına köylüsünden kentlisine kadar hiç kimse için başkanlık sistemi çözüm getirmeyecek’ dedik. Her ne kadar 24 Haziran seçim sonuçları bizim için bir başarısızlık olsa da, geri çekilmemiz ve teslim olmamız söz konusu değildir. Bu toplantıyı yaparak öz eleştiri sürecine girmemiz gerektiğini hepimiz görüyoruz. Bu toplantıları tekrar edeceğiz. Önümüzdeki süreçte kararları birlikte ve ortak almaya çalışacağız. Yeni ve farklı bir siyasi anlayışı birlikte yaratmaya çalışacağız. Hiç kimsenin kimliğini ve yaşam tarzını dışlamadan yeni bir siyaseti örgütleme zorunluluğu önümüzde duruyor. Bütün toplumu kucaklayacak, hiçbir sorunu çözmekten uzak durmayacak, geniş halk kesimlerinin birlikte mücadele etmeye ikna edecek, halkı mücadeleye çağırmaktan tereddüt etmeyecek bir iradeyi ortaya koymak artık bir zorunluluktur. İşçisiyle, işsiziyle, evde çalışan yada iş yerinde çalışan kadınla ve gençlerle yeni bir dayanışma ağı kurmak ve yeni bir mücadele hattı inşa etmek hepimizin ortak görevidir.”
“KURULTAY TALEBİ TÜRKİYE’NİN TALEBİYDİ”
“Seçimlerden hemen sonra partimizin kapsamlı bir kurultay yapmasını talep ettik. Kurultay talebi hiç kimsenin kişisel beklentilerinden kaynaklı değildir. Bu talep Türkiye’nin talebidir. Çünkü mevcut düzene karşı itirazın, yani hayır iradesinin merkezinde partimiz vardır. Çünkü itiraz eden, ‘hayır’ diyen ve toplumsal barışı tesis edebilecek tüm güçleri birleştirecek, geriye kalan yüzde 50’ye de umut verebilecek ve ikna edebilecek tek güç CHP’dir. Yalnız bu kurultay sürecinden kendine pay çıkaran, bu süreçten nemalanmaya çalışanlara sözümüz elbette olacak. AKP grup başkan vekili Bülent Turan, partimizdeki kurultay süreci için, ‘Bu işin sonu kayyım’ dedi. Herkes şunu bilmelidir ki; Cumhuriyet Halk Partisi kurultaylar toplar, tüzüğünü tartışır, programını belirler, yönetimlerini değiştirir, siyasi anlayışını ortaya koyar, ama hiç kimse bu partiyi kayyıma teslim etmez. Hiç kimse, hiçbir kurultay delegesi arkadaşımda bu parti kayyıma teslim edilsin diye imza vermemiştir. AKP’li Turan şunu bilmelidir; küçük bir ilçenin ilçe başkanını bile seçimle değiştirmekten korkanlar bize demokrasi dersi vermezler. Hiçbir ilde, ilçede birden fazla adayla kongresini yapamayanlar CHP’ye dil uzatamazlar. Şunu unutmayın, 24 Haziran sonrasında bütün siyasi partilerde, buna iktidar partisi de dahil önemli değişiklikler olacak. Ama bu, CHP’de demokratik yollarla yapılacak.”