Mevsimler gelip geçiyor; bahar, yaz derken bir de bakıyoruz ki kış gelivermiş. Günümüz dünyasında zaman hızla akıyor; birçok şeyin farkına varamıyoruz. Bazan seviniyoruz, bazan üzülüyoruz; neticede ömür denen sermayeyi tüketiyoruz. Felsefî mânâda düşününce hayıflanacak bir durum yok; böyle gelmiş, böyle gidiyor. Üzüntü ve sevinç; insan yaşamında sanki bir metronom. Şarkıyı hatırlayın; aldırma gönül, aldırma!
Bu sene kış pek sert geçmedi. Gerçi ülkemizin coğrafî özelliği gereği bazı bölgelerimiz kar altında kaldı ama oralar her yıl aynı zorlukları yaşıyor. Türkiye çok ilginç; bir tarafında denize girerken, diğer köşesinde kayak yapılıyor.
Bahar geldi; yazıyı kaleme alırken hava çok güzel, gökyüzü açık, yaz gibi bulutsuz. Meteoroloji hafta başından itibaren soğuk ve yağışlı havanın geleceğini söylüyor. Sizler bu yazıyı okurken olumsuz bir hava ile karşılaşacağız. Meteorolojiye güvenmek lazım. Eskisi gibi keçinin kuyruğuna bakarak hava tahmini yapılmıyor; radarla atmosferdeki hareketler her an izleniyor. Sabahları evden ayrılmadan önce mutlaka meteorolojiye kulak verelim.Televizyonlarımız da bu konuda üzerlerine düşeni yapıyor.
Kışın seyahat zor oluyor. Baharın gelişinden yararlanarak geçen hafta sonu Ankara’ya gittim. Torunu da özlemiştik. Selen; geçen yıl ODTÜ İşletme Bölümünü kazandı. Bu sene hazırlık okuyor; İngilizcesi çok iyi. Biraz boş zaman bulmuş ki, İspanyolca kursuna da devam ediyor.
Üniversitenin yurdunda kalıyor, çok memnun. Ancak ısrarla babaannesini çağırdı; çok özlemiş. Gidince anladım ki etliekmekle pastırmayı da özlemiş! Halk ağzıyla yazayım; hamuru açmak için kullanılan yaslağaç, oklağaç ve bislahaç da gitti bizimle. Üç gün boyunca evde etliekmek yapıldı. Bu arada bazı dostlar da ziyaretimize geldi, onlar da nasiplendi.
Ilgaz’da, tünelden geçerken üzüldüm desem inanmazsınız. Uzun süre Karabük-Gerede-Kızılcahamam yolunu kullandık. 1982 sonlarından itibaren tekrar Ilgaz yoluna döndük. Demek ki son 35 senedir sürekli bu yolu kullanıyoruz. İniş, çıkış; zincir takma, kayma hatta uçuruma yuvarlanma, az şey mi?
Tünel sayesinde yol kısaldı. Sayın Binali Yıldırım’ın, tünelin yapımında birinci derecede emeği var. Yoksa biz zincir takmaya daha çok devam ederdik. Gelişte de gidişte de kulaklarını çınlattım. Elli yıldan beri hep projeyi konuştuk, durduk; tünel Karanlıkdere’den mi, yoksa şimdiki Baldıran deresinden mi geçsin. Ilgaz’ı geçin de nerden geçerseniz geçin. Oynayamayan gelin önce “yerim dar, sonra yenim dar” dermiş. Çok şükür; şimdi yorgan gitti, kavga da bitti. Emeği geçenlere, başta Sayın Binali Yıldırım olmak üzere teşekkür ediyorum. Tünele adı çok yakışırdı ama 15 Temmuz hadisesi işin rengini değiştirdi.
Sevinelim ama eski anılar ne olacak? Kışı başka güzel; yazı, baharı başka güzel Ilgaz’ın. Hiç unutmam; 1968 Şubatında Bostanköyü karşısındaki ilk virajda kalmıştık. Müthiş bir kıştı. Önden motorlu, kamyondan bozma Ford marka bir otobüsle Ankara’ya gidiyorduk. Tekerlerin altına battaniye, palto gibi şeyler sererek virajı zor çıkmıştık. Yukarıya vardığımızda çam devrilmiş, yol kapanmıştı. Şimdiki gibi motorlu testereler yoktu; iki vatandaş karşılıklı el testeresi çekerek ağacı kesip yolu açmışlardı. O gün Ankara’ya tam 12 saatte varmıştık. Ilgazlardan geçerken özellikle kış aylarında dua okumayan insan yoktur. Şimdi her şey geride kaldı; yol rahatladı. Hani diyorlar ya “tereyağdan kıl çeker gibi”. İşte öyle bir tünel geçişi.
Doksan yıllık Cumhuriyet döneminde Kastamonu’ya yapılan en önemli yatırım Şeker Fabrikası’dır. Son yıllarda biraz şanssızlık yaşıyor ama çevreye sosyo-ekonomik yönden çok büyük faydası olmuştur. Taşköprü’deki SEKA Kâğıt Fabrikası da Balkanların ve Orta Doğu’nun en modern tesisiydi. Fransızlarla Finlandiyalılar ortak yapmışlardı. Kendir ekimi bitince o fabrika da doğmadan öldü. Demek ki ileriye dönük ciddi araştırmalar yapılmamış.
Kastamonu’ya ikinci önemli yatırım Uzunyazı Havaalanı’nıdır. Üçüncüsü de Ilgaz 15 Temmuz tüneli. Sinop’a kadar gelen Karadeniz sahil yolu Çatalzeytin, Abana, İnebolu, Doğanyurt ve Cide’den geçecek şekilde yapılırsa onu da dördüncü sıraya koyarız. Unutmayalım; bir memleketin gelişmesinde en önemli etken ulaşımdır, yoldur. Kısa keselim; daha önce de yazmıştım: Kastamonu’dan bir heyet, Başbakanlığı döneminde Süleyman Demirel’i ziyarete gitmiş, bazı isteklerde bulunmuş. Rahmetli Demirel, bizimkileri dinlemiş; “önce yol isteyin” demiş.
Yolculuğumuza dönelim. Tünele rağmen mola yerimiz yine değişmemiş. Ankara’ya giderken 50 dakika sonra Ilgaz’da mola veriyoruz. Acayip bir şey. Gelirken 50 dakikalık yolumuz kalmış; yarım saat ihtiyaç molası veriliyor. Anlamak mümkün değil. İnat ettim, not tuttum. Ilgaz kavşağından dinlenme tesisine giriş çıkış dahil 38 dakika kaybettik. 38 dakikada nereye kadar varabiliriz diye düşündüm. Dönüşte kavşağın üzerinde saate baktım, 20.50’yi gösteriyordu. Yağmura rağmen Havaalanı kavşağına geldiğimizde saat 21.26 idi. Soruyorum; geriye ne kaldı? Ilgaz’da mola vermesek şehrin girişinde olacaktık.
Otobüs firmalarına bir şey söyleyemem. Yolcu olarak bizde de kabahat var. Çankırı gibi orta noktada mola verilse akla uygun deriz. Ama kalkıştan 50 dakika sonra mola, gelirken de şehre 50 dakika kalmış yine mola; pek sıkıcı oluyor. Tünelle yol hem kısaldı, hem de rahatladı. Zaman kıymetli ama biz onu cömertçe harcıyoruz.
Bahardan girdik; yolla, yolculukla bitirdik yazıyı. Baharınız da, yolculuğunuz da güzel olsun.