Önce Cumhuriyet Bayramı, sonra 10 Kasım vesilesiyle Atatürk’ü iki kez andık. Gerçi bizler her zaman O’nu ve eserlerini hatırlıyor, adını saygıyla yâd ediyoruz. Ancak millîbayramlarımız ve 10 Kasımların durumu biraz daha farklı oluyor.
Bu yıl Cumhuriyet bayramı coşkusu caddelere ve sokaklara taştı. Her yıl kutlanandan daha farklıydı. Bunun nedenleri üzerinde durulmalıdır. Sanıyorum, dış çevrelerin ülkemiz üzerindeki baskıları, güney sınırlarımızda meydana gelen olaylar millî refleksi fazlasıyla artırdı. Dost, müttefik; hatta din kardeşi bildiklerimiz, şu yaşadığımız kritik zamanda muhalif tarafta yer aldı. Böyle zamanlarda millî ruh şahlanır, geçmişin yiğitlikleri ortaya çıkar.
Yüz yıl önce İstiklal Savaşı yaptık; ülkemizden emperyalistleri kovduk. Bugün de adeta yeni bir Millî Mücadele yapıyoruz. Ülkeyi bölmek, iç karışıklık çıkarmak isteyen o kadar çok hain var ki, akıllara durgunluk veriyor. Avrupa’dan Amerika’ya kadar, yerli ve yabancı işbirlikçiler müşterek çalışıyor. Orta Doğu’da güçlü bir Türkiye olmasını hiç kimse istemiyor. İşin garibi içimizde de bunların sayısı hayli çok. Böyle günlerde ortak değerlere sarılmak lazım. Yurtta barış, cihanda barış diyen Atatürk bizi birleştiren ortak değerimizdir.
Osmanlı Devleti, Avrupa’da meydana gelen yenilikleri zamanında algılayamadı. Rönesans, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi bizi hiç ilgilendirmedi. Neticede Avrupa’nın gerisinde kaldık. Tanzimat ile birlikte durumu fark eden bazı devlet adamları reform yapmak istediler, ancak içinde bulunulan konjonktür buna izin vermedi. Neticede üst üste gelen savaşlar devleti zayıf düşürdü. Nihayet kaçınılmaz son geldi. Batılılar zaten bizim için “Hasta Adam” diyorlardı. I. Dünya Savaşı sonunda kaybeden biz olduk.
Mütareke sonrasında ya mücadeleye devam veya düşmana boyun eğip istiklalimize veda edecektik. Zaten mandacılar da vedadan yanaydı. Ancak bir avuç vatansever insan mücadeleye karar verdi. Samsun’da, 1919’da başlayan millî hareket, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışıyla neticelendi. Sakarya ve Büyük Taarruz gibi iki büyük savaş kazanıldı. Sıra çağdaş ölçülere göre devletin yeniden inşasına geldi. 1922’de Saltanat kaldırıldı, 1923’de Cumhuriyet ilan edildi, sonraki yıllarda diğer reformlar yapıldı. Değişim bir plan dahilinde uygulandı. Avrupa’da ve dünyada yapılmış olan reformlar incelendi. Hukuk alanında İsviçre, Alman ve İtalyan yasalarından yararlanıldı. Yabancı uzmanlar ülkeye davet edildi, raporlar istendi.
Atatürk ve silah arkadaşları yeni rejimin adına Cumhuriyet dediler. Çünkü tek adam idaresinin ülkeleri perişan ettiğini, savaşlarda binlerce insanın telef olduğunu görmüşlerdi. Onun için en iyi idare şekli Cumhuriyet idi. Cumhuriyet; meclise, dolayısıyla halk iradesine dayanır. Halkın iradesi meclise yansıyacaksa siyasal partilere ihtiyaç vardır. Tek partiyle Cumhuriyet olamazdı. 1925 ve 1930’da iki parti kuruldu anca başarısız oldu. Nihayet 1945’de kurulan DP, 1950 seçimleriyle çok partili hayatı gerçekleştirdi. 1923-1950 arasında geçen çeyrek yüz yıl uzun sayılmaz. Bugün dünyada yedi buçuk milyar insan var. Fransız İhtilalinin getirdiği özgürlük ve demokrasi lezzetini tadan insan sayısı en fazla üç milyar civarında. İki milyar nüfusa sahip İslam dünyasında, bizim dışımızda hangi ülkede özgürlük ve demokrasi var? Bunlar Cumhuriyetin kazanımlarıdır.
Kadın, bir toplumun temel direğidir. Eğitilmesi, iş hayatına katılması ve devlet yönetiminde etkili olması gerekir. Ülkemiz kadınları bugün her alanda başarıyla hizmet ediyor. Siyasi haklarda bir kısıntı yok. Bu, Atatürk’ün eseridir.
Cumhuriyet kurulduğunda ülkemiz yoksuldu, paramız yoktu. Buna rağmen hızla sanayileştik. Kırıkkale’de silah, Kayseri ve Eskişehir’de uçak üretecek tesisler kuruldu. Şeker fabrikaları, Sümerbank’a ait kumaş fabrikaları birer birer devreye girdi. Hele Karabük Demir Çelikfabrikası yeni Türkiye’nin gururu oldu. 1933 yılında Cumhuriyetimizin onuncu kuruluş yıl dönümü kutlanırken, on yılda büyük işler başardık diye gururlanıyordu Atatürk.
Eğitim ve ekonomi kalkınmanın can damarıdır. 1921’de Ankara’daMaarif Kongresi, 1923’de İzmir İktisat Kongresi düzenlendi, her iki sahadatemel strateji belirlendi. Tüccara ve esnafa kredi vermek üzere İş Bankası, madenlerle ilgili Etibank, tekstil alanında Sümerbank gibi dev kurumlar hizmete girdi. 1923-1938 arasında sadece sosyal sahada değişim yaşanmadı, ekonomide de yeni bir Türkiye inşa edildi. Bu arada demiryolları çalışmalarını da unutmamak gerekir.
Çağdaş uygarlık derken asıl amacın ne olduğu biliniyordu. Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye millî hedeflerinden ne yazık ki uzaklaştı. Eğitimde arzu edilen başarı sağlanamadığı gibi, ağır sanayi de maalesef ihmal edildi. Türkiye çağdaş ülkelerle yarışmak zorundadır. Kalkınmanın temeli eğitim ve ekonomidir. Eğitimde çağdaşlık, ekonomide üretim şarttır. Bu iki ilke, milliliğin de temel şartıdır.
Toplum her geçen gün ayrışıyor, insanlar birbirini ötekileştiriyor. Millî birlik duygularımızzedeleniyor. Bu şekilde çağdaş hedefleri yakalayamayız. Birlik ve beraberlik içinde, Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlık yolunda yürümeye mecburuz.
MUSTAFA ESKİ