Dünya ligindeki değişmeyen sonuç bu. Doğa her maçta galip geliyor, insan doğaya karşı koyduğu,meydan okuduğu her maçı kaybediyor.
Türk filmlerinin unutulmaz sahnesidir. Sırtında yatağı, elinde bohçası Haydarpaşa Tren garından inen insanlar İstanbul’a kafa tutar,“Seni yeneceğim İstanbul” diye haykırır. Güleriz.
Peki, yüz yılların dere yatağına koca yerleşim alanını kurup sekiz-on katlı binaları yapıp yaşam alanına çevirmek,‘Seni yeneceğim doğa”diye meydan okumak olmuyor mu? Bir fark var mı arada?
Evet, var aslında filmde İstanbul’a meydan okuyunca gülüyoruz ama hayatta doğaya meydan okuyunca ağlıyoruz. Çünkü insanoğlu doğaya meydan okuduğu hiçbir maçı kazanamadı.
Doğa çok büyük ve güçlü.
Ya da insanoğlu çokküçük ve zayıf.
Geçen hafta ise tam felaketi yaşadık. Bozkurt başta olmak üzere, Azdavay, Pınarbaşı, Şenpazar, Abana, komşuda Ayancık ve Bartın sele tutuldu.
Sadece on günde ülkenin güneyi yandı, kuzeyini sel aldı. Yangın ve sel iki farklı afet sanılır, ama öyle değil işte. Aynı ananın ikiz evlatlarıdır bu iki felaket. Anaları, tahrip edilmiş doğadır. Babaları ise insanoğlu. İnsanoğlu olarak bizim evlatlarımız yani bizim ürünümüzdür.
Sel felaketinden etkilenen ilçelerimizin ortak özellikleri dere yataklarında kurulu yerleşim alanları olmaları. Yeni şehirleri aynı dere yataklarına kurup önümüzdeki maçlara bakacağız, durum onu gösteriyor. 50 – 60 yıl sonrada başka birisi bu yazının aynısını o zamanki basın kanallarında yazarsa hiç şaşmam.
Türk milleti olarak felaket öncesi ve sonrası iki farkı psikolojiye sahibiz. Felaket öncesi tuzumuz kuru maşallah. Dünya başımıza yıkılıncaya kadar kimse bizi harekete geçiremez. Bekleriz başımıza gelecek belayı. Aynı felaket aynı bölgeye her yıl gelir, ama biz istifimizi bozmayız. Bir gelsin bakalım biz buradayız kaçmıyoruz tedbir de almaya gerek yok. Ama felaket olduğu zamanda kim tutar bu milleti, bilemem.
Sel felaketinden sonra üç günüm Bozkurt ve Abana’da geçti. Anında devletin bu felaketler ile mücadele amacı ile kurulmuş tüm kurumları yanında ülkenin tüm illerinden belediyesi, özel idaresi, şirketleri,sivil toplum kuruluşları hızır gibi yetişti. Şu an Bozkurt ve Abana’daki araçlarda tüm illerin plakalarını görmeniz mümkün. Yağdı Türkiye Kastamonu’ya
Jandarma ve AFAD aşağıda adım atacak yer yok diye yol kesmek zorunda kaldı.
Ve gönüllüler…Onlar ki,bel kemiğidir bu felaketlerle mücadelenin. Onlar ki, sosyal medyadan organize olurlar. Sırt çantalarını alıp yola düşmeleri 10 dakikayı bulmaz. Ne nerede yatacaklarını düşünürler ne nasıl afet bölgesine gideceklerini nede ne yiyip ne içeceklerini.Birbirleri ile afet bölgesinde tanışırlar. Çadır kurma, malzeme indirme, nakletme, taşıma, kazma kürek işi ne iş olursa hazırdırlar. Yağmur altında veya güneşin anlında hiç fark etmez.
Birçok ilden gelen gönüllünün yanında Kastamonu’dan Kastamonu Dağ ve Doğa Sporları Kulübü (KADASK) da spor olsun diye öylesine kurulmuş bir kulüp olamadığını gösterdi. Onlarca üyesi ile her gün sahada resmi yetkilerin eli ayağı oldu. Siz bu satırları okurken onlar afet bölgesinde çalışmaya devam ediyor olacaklar.
Felaket sonrası ortaya koyduğumuz enerjinin bir miktarını bu felaketler olmadan önce doğru yerde, doğru zamanda bilim ve teknoloji ışığında kullansak olmaz mı acaba?
Bence olmalı. Yoksa önümüzde daha kaybedecek çok maç var.
Feza TİRYAKİ