BİR MESLEK, BİR HAYAT
“Ben çalışırken dinleniyorum” diyen Fikriye Temekoğlu ve annesinden öğrendiğini çocuklarına aktaran bir usta Mustafa Temekoğlu…
Üreten kişilerin sevgilerini, tutkularını, duygularını aktardığı, el emeği göz nuru ile hazırladıkları el sanatları, aynı zamanda yöresinin özelliklerini de yansıtıyor. Anadolu’nun pek çok şehrinde o bölgeye özgü dokumalar yapılıyor. Ahşap tezgâhlarda çözgü ve atkı ipliklerinin değişik şekillerde birbirinin altından ve üstünden geçirilmesi işlemi dokuma olarak adlandırılıyor.
Yöresel dokumalarda Kastamonu, geçmişte de önemli bir üretim merkezi olarak dikkat çekiyor. İlmek ilmek üretilen Kastamonu El Dokumaları, fabrikasyon kumaşlardan çok daha özel ve sağlam, uzun ömürlü oluyor.
Eşiyle birlikte döşeme dükkanlarında bizzat çalışan, eşinin ölümünün ardından çocukluğunda öğrendiği dokumacılığa geri dönen Fikriye Temekoğlu ile birlikte dokuma yapan oğlu Mustafa Temekoğlu “1 Meslek 1 Hayat” röportajının konuğu oldu.
Tüm ailenin, 3 nesil birlikte el dokumasına gönül vermiş olması, ayrı bir özellik olarak dikkat çekiyor. Dokuma atölyesine girdiğimde, kapının tam karşısındaki tezgahın başında Fikriye Temekoğlu, diğer tarafta makinede süzeni (ilmek) işi ile seccade işleyen Mustafa Temekoğlu, satışla ilgilenen Yüksel Temekoğlu ve okul ya da iş çıkışı uğrayıp, destek olan torunlarla sımsıcak bir ortamla karşılaşıyorum.
Dokuma tezgahının sesine süzeni makinasının şıkırtısı eşlik ederken, duvarlarda festivallerde siyasetçilerle ve ünlülerle çekilmiş fotoğraflar yansıyor.
Dokuma tezgahının başındaki Fikriye Temekoğlu, 74 yaşında olmasına karşın son derece üretken kişiliğiyle dikkat çekiyor. El emeği göz nuru dokumalara gönül vermekle kalmayıp, ticarette de yer almasının öyküsünü şöyle anlatıyor:
“1942 doğumluyum. Benim çocukluğumda hemen hemen her evde bir dokuma tezgahı vardı. Bizim tezgahımızda da annem ev halkı için üretim yapardı. Bazen akraba ya da komşulara, çoğunlukla da ailemizin ihtiyacı için göğnek, çarşaf, perde, divan örtüsü dokuyordu. O yıllarda Kastamonu’da bir dokuma kooperatifi vardı. Kooperatife üye olduktan sonra annem, satmak için de dokuma yapmaya başladı.”
Fikriye Temekoğlu’nun sözünü ettiği kooperatif, el dokumacılığını desteklemek ve organize üretim sağlamak amacıyla 1941 yılında “Dokuyucu ve Dokutturucular Kooperatifi” adıyla kurulmuş. Aynı yılda Kastamonu ili dahilinde 65318 hane varken 19377 el tezgahı varmış. 1943 yılında 151926 paket (680 ton) iplik kullanarak 6 milyon metre dokumayı yurt tüketimine sağlamış olan kooperatif, 1944 yılında ise 3.140.571 liralık ciro yapmış. Dokuyucu ve Dokutturucular Kooperatifi” 1947 yılında 2144 ortaklı bir güç haline gelmiş.
Kastamonu ekonomisinden önemli bir yer sahibi olan kooperatifle ilgili bilgilere kısaca göz attıktan sonra Fikriye Temekoğlu ile söyleşiye devam ediyoruz. Dokumaya nasıl başladığını soruyorum, anlatıyor:
“Çocukluğumda Elyakut Köyü’nde elektrik yoktu, ben 15 yaşımdayken geldi. Rahmet olası annem idare (küçük gaz lambası) ile dokuyordu. Ben de o yaparken öğrendim. Ayağım pedallara erişmezdi, yine de yapmaya çalışırdım. Annem de iplikleri kıracaksın diyerek, bana kızardı. Öyle öyle uğraşırken, çocuklukta dokumayı öğrendim.
Bükü ipi yoktu. Annem undan bulamaç pişirip, içine ipleri bastırır, sonra da kuruturdu. İpler tek kat olduğundan inceydi. Annemler de bu şekilde sertleştirirlerdi. İplik eğirmek için kullanılan çıkrıklar olur, 8 gün iplik sarardık. O zaman masura da bulunmazdı. Mümber ağacından evde masura yapılırdı. Ortasında boşluk olan mümber ağaçları bahçemizde vardı ve onlardan keserek, masura yerine kullanırdık.
Annem kooperatiften eve 4 çökü (kelep) getirirdi. 2 tanesini az önce anlattığım gibi hamura bastırıp kalınlaştırır, çözgü olarak, diğer 2 tanesini de olduğu gibi, atkı olarak kullanırdı. Çözgü dolabımız vardı. Orada bütün ipler hazırlanır, sonra tezgahta dokunurdu.”
“Çocukluğunuzda komşuluk ilişkilerinizden neler hatırlıyorsunuz? Örneğin komşu hanımlar toplanıp oyunlar oynarlar mıydı?” diye soruyorum. Fikriye Temekoğlu cevaplıyor:,
“Benim çocukluğumda komşular bir araya gelince yüzük oyunu filan oynanırdı, bazen. Ama bizim köyde herkes dokuma yaptığı için, iş görüyoruz diye çok fazla oynamazlardı. Evde günler genellikle çıkrık sarmakla, dokuma yapmakla geçerdi.
Sonra evlendim. Eşim (Tayyar Temekoğlu) ile birlikte çalıştık. Onunla iş yerimizde döşeme yapıyorduk. O rahmetli olunca kendimi boşlukta gibi hissettim. Oğluma söyledim. Mustafa da, ‘Anne sana el sanatlarından tezgah alalım, vakit geçirirsin’ dedi. Gerçekten de ben dokuma yaparken oyalandım. Oğlum da ilgilenmeye başladı. O da öğrendi.
İş olmazsa ben kendimi bırakıyorum. Canım sabah kalkmak, bir şey yapmak istemiyordu. Ama tekrar dokumaya başladığımdan beri hemen kalkayım, biran evvel tezgahın başına oturayım diye acele ediyorum. Burada dinleniyorum. Renklerle desenlerle uğraşırken, insan her şeyi unutuyor. Ben çalışırken dinleniyorum.”
Fikriye Temekoğlu’na katkıları için teşekkür ediyorum. Dokuma tezgahının başına dönmesinin ardından röportajı Mustafa Temekoğlu ile sürdürüyorum.
“Kastamonu merkezde Hisarardı mahallesinde 1959 yılında dünyaya geldim. Babam döşemecilik yapıyordu.
İlkokulu Atabey, ortaokulu Merkez Ortaokulunda okudum. Daha sonra Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü’nden son sınıf 2. dönemde ayrıldım. Baba mesleği olan döşemeciliğe başladım. O dönemde esnaflık çok iyiydi” diyerek anlatmaya başladığı yaşam öyküsüne şu sözlerle devam ediyor:
“ Kastamonu Musiki Cemiyeti’ne devam ettim. Akordiyon kursu aldım. Babamın merakıydı, akordiyonu o bana alıvermişti. İnebolulu tabelacı Muammer Yıldırım’dan özenmişti. Akordiyon kursunda 18 kişiydik. Hocamız Et Balık Kurumu Müdürü, Orhan Tekincan’dı. Kastamonu Musiki Cemiyeti; eski Belediye’nin (bugünki Osmanlı Sarayı’nın) ilersindeki fırının üst katındaydı. Veda geceleri, Askeriye, Şeker Fabrikası, Karayolları gibi resmi dairelerin eğlencelerine ve düğünlere grup olarak çağırılırdık. İlk olarak ud, keman, cümbüş, klarnet grubu çıkar, Türk sanat müziği icra ederdi. Sonra da biz;2 akerdeon (Kamil Sarı ile ben) ve 1 darbuka (meydani diye bilinen maliyeden Necati arkadaşımız) birlikte çıkar ve genelde batı müziği yapardık. Vals, tango gibi dans müzikleri ve o zaman çok moda olan komparsitayı da mutlaka çalardık.
Döşemecilik işi yoğun olduğu için sonralarda babam cemiyete ve konserlere gitmemi istemedi. Mobilyacılıktan uzaklaşırım, mesleği bırakırımn diye gecelere gitmemi istemiyordu. Şimdi aile içinde ara ara çalıyorum.
Babam rahmetli olduktan sonra döşemeciliği devam ettim. Sanayide oto döşeme, Beyçelebi mahallesinde mobilya döşemeciliği yapıyordum. 2001 yılında rahatsızlık nedeniyle döşemeceliği bırakmak zorunda kaldım”.
“Dokumacılığa nasıl başladınız?”
“Dokumacılağa başlamam ise şöyle oldu: Annem evlenmeden önce Yukarı Elyakut Köyü’nde annesi ile birlikte Dokuyucular ve Dokutturucular Kooperatifi’ne dokuma yapıyormuş. Başkanı da Kastamonu Belediye Başkanlığı yapmış olan Kuddusi Bey’di. Malzemesini ve tezgahları evlere veriyor, dokutturuyor ve İstanbul’a yelken bezi, iç giyim, dar dokumalardan göğnekler, kibrit başı örnekli mendil (ön bezi) gönderiliyormuş. Mezbahanın oralarda iplik boyama atölyesi varmış. Annem, 1968 yılında da çul kilim denilen Kastamonu kilimi dokumuştu. Halamın tezgahında kendi evimize ve komşulara 1 yıl kadar çul kilim dokumuştu.
Kastamonu Valliği El Dokumaları Atölyesi Müdürü Ata Erdoğdu’dan dokuma yapmak için tezgah istedik. Ata Bey çok emek verdi. Köylerden yaşlı kadınlar bulup, onların bilgilerinden faydalanılmasını sağlamıştı. Vali Aydın Arslan zamanıydı.
Annem 4 yıl oraya dokuma yaptı. Annem dokurken ben de merak ettim. Akdoğan köyü’nden aldığım eski bir tezgahı tamir ederek, dokumaya başladım. Annemden öğrendiğim bilgilerle devam ettim.
Kastamonu Vali Enis (Yeter) Bey, atölyemizi gördü. Münire Medresesi yeni açılıyordu. Yer tahsisi etti. El sanatları çarşısında tezgah şıkırtısının çok iyi olacağını söyledi. Bakır sesine tezgah sesinin karıştığı zamanlardı. ”
El sanatları ile yaşadığımız toplumun yanı sıra diğer kentlerle ve hatta dünya ülkeleriyle bağ kurulabiliyor. Mustafa Temekoğlu, Afyon’dan gelen dokuma örneğini birebir uygulamasının yanı sıra Riyat Uluslarası Jenedriyal Fuarı’nda el emeğiyle ülkemizi temsil ederken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de el dokumasını öğretmiş. Mustafa Temekoğlu dokuma serüvenini anlatmayı sürdürüyor:
“Bir kaç yıl önce Araç’tan bir dokumacı geldi, poğ bulunur mu dedi. Önce anlamadım. Sonra bizde mendil denilen dokumadan istediğini anladım. Yöreye göre adı ve renkleri değişse de örneği gördüm mü ona göre dokuyabiliyorum.
Afyon’dan da onların önicek dedikleri büyük renkli dokuma önlük geldi. Onu da dokuyup teslim edeceğiz. Sandıktan çıkan gömlekleri, kumaşları birebir uygulayıp, dokumaya çalışıyoruz.
Eski desenleri yeniye uyarlıyoruz. Eski peşkir desenlerini masa sehpa örtüsü olarak yapıyoruz. peştemal, mendil sandıktan çıkanların aynısını yapmaya gayret ediyorum.”
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin davetlisi olarak giden Mustafa Temekoğlu, üç buçuk ay kurs vermiş. Hasder El Sanatları’nın resmi internet sitesinde Temekoğlu ve kurs ile ilgili şu bilgilere yer veriliyor:
“Avrupa Birliği tarafından finanse edilip , Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Gelecek için Ortaklık tarafından desteklenen “Dokuma Evi” projesi 8 Nisan tarihinde Büyükkonuk Değirmen Kültür Evinde gerçekleştirilen Tanıtım Etkinliği ile medyaya tanıtıldı.
Dokuma Evinde kursiyerlerle tanışan Dokuma Ustası Mustafa Temekoğlu, Kıbrıs’ta böylesi bir projede yer almaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, çözgü sistemleri ve dokuma tezgahları ile ilgili bilgi verdi. Çarşamba ve Cuma günleri gerçekleştirilecek kurslarda dokumaclığın tüm detaylarını kursiyerlere aktaracağını belirten Temekoğlu bu yeni tezgahlarla üretimin daha rantabl olacağını vurguladı.”
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki kurs sonunda üretilen dokumalar sergilerde, festivallerde satışa sunularak, kursiyerlere destek verilmeye devam edilmiş.
Münire Medresesi’nde 5 yıl devam edip, daha sonra evinin altındaki dokuma atölyesine geçen Mustafa Temekoğlu, 15 yıldır annesi Fikriye Temekoğlu ile birlikte tezgah başında üretim yapıyor. Eşi Yüksel hanım gibi kızları Karayollarında makine Mühendisi Nuray Temekoğlu Aydemir ve Hazarbey Kolejinde sağlık öğretmeni hemşire Nesrin Temekoğlu da dokuma yapmayı biliyorlar. Oğulları Beton Teknolojisi ve İşletme Bölümleri mezunu Tayyar Temekoğlu ve Aytaç Eruz Lisesi’nde öğrenim gören Turgay Temekoğlu da küçük yaşlarda dokumayı öğrenmişler.
Ön bezi (önlük), çember (tülbent), peşkir, toplamalı çarşaf, selalmaz, işlemeli perde, tül perde, masa örtüleri, şömentabla, yatak örtüleri, koltuk ve sedir döşemelikleri, gömleklik kumaşlar, peştamal, bel kuşakları, renkli,desenli, ajurlu, düz dokumaların üretildiği atölyede şimdi unutulmaya yüz tutmuş olan eskilerin çok beğenilen “Süzeni işi”ni de yaşatıyor.
Mustafa Temekoğlu bu işle ilgili şunları söylüyor:
“Kastamonu’da süzeni iş (ilmek işi) kalmadı. Ben eskiden yapanlardan makina buldum. Bu kasnak makinası ile süzene işini devam ettiriyorum. Seccade, konak perdesi, sehpa ve masa yapıyorum. Sipariş de alıyorum.”
Kültür Bakanlığı Eğitim Araştırma Dairesi’ne dokuma ustası olarak kayıtlı olan Temekoğlu, Dösim’e müracaat ederek açılan fuarlara katılmış.Ankara, Pendik, Küçük Çekmece, Taksim ramazan etkinliklerine, İzmir, Selçuk, İskenderun fuarların katılılırken, çoğu yere tezgahı da götürüp dokuma da yapmış.
2008’te Riyat Uluslararası Jenedriyal Fuarı’na katılıp, Kastamonu’nun ve el dokumalarımızın tanıtımına katkı sağlamış. Mustafa Temekoğlu, çalışma yaşamında bir güçlük yaşamadığını çünkü severek, zevkle yaptığını ifade ediyor.
Geçmişten gelen kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarımız yeni nesillere aktarmış olmaktan mutlu plduğunu, yaptığı ürünün beğenilmesinin çok hoşuna gittiğini ekliyor.
Temekoğlu’na kenttteki ve iş yaşamındaki değişimi yorumlamasını istiyorum, anlatıyor:
“Eskiye ait değerlerimiz yok olsa da yeniliklerle dışarıya göç önlendi. Nüfus artışı ve iş yerleriyle istihdam sağlandı. Teknolojiye ayak uydurmak zorundasınız. Bu gelişme de olmalı. Her külfetin bir zahmeti oluyor.
Eskiden Kastamonu daha küçüktü. Tüm şehir, resmi kurumlar ve 3-5 sanatkardann ibaretti. Üniversite ve Asgeriye ile Kastamonu bir kazanım elde etti. İş hacmi açıldı. Sirkilasyon olmadığı için düzenli bir iş hayatımız var. Sipariş olduğu için satamadık derdimiz yok. Komş ilişkileri zaman içinde bozuldu tabiki. Hayat geçim derdi oyalıyor. Telefonlar, televizyon kanalları yokken esnaflar sabahları toplanıp,çay simit kahvaltısından sonra işe dağılınır, akşam yine öyle toplanılırdı. Şimdi bakıyorum da bunlar fazla kalmadı. Yoğun çalışma, koşusturma, ekonomik rekabet derken vakit de kalmıyor. Toplansak da herkesin elinde telefon var, herkes onunla ilgileniyor.
Mustafa Temekoğlu’na son olarak gençlere önerilerini soruyorum.
“El sanatlarının kaybolmaması için gençler de değer versinler. Benim prensibim öğrenmektir. Bir şeyi yapmasam bile öğrenmek isterim. Ne işim olur bunla dememek lazım. Ben de merak eden, öğrenmek isteyenlere yardımcı oluyorum” diye anlatmaya başlıyor ve sözlerini sürdürüyor:
“60larda filancanın hanm dışarda çalışıyor denmesin diye, bayanlar dışarda çalışmazdı. Evlerde dokuma, baskı terzilik fanila ve nakış yapılırdı. Babannem babamı terzilikle büyütmüş. Sonra sonra devlet dairesine girince azalmış.
Ben geçmişi yaşatmayı ve yapılanları en iyi şekilde aktarmayı istiyorum ve bunu yapıyorum. Ninelerimiz dedelerimiz nasıl ürettilerse öyle yapmayı tercih ediyorum. Fabrikasyon boyutta üretim kar getirirken eskiyi öldürüyor.
Emekliyim, hem zamanımı değerlendiriyorum, hemde gelen geçen çocukların, öğrencilerin ilgisini çekiyor. Soruyorlar, üşenmeden anlatıyoruz. Fuarlarda da aynı oluyor. İlk başladığım zamanlarda bu Trabzon işi mi, derlerdi, şimdi herkes biliyor. Yanımda çırak yetişmese de bir çok kişiye dokumayı öğrettim. Ailemin yanı sıra soran öğrenmek isteyenlere de öğretiyorum. Başarı çalışmakta, boşa zaman geçirmemekte ve işini severek yapmaktadır. İnsan sofrada bile hoşlanmadığı bir yemeği yemek istemez. İş hayatı da öyle. Severek, hevesle yapılan her iş güzel olur ve sonunda mutlaka başarıyı getirir.”