Herkesin merakla beklediği bir dava geçen hafta bitti. Kamuoyundaki yaygın adıyla, bazı hekim arkadaşlarımızı üzen Diyaliz Davası’ndan söz etmek istiyorum. Öncelikle dostlarımıza büyük geçmiş olsun. Geç oldu ama neticede mahkemeberaat kararını verdi. Demek ki ortada suç yokmuş.
Karara hepimiz sevindik, ancak kaybolan yıllar ne olacak? Hapishane denilen o dört duvar arasında geçen günlerin bedelini kim, nasıl ödeyecek?Hayatta bazı şeylerin telafisi mümkün ama mânevi ıstırabın tedavisi yok. Sadece “geçmiş olsun” demekle yükün ağırlığı üzerinizden kalkmış olmuyor. Meşhur bir söz var; “çeken bilir” demiş atalarımız.
Çok üzüldük ama yargıya intikal eden bir konuda elinizden bir şey gelmiyor. Haksızlığın giderilmesi ve adaletin bir an önce tecellisi için sadece dua ediyorsunuz, o kadar. Yazmadım, yazamadım. Atıf Uğurlu ile yakın akrabalığımız, Ahmet Zafer Ergün ile dostluğumuz var. Ayrıcaher ikisiyle de lise yıllarına kadar uzananortak bir geçmiş söz konusu. Diğer hekimlerimizden Mehmet Binici ve Metin Bak beyler, rahatsızlığım dolayısıyla kendimi birkaç kezhâzık ellerine teslim ettiğimdeğerli şahsiyetler. Her ikisi de uzun süredir Kastamonu’da başarıyla hizmet veren insanlar.
1970’li yıllarda Devlet hastanemizde röntgen uzmanı yoktu, üstelik cihaz da çok eskiydi.
Eşimin rahatsızlığında,film çektirmek için,tozlu ve stabilize yolları geçerek iki buçuk saatte Karabük’e gittiğimizi bilirim. Benim gibi çok kişi o yolları arşınladı. Şehirde durum böyle iken, Atıf Uğurlu 1976 yılında röntgen ünitesini kurdu, bizi rahatlattı. Sonraki yıllarda tomografi veMR cihazlarıda geldi. Belki benim bilmediklerim de var. Bütün bu teknolojik hizmetleri küçümseyemeyiz; sağlık sorunları ile karşılaşanlar bunların bir nimet olduğunu her zaman takdir etmişlerdir.
Mütevazı hastane dar geldi; memlekete hizmet düşüncesiyle yeni bir hastane kurmaya karar verdi. Borç, harç derken işler güzel bir noktaya da ulaştı. Tam işe başlanacaktı ki, o meş’um hadise meydana geldi ve hastane açılamadı. Kimin veya kimlerin işine yaradı bilmem ama bu konuda halk arasındaçeşitli rivayetler var. Aslını tam bilemediğim için fikir yürütmem doğru olmaz. Zamanla her şey ortaya çıkar.
Hastane açılsaydı bölgenin en önemli sağlık merkezi olacaktı. Yakın illere veya Ankara’ya gitmek zorunda kalmayacaktık. Açık kalp ameliyatları, hatta kanser tedavileri yapılacak, yakın illere de hizmet sunulacaktı.Hizmet en güzel şekilde ayağımıza gelecekti; tıpkı röntgen,tomografi ve MR’da olduğu gibi.
Üniversite hastaneleri dahil, Devlet hastaneleri hiçbir şekilde özel sektörle yarışamaz. Çünkü resmi mevzuata göre hareket etmek zorundalar. Oysa özel sektör daha hızlı, daha pratik çalışır; istediği ekipman ve teknik donanımı hemen tedarik eder. Harcadığı paranın miktarını, şeklini hiç hesap etmez. İşin doğası gereği, ileri teknoloji ile hizmet etmek zorunda olduğunu bilir.
Kim kaybetti derseniz yine biz, yani Kastamonu kaybetti. Yollara düştük başka yerlerde derman aramak için. Diğer yanda, işsizlikten kıvranan şehrimizde, yüzlerce insanadoğrudan veya dolaylı bir şekilde ekmek kapısı olacaktı hastane. Şimdi sormak zamanı; tekere taş koyanlar, halkımızı ileri teknoloji hizmetlerinden yoksun bırakanlar, vicdanınız rahat mı?Yok yere suç isnat etmek, saygın insanları zan altında bırakmak hangi ahlâka sığar? Bunun mahşeri olmayacak mı?
Ahmet Zafer kardeşim bu memleketin az mı yükünü çekti.Zaman zaman muayenehanesine uğradığım için biliyorum; yoksul gördüğü hastadan ücret almadığı gibi, eşantiyon ilaçları da hediye ederek onlarısevindirdi. “Allah razı olsun” diye dua eden çok insan gördüm.Daha birçok hayır, hasenat işlerini yazmaya gerek yok. SSK Hastanesinde başhekim iken, milyarlarca liralık harcamaların altına imza koydu; iki santim daha eli uzun yaratılsaydı şimdi Dragos’ta yalısı olurdu. Bunları yazalım ki herkes bilsin.İki çocuğunu okutup başını bir eve soktuysa, tutumlu eşi Lâtife Hanım’a dua etsin.
Şimdiye kadar bu konuda bir şey yazmadım. Neden yazmadım?Son yıllarda “iltisak” diye bir sözcük girdi dilimize.Bir kişiyi başkasıyla veya bir olayla bağlaştırıyorlar. Yazı yazarsam, devam etmekte olan bir davayı etkilemek gibi bir düşünce hâsıl olabilir diye düşündüm. Böyle bir durumda hem ben, hem de gazetemiz sıkıntı yaşayabilirdik. Hukukçu değilim; olur muydu, olmaz mıydı bilmem ama hukukta böyle bir kural var. Dava sonuçlandığına göre şimdi kanaatimi rahatça yazıyorum.
Bazı olaylar var ki, kamu vicdanında tepki görüyor. İnsanların itibarı ile oynamak büyük günah. Neylersiniz ki her türlü insan var toplumda; kimisi vicdanının sesini dinler, bazıları da fırsatı ganimete çevirir. Bu olayda bunlar yaşanmadı mı?
Burada sadece dört isimden söz ettim, diğerleri de mutlaka iyi insanlar ama benim onlarla bir hukukum olmadığı için fikir beyan edemiyorum. Memleket için çalışan, hizmet eden insanlara sahip çıkmak görevimiz olmalı. Yazacak çok şey var ama yer kalmadı; Namık Kemal’i hatırlayarak bitirelim yazıyı:
Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten
Hakir olduysa millet şânına noksan gelir sanma.
MUSTAFA ESKİ