Bugün açız yine evlatlarım diyordu peder,
Bugün açız yine; belki yarın ümit ederim,
Sular biraz daha sâkinleşir.
Çocuklar aklıma gelince Tevfik Fikret’in Balıkçılar şiirini hatırlarım. Açlıkinsan oğlunun en büyük korkusu. Ancak bu işin yarını da var, umut.
Çocuklar, Allah’ın bizlere verdiği en güzel nimet, bunda kuşku yok. Ancak ağlayan çocuklar, hassas yüreklerde derin sızı bırakıyor.
Baba ölür, yetim kalır; ana ölür, öksüz kalır, bazen de ikisi birden olur. Savaşın en mağdur tarafıdır çocuklar; çünkü babalar, belki de kardeşler yok olmuştur. Ekmek, aş, iş, ilaç bulmak büyük dert. Dünyaya geldiklerine bin pişman. Bazen yağmur yerine bombalar yağar üzerlerine, hem de varil cinsinden. Bazı çocuklar da henüz doğmadan ölür anne karnında. En son, televizyondaki haberlerde izledim, hamile bir kadın koronadan yaşama veda etti.
Hayatı devam ettirmek kolay değil. Her çocuk varlıklı ailede doğup büyümüyor. Küçük yaşta ekmek parası kazanmak için çalıştırılan çocuklar görüyoruz çevremizde. Hatta bazıları dilenciliğe itiliyor, bununla da yetinilmiyor suça teşvik ediliyor. Çocuklardaki suç oranlarıyla gelir düzeyi düşük aileler arasında sıkı bir bağ var. Suça itilen çocukların büyük çoğunluğu ekonomi ve kültür seviyesi düşük ailelerden çıkıyor. O halde problemin asıl kaynağına inmemiz gerekiyor.
Mesele sadece yiyip içmekten ibaret değil. Bu çocukların eğitimi de çok düzensiz. Zorunlu olduğu halde okula gidemeyenler var. Gitse bile çoğu eğitimlerini aksatıyor, iş peşinde koşuyor. En büyük sermayemiz olan çocuklar, yeterli eğitim alamadıkları için heba olup gidiyorlar. Oysa onların içinden ne büyük cevherler çıkar, lâkin biz hiç farkında değiliz.
1990 yılında, Türkiye’nin de imzaladığı, 54 maddeden oluşan Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi her şeyi denetim altına almış. Çocuklara eğitim, sağlık, korunma ve benzeri konularda önemli haklar tanımış. Biz de bu sözleşmeye istinaden 4058 sayılı yasayı düzenlemişiz. Yasal düzenleme önemlidir ama uygulamalar sağlıklı yürüyor mu? Her yıl kutlanan 20 Kasım Çocuk Hakları Günü acaba amacına ulaşıyor mu?
Bu kadar uzun girişten sonra asıl konuya geleyim. Dünyaya gelen herçocuğu yaşatmak bizim insanlık görevimiz. Öyle olaylar görüyoruz ki, yürekler dayanmıyor acıya. Çare arıyorsunuz, bulamıyorsunuz. Kronik çocuk hastalıkları en büyük üzüntü kaynağımız.
Türkiye, sosyal devlet anlayışını yeteri kadar olmasa da elinden geldiğinceyerine getirmeye çalışıyor. Ancak sağlıkta zorluklar var. Bazı tedaviler yapılamıyor, ilaçlar sağlanamıyor. Bir çocuğun göz yaşı dökmesi, bütün çocukların ağlaması demek. Kuru da olsa bir dilim ekmek bulmak mümkün ama ilaç konusu çok farklı.
Değişik adlarla ifade edilen çocuk hastalıkları var. Bazılarının tedavileri mümkün ama ilaçları çok pahalı, Türkiye’de bulmak da mümkün değil. Yoksul aileler, varlıklı kesimlerden yardım bekliyor. Vereni var, vermeyeni var; bazen de güven duyulmuyor. Velev ki yardım yapılacak; kim, nasıl organize edecek? Devlet bu durumdaki çocukların tedavi masraflarını üstlenmeli. Yasa da bunu emrediyor. Biliyorum, devlet bunun altından nasıl kalkacak diyenleriniz çıkacaktır. Söyleyeyim, bunun için bir fon kurulmalı, masraflar buradan karşılanmalı. Çocukları ölüme terk etmeyelim, onların da yaşamaya hakkı var. Ailelerini,özellikle annelerinigözü yaşlı bırakmayalım. Anneler çocuklarından nasıl vaz geçsin?Başkalarından para istemek kolay değil, üstelik bu paralar oldukça fazla.
İş bununla da bitmiyor. Asıl önemlisi engelli doğan çocukların durumu. Bundan doğrudan doğruya devlet sorumlu. Hamile kadınlar, gebelik durumu anlaşıldığı andan itibaren Ana ve Çocuk Sağlığı merkezlerinin zorunlu denetimi altına alınmalı. Engelli çocuk doğumları mutlaka önlenmeli.
Çevremde engelli doğan çocukları ve ailelerini tanıyorum. Özellikle anneler gerçekten perişan. Çok üzüntü çekiyorlar, ıstırap içindeler. Allah onlara sabır versin, güç, kuvvet versin. Çocukların her türlü ihtiyaçlarını karşılıyorlar ama hangi zorluklar içinde olduğunu bizler görmüyoruz.İşin daha acısı, gelecek kaygısı da çok önemli. Bu durumdaki anneler diyor ki, “ben öldükten sonra çocuğuma kim bakacak?” Bütün anneler, evlat acısı görmemek için çocuğundan önce ölmek ister.Engelli çocuğu olan anneler ise aksini düşünür. Biliyor ki, gözü arkada kalacak.
Engelli çocuk sahibi ailelere ve özellikle annelere yardımcı olunmalıdır. Devletimiz de engelli doğumlar konusunda kendini daha fazla sorumlu hissetmeli. Bu işler kader deyip geçilmemeli, bilimin kurallarına uyulmalı. Klasik bir sözdür, ateş düştüğü yeri yakar. İçinde bulunduğu zorluklardan dolayı genç yaşta strese girmiş, hasta olmuş, saçlarını ağartmış anneler biliyorum. Çileyi çekene soracaksın.
Acımak, üzülmek, Allah sabır versin deyip geçmek çok kolay. Bir de annelere sorun bakalım, nasıl yaşıyorlar? Maddî ihtiyaçlar onlar için de geçerli.Mânevî ihtiyaçları ayrı bir konu. Psikolojik desteğe ihtiyaçları yok mu bu insanların? Elbette var ama nasıl sağlanacak bu ihtiyaçlar?
Sağlık Bakanlığı engelli çocuklar konusunda ne yapıyor? Göründüğü kadarıyla bazı hastalıklara ilaç desteği verilmiyor.Bunu televizyonlara çıkıphayırseverlerdenyardım isteyen ailelerden anlıyoruz. Zorda kalan aileler, başkalarına el açacakduruma düşmemeli.
Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın üzerine düşen görevler de var. Bakanlık, engelli çocuk sahibi aileler için gerekli desteğine derece veriyor? Hangi çalışmaları yapıyor? Maddî destek sağlıyor mu? Ev ziyaretleri organize ederek psikolojik yardımda bulunuyor mu? Annelerle iletişim ne durumda?
Bir köşe yazısında bütün sıkıntıları anlatmak elbette mümkün değil. Bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar Çocuk Hakları Sözleşmesinin gereğini yerine getirmelidir. Toplum olarak üzerimize düşeni yapalım, ailelere yardımcı olalım.
MUSTAFA ESKİ