Bu soruya çoğunuzun okul veya fabrika cevabını verdiğini duyuyor gibiyiz. Covid 19 salgını Türkiye’nin sağlık kuruluşu alanında birçok Avrupa ülkesinden ilerde olduğunu gösterdi. Biz soruya, ne yazık ki ters bir cevap/yanıt vereceğiz. Ülkemizin acilen çok sayıda hapishane, yeni adıyla ceza ve infaz evine ihtiyacı var. Ceza ve infaz evleri; adaletin uygulandığı, toplumda devlete güvenin sağlamlaştırıldığı ve suçluların eğitilerek topluma kazandırıldığı yerler olarak son derece önemli kuruluşlardır. Ayrıca, üretim yapılan ceza ve infaz evleri ekonomiye katkı sağlamaktadır. Sakın ceza ve infaz evlerini beğenmem suç işlemeyi teşvik şeklinde anlaşılmasın.
Bugün Türkiye’nin görünen, çıplak sorunu hayat pahalılığı, işsizlik ise görünmeyen, tünellerde varlığını sürdüren, toprak üstünü yer yer zorlayan asıl büyük sorunu “suç toplumu” hâline gelmesidir. Bu ikinci sorun, aynı zamanda T.C. ile Türk milletinin bekâsını tehdit etmektedir.
Devlet yapısında, adalet en önemli ayağı oluşturur. Adaletin olmadığı ortamda ne ekonomi ne eğitim ne de kalkınma olur. Gecikmiş adalete, adalet denmez. Suçluları, ceza ve infaz evi azlığı dolayısıyla “adlî kontrol şartıyla serbest bırakan” yargı sistemi, toplumu hızla suça,bireysel silahlanma ve kendi adaletini uygulamaya sevk eder.
Neden “suç toplumu” olduk diyoruz? Yazılı ve görsel medyadaki haberlere, çevrenizde yaşananlara iki saat göz atmanız yeterli.
Türkiye’yi yurt içi ve dışında tehdit eden terör örgütlerinin faaliyetleri ne yazık ki devam ediyor. Bu örgütleri maddi ve manevi teşvik eden, destekleyenler var. Uyuşturucu ticareti, gençlere yönelik uyuşturucu hamleleri artıyor. Sınırlarımızdan kaçak göçmen, suçlu, terörist girişi alınan tedbirlere rağmen sürüyor. Kadına şiddet sonucu her gün ortalama iki kadın hayatını kaybediyor. Genç kızlara, çocuklara cinsel istismarın önü alınamıyor. Ölümlü ve yaralamalı trafik kazaları yeni suçlular yaratıyor. Ehliyetsiz, alkollü taşıt kullananlara sıkça rastlanıyor. Afrika, Afgan, Kafkasya, Suriye, Irak, İran göçmenlerinin oluşturduğu suç çeteleri büyük şehirlerde kolay para kazanmak için her yola başvuruyor. Hırsızlar her an iş başında. Yakalanınca pişkin pişkin kouşuyorlar: “Yarın serbestim, gene çalacağım. Başka işim yok.” Belediyelerin rögar kapakları, fiber kablolar, parmaklıklar, borular, musluklar her şey çalınıyor. Rüşvetçi memurlar sayıları azalmakla beraber yine iş başındalar. Hastanelerde sağlık çalışanlarına, okullarda öğretmenlere, polise, jandarmaya saldırılar sürüyor. Trafikte yol vermeme kavgaları cinayete kadar uzanabiliyor. Düğünlerde, asker uğurlamalarında kanunlar hiçe sayılıp ateşli silahlarla havaya ateş sonucu ölümler, yaralanmalar oluyor. Dolandırıcılar, devletin gözü önünde, kanunlardaki boşluklardan yararlanarak binlerce vatandaşımızı mağdur etmiş durumda (Tosuncuk, Jet Fadıl vb. yüzlercesi). İnşaat ve arsa rantı sonucu başlanıp bitirilmemiş yüzlerce inşaatın mağduru yüz binler. Dere içlerine inşaata izin veren devlet ve belediye görevlilerinin sebep olduğu ölümler. Gıdalarımıza hile karıştırıp toplum sağlığını bozanlar. Zehirli gıdalarla yok olan hayatlar. Sınır, su anlaşmazlıkları cinayetleri… Kan davası ölümleri, yaralanmaları. Ödenmeyen elektrik, su, doğalgaz faturaları, kredi kartı taksitleri, banka kredileri. Kaçıp kaybolan kuyumcular, tüccarlar. Vergi kaçırma, kaçakçılık suçları. Karşılıksız çekler… Denizleri, havayı, suyu kirletenler. Hayvanlara, bitkilere zarar verenler… Sahte para, altın, pasaport, diploma üretenler… Bu listeyi çok uzatmak mümkün. Neredeyse her ailenin avukatla ilgisi var. Apartmanlardaki, sitelerdeki anlaşmazlıklar, işçi-işveren anlaşmazlıklarını neredeyse unutuyorduk… Dedik ya, Türk toplumunda daha birçok suç işleniyor. En masumu telif hakkı hırsızlığı sanki…
Türk polis ve jandarması gerçekten de çok iyi çalışıyor. Bekçi teşkilatı daha da güçlendirilmeli. Birçok suçun faili kısa zamanda yakalanıyor. Gelin görün ki güvenlik güçlerinin canları pahasına yakaladıkları suç makineleri “adlî kontrol şartıyla” salıveriliyor. Yargılanmaları yıllar sürüyor. Mahkemeye gelmiyor, polisi tekrar tekrar uğraştırıyorlar. Adalet Bakanlığımız yargı konusundaki şikâyetleri azaltacak tedbirler alıyor, alacak. Hızlı yargılama gündemde. Ancak, Bakanlık ceza ve infaz evlerindeki aşırı doluluğu dikkate alarak bir yandan da suç işleyenleri korur duruma düşmekten de geri kalmıyor. Aflar, ceza indirimleri her zaman gündemde. 15 yıl hapis cezası alan beş yıl sonra tahliye olabiliyor. Hâl böyle olunca da, dışarı çıkan yeni suçunu hemen işliyor veya mağdur aile onu öldürmek zorunda kalıyor.
Öfke kontrolü sağlanamayan, düzensiz göçmenler ve terör örgütü kalıntılarıyla baş başa kalan Türk toplumunda adaleti sağlamanın yolu; bizce yargı sistemini suçluyu cezalandırma anlayışına uygun hâle getirme, ceza ve infaz evi sayısını hızla artırmaktan geçmektedir. Bizden uyarması. Suçluyu gereği gibi zamanında cezalandırmazsanız; evinizden sokağa çıkamaz duruma gelirsiniz. Adalet sarayı (Neden saray?) denen yerler; çoğalırken, büyürken, lüks işyeri hâline gelirken adaletin dağıtıldığı; suçsuzun korunduğu, suçlunun da cezalandırıldığı mekânlar hâline gelmeli biraz da… Tarihten, mitolojiden biliyoruz. dünyanın en âdil hükümdarı Fars Şahı Nuşirevan’mış. Onun sarayı adaletin merkeziymiş. Mahkeme yerlerine Fars özentisi olarak Adalet Sarayı denildiyse daha da fenâ. Adalet Merkezi ne güzel. Bu saray modasına Millî Eğitim, KTB ve diğer bakanlıklar da uyarsa hâlimiz nice olur? Hiç düşündünüz mü?
NAİL TAN