Selamlar; şehri terk edip de köye yerleştiğimden beri dışarıdan yemek söylememişim. Yani 27 Mayıs 2020’den bu yana eveyemek için kurye gelmemiş. En komiği sadece yemek için değil kargolarım için de kurye gelmemiş. Kargolarımı Ilgaz’da bir esnaf tanıdığın dükkanına geliyor. Çünkü kargo şirketleri köylere girmiyormuş. Bir yılı geçkin bir zamandır kendi işimi kendim çözüyormuşum. Dışarıdan yemek gelecekse gidip kendim yaptırıp, alıp geliyorum. Kargolar için zaten mecbur gidiyorum. Görece olarak hayatı kolaylaştıran hizmetlerden faydalanmıyormuşum. Nereden mi aklıma takıldı bu? Haberlerde yemek kuryeliği yapanların daha insani koşullarda çalışma istekleri için protestolarını izlememden.
Bu yazıyı yazma sebebim hizmet sektörüne dair sorunsalları tartışmak ya kendimce uygulamaya koyulmayacağını bile bile çözümler manzumesi yazmak değil. Bunu tartışma işi sivil toplum örgütlerine, varsa sendikalarının (Bana göre olmaması daha hayırlı. Ülkemizdeki sendikaların ve sendikacılığın hali malumunuz) ve doğal olarak devletin oluşturacağı regülasyonları hazırlayanların işi. Benim işimse bu yazı vasıtası ile hizmet sektöründen hizmet aldığımız kişilerin de birer insan olduğu gerçeğini hatırlatmak. Yemeğinizi, kargonuzu, evrakınızı getiriyor olmaları. Bir restoranda size servis yapıyor olmaları, seyahat edilen toplum taşım araçları (ister havada, ister karada) içinde istediğinizde ayağınıza su getiriyor olmaları.Anneniz, babanız, kardeşiniz ya da nazının geçtiği biri olmalarından değil işleri bu olduğundan dolayı. Eğer tercihlerini sorarsanız hiçbiri de “hizmet sektöründe besin zincirinin en dibinde olmak çocukluk hayalimdi” demeyecek. Bir şekilde bir sebepten hayatları o yöne evrilmiş ve o işi yapıyorlar. Belki de şu anda bu yazıyı hizmet sektöründen bir dostum da okuyor olabilir. Sahip olduğumuz işler bağlamında konumlanma meselesine şöyle bakmışımdır hep. Doğduğum aile, şehir, okuduğum okullar, bana sunulan imkanları değerlendirmem sonucunda bugün bu yazı ile bu ahkamı kesmemi sağlıyor. Ama beni bir başkasından daha özel ya da üstün kılmıyor. Sadece hayata dair öğrendiğim ve kendimi geliştirdiğim şey sanat sepet, yazma çizme… Yaşar Kemal (çok sık onu örneklediğimi biliyorum çünkü muazzam hayranıyım.) okuyamadı bile, pamuk tarlalarında ırgatlık bile yaptı. Ve sonunda yaşamla vedalaşırken dünyanın önemli yazarlarından biriydi. Şimdi onun bırakın yüksek lisansı, doktorayı ve hatta lise diplomasını benim bildiğim ortaokul terk. Şimdi sen ortaokul terksin yazamazsın desek Türk Edebiyatı da kendi Homeros’undan mahrum kalmış olacaktı. Sözümün özü şu:Hayat her birimizi bir yerlere konumlandırıyor. Çalışmanın, eğitimin, azmin gerçekliğini inkar etmeden şunu söylüyorum. Bugün kimse bulunduğu noktadan dolayı değerli ya da bulunamadığı noktadan dolayı değersiz değildir. Örneğin benimbu yazıyı yazmam ve sizinde bunu okuyor olmanız beni kimseden daha özel hale getirmiyor. Sadece bunu yapabilmek için mesai harcadığım anlamına geliyor. Yani sonuçta yaşamak için muhtelif işlere sahibiz ve bunlar bize bir kutsiyet sağlamaz. Sadece buzdolabında yemek olmasını sağlar. Hangi marka ve hangi model buzdolabına sahip olursak da olalım en nihayetinde artı dört derecede gıdaların bozulmamasını sağlayan bir makineden söz ediyoruz. İmkanlar dahilinde elbette ki kişisel konforumuz için bir takım seçimler yapacağız. Markalar, modeller, yemek yenen yerler farklılık gösterecek. Göstermeli de. Sonuçta eğer yaşam emeklerimiz bir çıktı ürettiyse bunu da değerlendirmek en meşru hakkımız. Meşru olmayan hakkımız ise dediğim gibi bize hizmet sağlayanlardan daha üstün olduğumuzu düşünmemizdir.
Örneğin yemek yediğiniz restoranın yemeklerinin kötü olması onun hatası değildir. Ya aşçının hatasıdır ya da patronun. Sırf size tabaklarınızı getirdiği diye yemekle ilgili şikayetiniz için garsona huysuzluk yapmanıza gerek yok. Onların işinin pişirmek değil, servis etmek olduğunu hatırlayın bir dahaki sefere. Ya da çağrı merkezindeki görevli birinin işi sizi dinlemek, eğer yetkisi dahilinde sorununuzu çözebiliyorsa, buna yardımcı olmak. Yani telefon faturanızdaki hatayı o yapmadı. Düzeltmeye de yetkisi de yok ki bir de sizin azarlarınızı dinlesin. Bu örnekler çoğalır gider. Mudanya’da yaşadığım zamanlardan birinde dışarıdan pizza söylemiştim. Pizza bir miktar gecikmişti. Yine yazıyor olduğum için, karnım acıktığı ve kan şekerim düştüğü için yemeği getiren arkadaşa gecikmesinden dolayı sitem etmeye başlamıştım ki, delikanlı,“Abi motordan düştüm, ondan geç kaldım; kusura bakma” dedi. Motordan düşmüş, sakatlanmaktan kurtulmuş, üst baş tarumar olmuş (düştüğünü söylediğinde fark ettim) yine de “kusura bakma” diyor. Çünkü ben müşteriyim ve hep haklıyım. Öyle sert bir tokat yemiş gibi oldum ki size anlatamam. Normal koşullarda da hizmet sektöründeki herkesle çok iyi geçindiğim ve güzel iletişim kurabildiğim halde bu delikanlıyı neredeyse pas geçiyordum.
Sonuç olarak başta da dediğim gibi,kimsenin iş koşullarını değiştiremem, ama en azından temas ettiklerimin kısa bir anlık da olsa değerli olduklarını hissettirip, günlerini güzelleştirebilirim…
Bugünlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU