Teknolojinin hızla gelişmesi, beraberinde bireylerin sosyal medya platformlarında aktif rol almasını ve bu platformlarda hayatlarına ilişkin detaylı bilgiler vermesinin önünü açmış oldu. Bu bilgiler çoğunlukla yazı ve fotoğraf yoluyla aktarılır bir hal alırken bazı riskleri de görünür hale getirdi. Bugün bu risklerden biri olan sharenting kavramı üzerinde durmak istiyorum. Bu kavram share (paylaşmak) ve parenting (ebeveynlik) kelimelerinin birleşiminden türetilmiş olan, çocuklara dair hikâye ve görselleri sürekli sosyal medyada paylaşan ebeveynlik anlayışını ifade etmektedir. Yıllar geçtikçe çocuklara yönelik olan bakış açısının değiştiği malumunuz. Özellikle çocuk hakları kavramının karşımıza çıkmasıyla birlikte çocuklar üzerinde kurulan mülkiyet hakkı bakış açısı zamanla çocukları da hakkın öznesi konumuna getirmiş olup BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’yle birlikte ise, yetişkinler tarafından çocuğun hayatı hakkında karar verilirken görüşlerini hesaba katmadan karar alabilecekleri bir hukuk nesnesi olmadıkları kanaati yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu düşünce ebeveynlerde kısmi olarak yerleşmiş olsa da sosyal medya işin içine girdiğinde ne yazık ki her ebeveyn bu özeni çocukları nazarında gösterememektedir.
Çocuklara yönelik “bedensel söz hakkı” kavramından söz ediyoruz. Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklar için de onayın gerekli olduğunu söylüyoruz. Bilmemiz gerekiyor ki tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi çocukların bedenleri de kendilerine ait ve özeldir. Bedenleri ile ilgili kararlarda, kişisel alana yönelik her eylem öncesinde çocuklara söz hakkı tanımak, varsaymamak, bilgi vermek, izin istemek gerekmektedir. Sosyal medyada ise nerdeyse bu bahsettiğimiz eylemlerin birçoğunun ebeveynler tarafından yapılmadığını görüyoruz. Sıklıkla çocuğun doğum anından itibaren tüm gelişim sürecini takipçileriyle paylaşan ebeveynlerle karşılaşıyoruz. Çocuğun her anının kamerayla kaydedilip bunu birçok insanla paylaşmanın mahremiyetinin ihlal ettiğini ise ne yazık ki farkında olamıyoruz. Bu durum ebeveynler nazarında şu aşamada bir zarar doğurmasa bile çocuğun geleceği konusunda onun iyi olma halini etkileyeceği aşikârdır. Yıllar sonra paylaşılan fotoğraf ve videolardan rahatsızlığını dile getirdiğinde birçok şey için geç kalınmış olabilecektir.
Nasıl ki yetişkinler olarak ‘bize özel’ olan anları paylaşmaktan çekiniyorsak, bir çocuğun da özel anının olabileceğini ve mümkün mertebe çocuğun bu eylemi kavrayıp kendisinin görüntüsünün çekilmesine onay vereceği ana kadar çocuğun bedenine ve özel alanına saygı duyulması gerektiğinin unutulmaması gerekmektedir.
Ebeveynlerin çocuklara, kendilerini ilgilendiren konularda görüşlerini sunabileceği uygun bir ortam oluşturması ve bu görüşlerinin dinlendiğini hissettirmesi aynı zamanda bedenlerine her anlamda saygı duyması gerekmektedir. Bu durum hem çocukları sosyal medya üzerindeki tehlikelerden korur hem de gelecekte verilerinin ve bedensel söz hakkının ihlal edilmediği bir geleceğin inşa edilmesini sağlar.
Küçük bir not: “Unutulma hakkı” ile çocuklar reşit oldukları an itibari ile mahkeme kararı ile internet üzerinde bulunan gönderi ve fotoğrafların içeriklerinin tamamen kaldırılmasını talep edebilirler.
Av. Seda ÇETİN