Mehmet Reis’in, Marmara Grubu Vakfı 25. Avrasya Ekonomi Zirvesi’nde yaptığı konuşma
Yaşam şansımızı kaybetmeden geleceğimizi kurtaralım
“Küresel iklim değişikliği gıda güvencesi için risk oluştururken beslenme güvenliği açısından da tehdit içermektedir.
Son yıllarda etkisini giderek daha derinden hissettiğimiz küresel ısınma ve iklim değişikliğinin tek başına bir çevre sorunu olmadığı, tarımsal, ekonomik ve sosyal yaşam için küresel ölçekte en büyük tehdit olduğu anlaşıldı.
Dünya Ekonomik Forumu tarafından 2022 yılı için yayınlanan Küresel Riskler raporunda; dünyada 10 yılda beklenen 10 riskin beşinin doğrudan veya dolaylı olarak küresel iklim değişikliğiyle ilgili olduğuna işaret ediliyor.
Raporda; insanın çevreye verdiği zarar, aşırı hava olayları, doğal kaynak krizleri, biyoçeşitliliğin kaybolması ve iklim krizi ile mücadelede başarısızlık yer alıyor.
Dünya tarihinde son yedi yıl en sıcak yıllar oldu. 2021 yılı en sıcak beşinci yıl olarak kayıtlara geçti.
İklim değişikliği; toprak yapısında ve doğal bitki örtüsünde değişikliklere neden oluyor. Tarımsal üretim düşüyor, su kaynakları azalıyor ve su kalitesi olumsuz etkileniyor.
Yağış rejiminin değişmesiyle bazı tarım alanlarının sular altında kaldığı ya da kuraklaştığı ve bitkilerin olgunlaşma sürelerinin değiştiği görülmektedir.
Tüm sektörlerin lokomotifi olan tarımsal üretimde meydana gelen verim kaybı, bazı ülkelerde gıda arzı istikrarının bozulmasına ve fiyatların yükselmesine neden oldu. Ayrıca, diğer sektörleri de olumsuz yönde etkiledi.
Pandemi, iklim değişikliği, devam eden Rusya-Ukrayna savaşı ve gıda milliyetçiliği ülkelerin gıda güvencesi ve beslenme güvenliği için, öz kaynakların ve kendi kendine yeterliliğin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Son yüzyılda insanoğlu doğaya saygı göstermedi. Biyoçeşitlilik hızla azalıyor.
Doğal alan ve canlı yaşam çeşitliliği insanlık tarihinde görülmemiş bir hızla kaybediliyor.
Çevreyi kirleten, doğal yaşam zincirine müdahale eden insanoğlunun, sınırlı bir dünyada sınırsız büyümeyi hedef alan yaşam tarzından ve kâr odaklı bakış açısından kurtulması gerekir.
Artık günümüzde kişisel çıkarların peşinden koşmanın ötesinde toplumsal faydanın peşinden gitmek gerekiyor. Bu yaklaşım insanın yalnızca cüzdanına değil toplumun çıkarlarına kalbin yer açması anlamına geliyor.
BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Panelinde, insanlık için “kırmızı alarm” koduyla açıklanan raporda küresel ısınmanın korkunç sonuçlarının daha da belirgin hale geldiğine ve iklimin korunmasına yönelik çabaların yetersiz kalındığına dikkat çekildi.
Küresel ısınma insan kaynaklı atmosfere salınan sera gazlarının oluşturduğu sera etkisi ile ortaya çıkmaktadır.
Kömür, petrol gibi fosil yakıtları kullanmaya, doğal bitki örtüsünü tahrip etmeye, ihtiyacımızdan fazlasını tüketmeye devam ettikçe iklim değişikliğinin oluşturduğu olumsuz koşullara daha da fazla maruz kalacağız.
Düşünce kuruluşları 2050 yılına kadar karbon emisyonlarında kayda değer bir azaltım olmadığı takdirde gıda ürünlerinde verimliliğin üçte bir azalacağı ve gıda fiyatlarında artış eğiliminin devam edeceği uyarısında bulunuyor.
Küresel ısınmaya bağlı olarak daha sık karşılaştığımız aşırı iklim olayları, başta tarımsal üretim olmak üzere insan sağlığı üzerinde de olumsuz etki yaratmaktadır.
Soluduğumuz temiz hava, içtiğimiz su ve besin kaynağımız toprak, her gün artan bir baskıya maruz kalıyor. Doğal kaynaklar, biyolojik değerler ve çeşitlilik daha iyi korunmalı. Tatlı su kaynakları verimli kullanılarak tarımda modern sulamaya geçilmeli.
Tarım politikaları toprağın sağlığını koruyacak ve onaracak şekilde gerçekleştirilmeli. İsraftan kaçınmak, atık azaltımına gitmek, tekrar kullan ve geri kazanmak anlayışına geçmek zorundayız. Unutmayalım ki, doğal kaynaklar sınırsız değil, tükenmeden güneş, rüzgâr ve jeotermal enerji kaynaklarına yönelmeliyiz.
İklim krizi doğal yaşamı ve gıda arzı güvenliğini tehdit ediyor.
Dünyanın dört bir yanında yaşanan kuraklık, sel, çölleşme, erozyon, arazi bozulması ve orman yangınları; çevreyi, doğal yaşamı, gezegenimizi ve geleceğimizi tehdit ediyor.
Otoriteler, iklim krizinin gerekli önlemler alınmazsa yakın gelecekte ülkeler arası çok ciddi göçlere, sosyal ve ekonomik sıkıntılara, su sorunlarına yol açacağını ve hatta bunlara bağlı çatışmaların yaşanabileceğine işaret ediyor.
İklim mültecileri, küresel sorunun bir parçası olarak sürekli gündemde. 2050 yılına kadar yaşanabilecek afetler nedeniyle en az 1.2 milyar insanın yerinden olabileceği belirtiliyor.
Araştırmalarda, 2050 yılında 10 milyara ulaşacağı hesaplanan dünya nüfusunu beslemek için, tarım ve gıda üretiminin bugünkü düzeyinden yüzde 60 oranında fazla olması gerektiği belirtilmektedir.
İklim değişikliğinin orta ve uzun vadeli sonuçları itibariyle, tüm canlıların yaşamını riske atan ve insan hayatının devamlılığı için gerekli olan tarımsal üretime olumsuz etkileri bulunuyor.
Hükümetler arası iklim raporları, iklim değişikliğinin etkisiyle dünyada kuraklığın artacağını, tarımsal üretime zarar vereceği, verim kaybı yaşanacağı, hayvan sayısının ve biyoçeşitliliğin azalacağı öngörülmektedir.
Küresel ısınmanın sebep olacağı iklim değişikliği ile mücadelede önemli adımlar atılmadığı sürece gıda arzı güvenliği tehlikededir.
Ekonomik durumu iyi olan ülkeler dahi kendi halkının gıda güvencesi ve beslenme güvenliği açısından endişe duyuyorlar.
İklim değişikliği ile mücadele ve uyum stratejileri bir an önce hayata geçirilemezse sürdürülebilir gelecekten söz edemeyiz.
Risk yönetimini uygulamazsak kriz yönetimiyle yapacak fazla bir şeyimiz kalmayabilir. Unutulmamalıdır ki “Başka dünyamız yok.”
Doğanın bize sunduklarına saygı göstermezsek, kıymetini bilmezsek, kaynakları verimli kullanmazsak, gıda kaybı ve israfını azaltmazsak, daha doğrusu alışkanlıklarımızı değiştirmezsek çaresiz kalacak ve yaşam şansını kaybedeceğiz.
Sağlıklı yaşam sağlıklı bir dünya ile mümkün. Doğayı korumanın yaşamı korumak anlamına geldiğini artık anlamalıyız.
İklim krizi 2021’de dünyanın en kritik gündem maddesi oldu. Sürdürülemez bir yolda olduğumuzu ve artık uyanmamız gerektiğini bir kez daha çarpıcı bir şekilde bize hatırlattı.
Daha yaşanabilir bir dünya için bilimin gösterdiği yolda kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve bireylerin ivedilikle bu krizle topyekûn mücadele etmesi gerekmektedir.
1970-2019 yılları arasında dünyada oluşan doğal felaketlerin yüzde 50’sini kuraklık oluşturmaktadır. İklim krizi nedeniyle kuraklıktaki artış oranı son 20 yılda yüzde 29 olmuştur.
Türkiye iklim değişikliğinden en çok etkilenen Akdeniz Havzası’nda yer almaktadır. Son yıllarda ülkemizde afetlerin daha sık oluştuğunu ve daha etkili olduğunu görüyoruz. 2021 yılında 65 ilimizde kuraklık nedeniyle verim kayıpları yaşanmıştır.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı “İklim Değerlendirmesi” raporuna göre Türkiye’de 2010 yılında 556 olağanüstü hava olayı gerçekleşti. 2020 yılında ise bu sayı 984’e yükseldi. 2021 yılında ise 1.024 sıra dışı hava olayı meydana geldi.
22 Nisan 2021’de Paris Anlaşması’nın TBMM’de onaylanması, ayrıca Ocak 2022’de yapılan Tarım ve Orman Bakanlığı, İklim Değişikliği ve Tarım Çalıştayı sonuç bildirgesinde; iklim değişikliğine uyum eylem planı ve iklim dostu tarımsal destekleme modelinin olması önemli bir adım olarak görülüyor.
2018 yılında T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün katılımıyla düzenlenen “Dünya Gıda Günü” çalıştayında; Türkiye ve dünyada giderek sıklaşan, etkisini artıran doğa olaylarının sebebinin küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği olduğunu ve bir an önce mücadele edilmesinin gerekliliğini ifade ettim.
İklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve üretim sistemlerinin iklim risklerine uyumlu hale getirilmesi, ekosistemin korunması, sürdürülebilir tarım ve gıda güvenliği açısından önem arz etmektedir.
Sağlıklı bir toplum için “tarladan sofraya, çiftlikten çatala” gıda güvencesi ve güvenliği diğer bir değişle üretim miktarı ve üretilen gıdanın sağlıklı olması da son derece önemlidir.
“Sürdürülebilir tarım yaşanabilir bir gelecek” için teknolojinin etkin ve doğaya uygun bir şekilde kullanılması gerekir.
Tarım üretimi yaparken aynı zamanda ekolojik dengenin korunması, ekosistemin ve biyoçeşitliliğin sürdürülmesi gerekiyor.
Doğadaki dengeyi gözetmeden insan sağlığını koruyabilmek ve gıda güvenliğini sağlamak mümkün değildir. Başka bir değişle gıda güvenliğinin söylenmesi için doğal kaynakları sürdürülebilir kullanan bir tarım sektörünün oluşturulması gerekiyor.
Artık daha çok kazanmak veya sadece karnımızı doyurmak için değil daha iyi bir dünyada sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşamaya ihtiyacımız var.
Yaklaşık 25 yıldır küresel iklim değişikliği konusunu, üniversitelerde, yazılı ve görsel basında, çalıştay ve seminerlerde gündeme getirmeye gayret ettim.
“2018 Dünya Gıda Günü” ödülünün verilmesi, sorumluluğumu daha da artırmış oldu. Mehmet Reis olarak, sosyal fayda oluşturabilmek için mücadeleme ısrarlı bir şekilde devam edeceğim. Yaşanan olumsuzlukları hep birlikte çözüm odaklı yaklaşım ile çözebiliriz.
821 milyonu açlıkla mücadele eden yaklaşık 3 milyar insanın yeterli ve güvenli gıdaya ulaşamadığı, 2 milyar kişinin de temiz suya sürekli erişemediği dünyada; devletlerin temel görevi vatandaşların yeterli ve güvenli gıdaya erişimini ve vatandaşlarının sağlıklı beslenmesini sağlamaktır.
Açlığın önlenmesi, sağlıklı ve insanca yaşamak için hakça bölüşmeyi sağlamak gerekir.
Mahatma Gandi ‘’Dünya, herkesi doyuracak kadar kaynağa sahiptir. Ama herkesin aç gözlülüğünü doyuracak kadarına değil’’ demiştir.
Bir ülkenin dünya devletleri arasında itibar kazanması yerli ve milli üretimle gerçekleşir. Günümüz şartlarında ülkelerin güç unsurları sadece silah, askeri ve savunma konularında değil, milli tarım, milli üretim ve ekonomik güçleridir. Dışa bağımlı bir ülkenin tam anlamı ile bağımsız olduğundan söz etmek mümkün değildir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözünü hatırlatmak isterim. “Üreticilerden yoksun olan milletler üretenlerin esiri olur” sözüyle üreticinin ve yerli üretimin stratejik önemini vurgulamıştır.
Mehmet REİS