Kendisine sistematik şiddet uygulayan ve kendisini seks işçiliğine sürüklemek isteyen Hasan Karabulut’u “ben öldürmeseydim o beni öldürecekti” diyerek öldüren Çilem Doğan’ın hapis cezası “meşru müdafaa” hali kapsamına alınmaksızın 15 yılla onanmıştı. Onama kararının ardından Çilem Doğan, yolladığı mektupta aynen şu sözleri söylemişti: “Erkek adaletten bir şey beklemedik, beklemiyoruz. Yine bizi yanıltmadı.”
16 Temmuz 2020 sabahı, gözlerimi açıp sosyal medyaya girdiğimde pek çok insanın kayıp bir kadının görüntüsünü paylaştığını görmüştüm. Bu fotoğraf Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış ve herkes kadının sağlıklı bir şekilde bulunabilmesi umudunu taşıyordu. Ancak ne yazık ki öyle olmadı. Türkiye’de kaybolan her kadın gibi Pınar için de o korktuğumuz haberle karşı karşıya kaldık. Bir kadını daha erkek şiddetinden kurtaramamış olmanın öfkesini yaşadık her birimiz içimizde. Pınar’ın öldürülmesinden sonra sosyal medyada #ChallangeAccepted etiketiyle erkek şiddetine karşı meydan okumak için dijital bir ayaklanma başlatılıp birçok kadın tarafından siyah beyaz fotoğraflar paylaşıldı. Çünkü biz kadınların, önce rengârenk ve mutluluk saçan fotoğrafları yayılıyordu her tarafa ancak hemen sonrasında o rengârenk fotoğraflar siyah- beyaz oluyordu…
Pınar… Son zamanlarda duyduğunuz haliyle Pınar Gültekin. Fail tarafından “canavarca hisle”, “eziyet çektirilerek” ve “tasarlayarak” öldürüldü. Fail, yargılama aşamasında “Ben katil miyim?” “Karıncayı bile incitmem” “İstanbul Sözleşmesi’nden iyi ki çıkıldı” gibi savunmalarda bulundu ve tabii ki “beni tahrik etti” dedi. Erkek adalet sistemi, oradan “tahriki” aldı ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine “haksız tahrik indirimi” uygulayarak faile sadece 23 yıl hapis cezası verdi. Peki, hukuk sisteminde ‘haksız tahrik’ neydi? “Kişinin haksız bir fiilinin kendisinde meydana getirdiği öfke veya şiddetli üzüntü etkisi altında suçun işlenmesi”ydi. Haksız tahrik, failleri cesaretlendirme aracı değil; söz konusu koşulların oluşması halinde failin kusur yeteneğinin azalmasıdır. Ancak bu halde failin, suç işleme yönünde önceden karar vermeksizin, dışardan gelen etkinin ruhsal yapısında meydana getirdiği karışıklığın sonucuyla suç işlemeye yönelmesidir. Araştırmalarım sonucunda, yargılama aşamasında fail, birçok farklı ifade vermiş olup verdiği ifadelerin hepsinin yalan olduğu somut delillerle (telefon kayıtları, çapraz sorgu yöntemi vs.) ortaya çıkmıştır.
Türk yargısı vermiş olduğu kararla bize bir kere daha öldürmenin yaşatmaktan daha kolay olduğunu göstermiş oldu. Faile bir güzel cezasızlığı hediye edip bir de gururla sırtını sıvazladı adeta. Peki, niçin ‘erkek adalet sistemi’ diyoruz biliyor musunuz? Erkeklerin koydukları yasaların (mecliste kadın temsili noktasındaki eşitsizlik) yine erkek yasa uygulayıcıları (kadın/erkek hâkim-savcı sayıları) tarafından uygulanmasıyla ortaya çıkan fail bakış açısına erkek adalet sistemi diyoruz. Faili her koşulda aklayan ve koruyan sisteme yani. Kadın cinayetlerinde haksız tahrik indirimini çatır çatır uygulayan adalet sistemi; hayatlarına sahip çıkan Yasemin’in, Nevin’in, Çilem’in fiillerine gözlerini kırmadan kasten öldürme dedikleri için, erkek adalet sistemi diyoruz.
Bir dizide: “Yok haksız tahrik, yok iyi hal. İndire indire… Tek madalya takmadıkları kalmış sana. Her zamanki gibi gereği düşünülmüş de gereği yapılmamış o mahkemede.” denilmişti. Omuzlarınıza yüklediğiniz cübbelerin ağırlığına; kadınların umudunu, çığlıklarını ve kanlarının ağırlığını da yükleyeceğiniz ve bu yükle gereken kararı vereceğiniz yarınların ümidiyle yaşarken, “erkek adalet değil gerçek adalet” demeye devam edeceğiz.
Av.SEDA ÇETİN