Bayramları seviyorum. Bir arada olunanları daha çok hatta. Geçtiğimiz iki sene birbirimizden uzakta geçirdiğimiz bayramları düşününce, “aman bir daha yaşamayalım.” diyorum. O neydi öyle? Uzaktan uzağa, içimiz buruk, sadece telefonla ve hatta evde pijamalarla oturarak geçirdiğimiz bayramlar… Bu sene, bayram öncesi her yer cıvıl cıvıldı. Çarşı kalabalık… Bayram alışverişleri yapıldı, uzaktan misafirler ağırlandı, evler temizlendi… “Evler temizlendi…” İşte bu haftanın konusu. Bayram öncesi temizliği, bayram içi temizliği bir de bayram sonrası temizliği. Açılan baklavalar, börekler; sarılan sarmalar; kurulan sofralar… Farkında mısınız? Hep edilgen fiil kullanıyorum. Sözde özne var cümlelerimde, ama gerçekten ‘sözde’ özne. Çünkü hepimiz bu fiillerin muhatabını biliyoruz. Tabii ki, kadınlar.
Bir bayram telaşıdır evlerde yıllardan beri gidiyor. Ama bu bayram telaşı ne yazık ki bir erkeklere uğramıyor. Tek telaş, bayram namazına kalkabilmek. Dönüşteyse hazır masada bir kahvaltı yapabilmek. Sonrası malum… Evin başköşesine oturup misafir ağırlamak. Ağırlamak derken ‘ağır’ kısmını kadınlar üstleniyor tabi. Misafirlere terlik çıkart, sehpaları koy, yemekleri tabaklara doldur, aman çaylar bitti mi bitmedi mi tetikte bekle, tabakları geri topla, bulaşık makinesine diz… Ben yazarken; siz okurken yoruldunuz eminim. Bir de bunları peş peşe defalarca yazdığımı düşünün çünkü bir kereye mahsus değil biliyorsunuz, gelen her misafire özel.
Bu bayram, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün hemen ertesine denk geldi malum ve bence ironikti. Emek kelimesinin anlamı neydi? “Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü, mesai, zahmet.” TDK, böyle diyor. Peki, şimdi size soruyorum: temizlik ve yemek yapmak; çamaşır ve bulaşık yıkamak da emeğe dâhil mi? Bal gibi de dâhil, ama işte o emek de tıpkı yukarıdaki öznesi kaybolan fiiller gibi ‘görünmez’. Kadınlar birçok ev işine ciddi emek sarf ediyor ama bir türlü cümlelerin, fiillerin öznesi olamıyor. Sonra vay efendim sen de çok abartıyorsun. Vallahi de abartmıyorum işte… Üzgünüm ama asıl siz çok hafife alıyorsunuz. Tıkır tıkır işleyen bir sistem var ve bu oldukça işinize geliyor. Kadının yaptıkları işleri onun doğasının bir parçası, doğal yatkınlıkları olarak düşünüp; emeğini görmezden geliyorsunuz. Peki, şimdi size ikinci bir soru: bu emek, mesai saatlerine tabi mi? Hani normal çalışma süresi 8 saattir ya -fazlası, fazla çalışmaya girer- ev içinde de 8 saat midir mesai? Ben cevaplayayım, elbette ki değil. Mesaiyi de geçelim konumuzla en alakalı kısma geldik: Ulusal Bayram ve Genel Tatil Günü… Bayramda çalışıyorsanız çalışma süreniz,ya yıllık izninize ekleniyor ya da tarafınıza fazladan ücret ödeniyor. Ee peki, kadınların bayram tatili ya da yaz tatili ne olacak? Bayramı anlattık zaten. Yaz tatilinde de otele değil de; yazlığa gidiliyorsa vay haline. Orada da aynı işler bekliyor çünkü kendisini.
Uzun lafın kısası, emek diyoruz, dayanışma diyoruz ama konu kadınların eviçi emeği olunca tabiri caizse, üç maymunu oynuyoruz. Yapılan araştırmalara göre, küresel ölçekte, çalışma çağındaki kadınların %42’si üstlendikleri ücretsiz bakım sorumlulukları yüzünden ücretli emek gücüne dâhil olamıyor. Ücretli emek gücüne dâhil olup evde ücretsiz emeklerinin devam ettiğini de söylememe gerek yok zaten. Velhasıl bayramın ve tatilin keyfini yine erkekler çıkardı ve bir nesil böyle geçti. Yeni neslin ise bu eşitsizliğe artık bir ‘dur’ demesi lazım. O yüzden ‘oğlum sana da söylüyorum damadım sen de anla’: Konfor alanınız eminim çok güzel ama cinsiyet eşitliği ve işbölümü için sizin de kollarınızı sıvama ve mücadeleye ortak olma vaktiniz geldi. Ancak birlikte ve dayanışarak başarabiliriz. Unutmayın, değişim en önce sizinle ve evinizde başlar.
Av.SEDA ÇETİN