Çok kültürlü, çok dilli, çok katmanlı bir insan Prof. Sakine Esen Eruz. Yaşamının merkezinde Kastamonu olmasına karşın birçok değişik coğrafya ve kültür içinde yetişmiş, bir bilim insanı olduğu kadar aydın bir kişilik olarak da hayatın tüm aşamalarını özümseyen çok katmanlı bir kültür, dünya vatandaşı olmuştur.
Sakine Esen Eruz’un aile kökenlerine bakıldığında 17. yüzyıla kadar geri giden bir yapı görülür. Bu köklü aile ağacı kırsal, kent, metropol ve hatta saray deneyimlerini bir arada sürdürürken, değişen dünyanın modernleşen kurumlarında yer alma, Cumhuriyet ile de birlikte ulus-demokrasi-çağdaşlık ülküsünü yükseltme gibi misyonların bayrak taşıyıcısı olmasını sağlamıştır. İşte bu kökenler ailenin birçok üyesi gibi Prof. Eruz’un da genetik kodlarına işlemiş ve çağının insanı, çağını ileriye taşıyacak bir vizyona sahip olmasını sağlamıştır.
Çok yönlü bir kişilik olması yanında birçok alanda üretken ve birçok şeye emek veren Prof. Esen Eruz hem aileden gelen hem de kendi yaşam tecrübesi içinde çok kültürlü vizyonu sayesinde birçok şeyin olduğu gibi günümüz kadınının da en net fotoğraflarını çekenlerin başında yer alır. Yaşamında Avrupa ülkelerindeki kadınlarla bilim yaptığı kadar kırsaldaki kadınla da yerel üretimin paydaşı olan Prof. Sakine Esen Eruz sahip olduğu bu vizyonel bakış açısı ve tecrübe ile kadınlar, kent ve kültür ekseninde objektif ve dikkate alınması gereken düşüncelerini cesur, açık ve anlaşılır bir şekilde ifade ediyor.
Bir dilbilimci olarak bilim üretiminin en üst safhalarına geldiğinde kendi dilinin yalınlığına da ulaşan Prof. Esen Eruz, bu sade dil ile son dönemde Kastamonu odağında birçok çalışmaya imza attı. Bu çalışmaların başında yayınladığı kitaplar yer almakta. Bu kitaplardan“Evrensel Öykülerde Kastamonu”, ilin yakın geçmişteki kırsal dünyasını ve o dünyadaki kadını anlamak için çok önemli. Ayrıca son kitabı olan “Yüzyıla Derin Bakış” ülkemizin olduğu kadar Kastamonu’nun da yakın tarihinin kilit taşlarını açık ediyor.
Bir eğitimci olmasından kaynaklı olarak eğitim dünyasına ayrı bir önem veren ve hep destekleyen Prof. Sakine Esen Eruz bu konuda kız öğrencilere pozitif bir ayrımcılık da sunuyor. Kadınların çağdaş dünyaya entegre olmasının temel koşulunun her zaman için adil bir eğitim olduğunu savunan Prof. Esen Eruz’un geniş ve engin yaşam tecrübesinin penceresinden başta kadın olmak üzere birçok konuda oldukça verimli, üretken ve tadına doyulmaz bir sohbeti sayfalarımıza yansıttık.
Bu sohbetin her bir kelimesi dimağlarımızı parlatırken kadın kimliğine yönelik tespitler içerisinde üretim ve eğitimle birlikte özellikle siyasette kadınların daha çok olması gerektiği vurgusu ve bu alandaki varlığın salt “Kadın kimliği ile olmalı, erkeksi hiçbir tavra öykünmeden” cümlesi ile üzerine ayrı bir düşünme ve değerlendirmeyi hak etmektedir.
- ••
- Hocam kısaca tanıyabilir miyiz sizi?
Değerli Murat Bey, nereden başlayayım? Kastamonu doğumluyum, babam 1952 yılında Kastamonu’da Devlet Hastanesi’nde KBB kliniğini kuran ve 1957’de milletvekili seçilen Opr. Dr. Şükrü Esen, annem Milli Mücadele’de yararlıklar göstermiş, iki dönem Kastamonu belediye başkanlığı yapmış olan Muzafferettin Esen’in kızı Zekiye Esen. Büyük dedem 1877 Kastamonu mebusu, daha büyük dedem Münire Medresesi bânisi Reisülküttap Hacı Mustafa Efendi (1742). Kastamonu aşığı bir aileye mensubum. “Kastamonu bir yana, dünya bir yana” felsefesiyle yetiştirildim.
Eğitimime Almanya ve Türkiye’de devam ettim. Daha sonra Almanya’da on yıl bir dil hizmetleri bürosu işlettim ve yetkin eyalet çevirmeni olarak çalıştım. Doçentliğimi 2004 yılında Çeviribilim alanından aldım ve emekli olmadan önce de İstanbul Üniversitesi Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı ve Yaşar Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü başkanlığı yaptım. Halen 1999 yılında kurduğumuz Çeviri Derneği’nin başkanıyım ve 2018 yılında bir araya gelen, Kastamonu kültürünü Türkiye’de ve bütün dünyada tanıtmayı amaçlayan Dünya Mirası Kastamonu İnisiyatifi’nin üyesiyim. 2021 yılında Kastamonu Üniversiteli Kadınlar Derneği’nden benim için çok değerli olan “Yöresine Değer Katan Önder Kadın” ödülünü aldım. Dilerim bu ödüle her zaman layık olmayı sürdürebilirim.
Eşim Yüksek Mühendis Aytaç Eruz’a da ailemizdeki Kastamonu aşkı sirayet ettiğinden, kendi şahsi birikimleriyle 2009 yılında resmen açılan Aytaç Eruz Anadolu Lisesi’nin yaptırdı. Binin üzerinde öğrenciye eğitim veren okulla her zaman irtibat halindeyim, karınca kararınca destek olmaya çalışıyorum. Gençlerle etkileşimi ise hiç kesmedim, onlara bir tür mentorluk yapıyorum ve elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum. Eşim sokak hayvanlarını çok sever ve korurdu, ben de onun anısına bu tür işleri devam ettiriyorum. Babamın adını da Orman Fakültesi’ne ve Tıp Fakültesi’ne ve farklı yörelere (Ilıca, Mehran) ve yerlere(Vedat Tek Kültür Merkezi Müzesi) yaptığımız hibelerle yaşatmaya çalışıyoruz.
- İstanbul ve Almanya gibi yaşantıların çok yer almasına karşın Kastamonu hayatınızdan hiç eksilmemiş. Bunun temel nedenleri nelerdir?
– Kastamonu her yerde yüreğimizdeydi; bu ailede yetişen biri için Kastamonu’nun hayatımızdan eksilmesine olanak yoktu ki. Her şey Kastamonu’ydu bizim için. Babam Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin KBB Kliniği şefiyken (1967-1982) evimiz Kastamonulu hastalarla dolup taşardı. Keza yazları köye gittiğimizde de babam bütün yaz hasta bakardı. Bizim görevimiz hastalara hizmet vermekti. Böyle yetiştikten sonra Kastamonu’dan kopmaya nasıl olanak olsun? Doğası, insanı, köydeki hayvanları ile Kastamonu adeta bizim yüreğimizin bir parçasıydı. Alt katında kendir de çekilen Kastamonu’nun hafif rutubet kokan harem selamlıklı ahşap konakları, kentin belli yerlerine serpiştirilmiş yangın havuzları, Kendir Hanı ve daha nice hanları… Mehran, babaannemin çiftliği Şadıbey, Kırcalar ve daha nice köye; uçsuz bucaksız elma bahçelerine, altın başaklı mis kokantarlalarına, bahçelerin yamaçlarından kıvrıla kıvrıla akan billur çaylara, bılık bılık baloncuklar çıkaran dupduru kaynak sularına karşı özlemim sonsuzdur. Kastamonu denincehâlâ burnumun direği sızlar, gözlerim dolar, öylesine bir sevgi ile bağlıyım ben bu topraklara.
Kuşkusuz salt annem babam değil, babamın ikiz kardeşi avukat Sabri amcam, halam Dr. Münire Esen Akdeniz, kuzenlerim Dr. Ekrem Esen, Avukat Ahmet Esen gibi bütün akrabalarımın da katkısı büyüktü Kastamonu sevdamda. Çünkü hepsi bu sevdayı bana aşılamak için adeta yarış halindelerdi. Kaldı ki ailem de, kuzenim Dr. Nur Özkendirci Özbek gibi akrabalarım bu sevdanın somutlaştığı değerli eserler vermekle kalmamışlar hibeler de yapmışlardır.
- Bilimsel çalışmalarınız dışında kitap ve sergi çalışmalarınız da var. Bunlardan bahsedebilir misiniz?
– Aslında bu sergiler de bilimsel çalışmanın bir uzantısı ve bütünleyeni. 2009 yılında ilk sergimi İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası’nda açtım.
Sergide Kastamonu el baskısı sini bezini de eksik etmedim, en güzel dekorasyonum bu güzel örtüydü.
Bu harika bina ve Beyazıt’taki kampüs 1924 yılında Atatürk ve Kabinesi tarafından İstanbul Üniversitesi’ne (o tarihlerde adı Darülfünün) hibe edilen bir zamanların Harbiye Bakanlığıdır. Rektörlük binası ve kampüsün girişinde sağ ve solda bulunan binalar 1867 yılında Fransız Mimar Bourgeois tarafından planlanmıştır. Olağanüstü estetik bir mimarisi vardı; rektörlükten içeri girdiğiniz anda bilirsiniz ki buraya Mustafa Kemal Atatürk de defalarca girip çıkmıştır; adeta o yüce gönüllü insanın ruhunu hissedersiniz. Üst katları çevreleyen mermer korkulukları zarif dantel örtüler gibi işlenmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ilk işi bu olağanüstü mekânları ve harika bahçeyi İstanbul Üniversitesi’ne devir etmek olmuştur. İşte ben de bu harika mekânlarda sergimi açma şansına eriştim. Belki şunu da eklemem gerekiyor, Kastamonu’da Milli Mücadele’de aktif görev üstlenen iki dönem Kastamonu belediye başkanlığı yapmış olan rahmetli büyükbabam 1916 yılında Harbiye Nezareti’nde tercüman olarak görev yapmıştır.
Belki onun ruhu da bana yardımcı olmuştur tüm bu girişimlerimde. 1999 yılından bu yana toplam 20 sergi açtım. Sergilerin konusu “Osmanlı Devleti’nde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Çokkültürlülük ve Çevirmenlerdir”. Sergide panolardaki görsellere serginin mekânına göre Almanca, Türkçe ya da İngilizce metinler eşlik etmektedir. 2018 yılında iki önemli sergi açtım, bunlardan ilki Avusturya Graz Üniversitesi’ndeydi ve halen daimi sergi olarak devam etmektedir.
İkinci sergim ise canım memleketim Kastamonu’daydı. Dünya Mirası Kastamonu İnisiyatifi girişimi olarak 2018 Türk Dünyası Kültür Başkenti Kastamonu kapsamında Ekim ayında Rıfat Ilgaz Kültür Merkezinde “Osmanlı Devleti’nde Çokkültürlülük ve Çevirmenler ve Kastamonu’da Çokkültürlülük” üzerine bir sergi açtım. Sergi 15 gün sürdü, sergiye paralel üniversitede ve okullarda sunumlar yaptım. Öğrencilere o tarihte yayımlanan “Evrensel Kastamonu Öyküleri” başlıklı kitaplarımdan armağan ettim. Sergiyi Türkiye’de farklı üniversitelerde ve kurumlarda açtım.
Bu konuda çok sayıda sunum yaptım, sunumlardan birini de Viyana Büyükelçiliğimizde gerçekleştirdim.
Ayrıca Avrupa Birliği Projesi kapsamında Napoli’de L’Orientale Üniversitesi’nde de bu kez de dili İtalyanca olan bir sergi açtım. Federal Almanya İstanbul Büyükelçiliğinde açtığım serginin dili ise Almancaydı.
Kitap çalışmalarıma gelince…
Kısa öyküler yazıyorum, bir kısmı ne yazık ki internette yitip gitti, bazı öyküleri “İstanbul ve Ötesi” başlıklı kitabıma alabildim, bir kısmını da “Evrensel Kastamonu Öyküleri” başlıklı kitabımda derledim. Bu kitapta üç Kastamonulu kadının yaşamını da anlatıyorum. Kitaplarım ne yazık ki tükendi, ama kütüphanelerde olmalı. Nadir kitap sitesinde de var, ancak fiyatları yüksek. Aslında öyküleri derleyip yeni bir kitap çıkarmam lazım, ama buna daha zamanım elvermedi. Kent tarihi araştırmalarıma ise aralıksız devam ediyor.
1999 yılından bu yana Reisülküttap Hacı Mustafa Efendi Sülalesini araştırıyorum. Uzun araştırmaların ürünü olan “Yüzyıla Derin Bakış” başlıklı kitabımda Türkiye’nin son yüzyıllık tarihini karmalayarak bu sülaleden gelen babam Opr. Dr. Şükrü Esen’in yaşamını anlatıyorum. 476 sayfalık kitapta çok miktarda görsel ve belgeye de yer veriliyor.
Dünya Mirası Kastamonu İnisiyatifinin etkinliklerinde aktif görev üstleniyor ve barkovizyon sunumları yapıyorum. Bunlar Kastamonu’nun tarihine ve son zamanlarda daha çok İstiklâl Yolu tarihine yönelik sunumlar oluyor. 10 Aralık 1919 Kadın Mitinginin 102. yılına yönelik Dünya Mirası Kastamonu İnisiyatifi’nin Sarıyer Belediyesi’nde düzenlediği etkinlikte ve en son da İstanbul’da Kastamonu Dernekler Federasyonu’nun etkinliğinde “20. Yüzyılın Başında Dünyada ve Türkiye’de Kadın Hakları ve Kastamonulu Kadınlar ve İstiklal Yolu” konularını işledim.
Ayrıca Çeviri Derneği başkanıyım. 25 Martta Marmara Üniversitesi’nde yapılan Çeviri Derneği ödül törenleri etkinliğinde de aktif görev üstlendim ve kendi alanında uzman üç panelistin katılımıyla “Pandemi Sırasında ve Sonunda İş Piyasası ve Çeviri” başlıklı paneli yönettim.
Pandemi sürecinde de aslında boş durmadım. Graz Üniversitesi Çeviribilim Bölümünde konuk öğretim üyesi olarak online ders verdim.
Gelen talepler yönünde farklı kurumlarla birikimimi paylaşmaya büyük özen gösteriyorum.
- Bu çalışmalardan Kastamonu özelinde olanlar hakkında daha ayrıntılı bilgi verebilir misiniz?
– 2018 yılının Ekim ayında Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi’nde Osmanlı Devleti’nde Çokkültürlülük ve Çevirmenler Sergimin yanında ayrı bir çalışma daha yaptım.
Bu çalışmam bu kez salt Kastamonu’ya yönelikti. Sergi üç salonda açıldı. Salonların ilkinde daha önce açtığım serginin konularına yer veriliyordu. İkinci salonda ise Kastamonu’da çokkültürlülük olgusu inceleniyordu. Bu bağlamda Kastamonu’daki gayrimüslim nüfus 19. yüzyılın sonundan mübadeleye kadar ele alınıyor ve mübadeleyle Yunanistan’a göçen Rumların “anavatan” özlemiyleyerleştikleri bölgeye Kastamonu adını vermeleri de sergileniyordu. 1901 yılında Vedat Tek’in mimarlığını yaptığı Hükümet binasının açılışında müftünün yanında Rum Ortodoks din adamları da yer alıyordu, keza Rum Ortodokslara yönelik binaların temel atma törenlerinde de Hristiyan ve Müslüman din adamları bir arada dua ediyordu.
1923 yılında Yunanistan ile yapılan Mübadele Anlaşması ile birlikte eğitimli bir nüfus olan Rum nüfusu bıçakla kesilmiş gibi Kastamonu’dan sökülüp alınıyordu. Gidenlerin arasında hekim, mühendis, müzisyen, taş ustası, terzi ve daha nice dallarda uzman kişiler bulunuyordu. Taş ustalığında, demir ustalığında, biçki dikişte ve zenaatta mahir olan Ermeni nüfus ise zaman içinde büyük bir oranda Kastamonu’yu terk edecek ve daha iyi koşullarda büyük kentlerde ya da yurtdışında yaşamanın olanaklarını araştıracaklardı.
Kastamonu 19. yüzyılın sonuna ve 20. yüzyılın başına kadar çokkültürlü bir kentti, zaman içinde her bir bireyi besleyen ve etkileşim içinde insanları hoşgörüye, daha güzel ve daha doğruya yönlendiren bu çokkültürlülük ağır ağır yok olacaktı.
İkinci salonda görsellerle bu konular sergileniyordu.
Üçüncü salonda ise Kastamonu’ya büyük emek vermiş Münire Medresesi bânisi Reisülküttap (yaklaşık bugünkü Dış İşleri Bakanının görevini üstlenen kişi, ancak görev alanı daha genişti) Hacı Mustafa Efendi’nin soyundan gelen ve Kastamonu’ya büyük yararlıklar göstermiş bir aile tanıtılıyordu. Salimefendizâde sülalesinin babaları, Kırcalar Camii bânisi Salim Efendi 1877 yılında Kastamonu mebusu olarak ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına giriyordu; burada cesur konuşmaları ile tanınacaktı. Konuşmalarının birinde diyecekti ki: “Tanzimat Fermanı ile birlikte gayrimüslimlerin orantılı temsili konu ediliyor, ancak biz bunu Kastamonu Belediye Meclisi’nde yapamayız, nedeni çok basit. 500 bin Müslüman yaşamaktadır Kastamonu ilinde, buna karşılık gayrimüslim nüfusu 5 bindir. Biz de haksızlığa mahal vermemek için mecliste temsil yetkisini yarı yarıya yapıyoruz.” Din ve hakkaniyet o tarihlerde böyle anlaşılıyordu.
Salim Efendi soyundan gelen torunuMuallim Mektebi mezunu Mustafa Reşit Bey çok sayıda önemli görevde bulunması dışında İstiklâl Yolu için köyündeki bütün hayvanları ve araç gereçleri verecekti ve bütün bunları bilabedel yapacaktı. Cumhuriyet kurulduktan sonra kendisine karşılığı ödenmek istenecek, “Ben devletimden para mı alacağım?” deyip devletin ona verdiği borç senedini yırtıp atacaktı. Çanakkale madalyası sahibi diğer bir torunu Muzafferettin Esen ise Milli Mücadele’de yararlıklar gösterecek ve ilk Ziraat Kongresi’nde Kastamonu’yu temsil edecekti. Mustafa Kemal Atatürk bu aileye bir teşekkür ve tebrik telgrafı gönderecekti.
Muzafferettin Esen daha sonra iki dönem Belediye Başkanlığı yapacak ve Kastamonu’nun yamaçlarını ağaçlandıracaktı. Aynı zamanda kendi köyünde (Kırcalar) de bir tarlayı bir koruluğa dönüştürecekti.
Biraz daha yakınlara geldiğimizde Mustafa Reşit Bey’in oğlu Kastamonu’da ilk Kulak Burun Boğaz Kliniğini kuran, 1952 – 1957 yılları arasında bu klinikte Almanya’da öğrendiği birbirinden önemli ameliyatları yapan ve 1957 ile 1960 arası Demokrat Parti’den milletvekili seçilen Opr. Dr. Şükrü Esen’i görüyoruz. Dr. Şükrü Esen aynı kız kardeşi Dr. Münire Esen gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye davet ederek hayatlarını kurtardığı dünyaca ünlü Musevi kökenli bilim adamlarından ders almışlardır.
Kız kardeşi Dr. Münire Esen Akdeniz ise tanınmışPatalog Prof. Schwarzt’ın asistanı olacak ve ihtisasını verdikten sonra Boston’ta 230 hastanın bulunduğu bir kliniği yönetecektir.
Dr. Münire Esen Akdeniz aynı kliniği (zeka özürlü hastalar) Türkiye’de açmak için Demokrat Parti hükümeti tarafından Türkiye’ye davet edilecek; Amerikan vatandaşlığını reddeden New York Bilimler Akademisi üyesi Dr. Münire Esen Akdeniz 1957 yılında bu kliniği kurmak için Türkiye’ye gelecektir. Demokrat Parti hükümeti bu klinik için 300 dönüm yer tahsis edecek, planlar yapılacak, üç yıl yoğun bir çalışmadan sonra tam klinik kurulurken ihtilal olacak ve ne yazık ki bu değerli hizmeti yapamayacaktır. Bütün bu süre zarfında Dr. Münire Esen Akdeniz zeka özürlü çocuklar ve hastalara yönelik sayısız konferans verecek ve onların koşullarını iyileştirmek için girişimlerde bulunacaktır. Salt Türkiye’de değil dünyada da zeka özürlü hastalara yönelik çalışmalar yapan ilk kadın hekimlerdendir. İhtilalden sonra kendisi verdiği hizmetlerden ötürü adeta suçlanacaktır. Bunun akabinde Dr. Münire Esen Akdeniz’i Almanya’ya gidecek ve oradan klinikleri yönetecektir. Kendisi Türkiye’de ilk kez zeka özürlüler derneğini kuracaktır. Dernek lağvedildiğinde derneğin öz kaynağının önemli bir kısmını Kastamonu bedensel ve zihinsel özürlü okulunun kurulması için Sevgi Okulu Derneği’ne bağışlayacak ve böylece Kastamonu’da ilk defa bu eğitimi veren bir okul kurulmuş olacaktır. Okul faaliyetini halen Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak sürdürmektedir.
Opr. Dr. Şükrü Esen ise ihtilal akabinde bir süre Almanya’ya gittikten sonra İstanbul Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniği Şefi olarak Kastamonulu hemşerilerine hizmet vermeye devam edecektir.
- Neden Kastamonu’yu farklı bakış açısı ve yöntemlerle anlatmaya çalışıyorsunuz?
– Kastamonu sevdası bir şekilde yüreğime ve her hücreme işlemiş. Bu sevdayı tabii ki aileme borçluyum, biraz da Kastamonu köylerinde yetişmeme, çocukken harman yerinde oyunlar oynamama, düvene binmeme; bütün bu yerlerin havasını içime çekmeme. Üvendire ile öküzü dürterken Mustan Ağa’ya çocuk diliyle, “Öküzün canını acıtma, üzme onu”, dememe. Bir gün eski Hükümet Meydanı’nda otururken, çocuğun biri salıncakta sallanırken hızlandığında, yaşlı ninesinin ona “Üzme salıncağın gücünü, paşam” diye hitap ettiğinde, bu halkın bir nesnenin dahi ruhu olduğunu düşündüğünü özümsememe de borçluyum bu sevdayı herhalde. Kastamonu’nun gücünün üzülmesini ise hiç mi hiç istemiyorum. Ama yıllardan bu yana Kastamonu’nun böğrüne saplanan gökdelenimsi yapıların bu güzel kentin ahşap konaklarını ne kadar üzdüğünü görünce gücüm sonsuz üzülüyor. Ve halkın o dünya güzeli tek kemeri imha edilmiş Nasrullah Köprüsü’ne “Kambur Köprü” dediğinde ve o güzel çıtır simidimize “kel/çıplak simit” diye adlandırdıklarında; çaylara, derelere sanayinin atıkları arıtılmaksızın döküldüğünde, kuşların öldüğünde, insanların öyle ya da böyle bu sularla sulanan ürünlerden zehirlendiğinde üzülüyor gücüm ve yine de ümidimi yitirmiyorum ve biliyorum ki, bir gün halkımız bilinçlenecek ve bu güzel tarihine ve doğasına sahip çıkacak.
- Önümüzdeki süreçte yeni çalışmalarınızla karşılaşacak mıyız?
– 2010’da bir kitap yazdım. Bu kitap bu konuda yazılmış ilk kitaptı. Başlığı “Osmanlı Devleti’nde Çokkültürlülük ve Çeviri” idi. Çok sayıda eklerle beslenen bir kitap. Bu kitaba yönelik çeviri tarihini anlatacağım Almanca kapsamlı bir makale istediler. Umarım bunu başarabilirim. Bu çalışma zamanımın büyük bir kısmını alıyor, çünkü bütün kaynakları yeniden incelemek ve yeni kaynaklara da yer vermek zorundayım.
Onun dışında son yıllarda İstiklâl Yolu üzerine sunumlar yaptım. Mümkün olduğu kadar Kastamonu ekseninden ayrılmayarak Çanakkale Savaşını, Milli Mücadeleyi, İstiklâl Yolunu ve Kurtuluş Savaşı gibi konuları daha da ayrıntılı araştırmak istiyorum. Dönem çok yoğun bilgi gerektiren, karmaşık ilişkilerin birbiriyle harmanlandığı bir dönem. Bir sahaftan o dönemlerde yazılan telgrafları içeren çok sayıda kitap almıştım, o telgrafları ve bu konudaki kaynakları incelemem gerekiyor.
Aytaç Eruz Anadolu Lisesi kütüphanesine kitap gönderdim bu sene. Müdür Bey’le görüşüp kütüphanelerde “Kastamonu Yazarları Bölümü” oluşturmalarını önerdim. Dilerim bu önerim Kastamonu’nun bütün kütüphanelerinde karşılık bulur.
- Başta Kastamonu, sonra da Kastamonu’da kadının önemi nedir?
Aslında her bir eylem elbirliğiyle gerçekleştirdiğinde başarıya ulaşma olasılığı da o denli yüksektir. Sonuçta her başarılı erkeğin arkasında, belki de daha doğrusu yanında bir kadın olduğu gibi, her başarılı kadının yanında da bir erkeğin bulunması gerekiyor. Kadın dünyanın kilit taşı. Avrupa bunun ayrımında ve pozitif ayrımcılık uygulamalarına kadınların lehine yer veriyor. Türkiye ve Orta Doğu ülkeleri ne yazık ki bunun ayrımında değil. Oysa kadın olmadan hayat yok, Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği gibi aslında gördüğümüz her şey kadının eseri. Kadın bir canlıya hayat veriyor, dokuz ay bebeği karnında büyütüyor, bebeği emzirerek onu besliyor, çocukları o büyütüyor. Çocuk yetiştirme sürecinde öncelikle geri kalmış ülkelerde erkeğin olumlu bir rolü ne yazık ki pek olmuyor. Ayrıca kadın her zaman her alanda üretime katkı sağlıyor. Ataerkil toplumlarda kadın öyle ya da böyle ve öncelikle kırsal kesimde eşi, babası ya bir erkek yakını tarafından eziliyor. Ne yazık ki bütün üçüncü dünya ülkelerinde bu tablo ile karşılaşıyoruz. Türkiye’de de durum pek farklı değil. Kız çocuklarının “fikri hür, vicdanı hür” yetişmelerine izin veren bir eğitim müfredatı olmadığı sürece de bunun değişmesi son derece zor.
Kastamonu’da kadın denince aklıma tabii ilkin Kurtuluş Savaşı geliyor. Erkekler savaşta, kadınlar doğrudan savaşa katılamadıkları için köyü bekliyorlar. Hayvanlar var, tarlayı ekip biçmeleri gerekiyor. Hayatın ikamesi için kadınlar çalışıyor. Haliyle 1920 – 1921 yılları arasında Karadeniz’e binbir zorlukla taşınan cephaneyi de kervan geçmez, yol vermez dağlar üzerinden işte bu kadınlar ve yaşlılar taşıyorlar. Bir bütün bu kadınların sembolü Şerife Bacı efsanemiz var, bir de Halime Çavuş gibi gerçek kadınlar var. Bu cephaneyi 2 bin metre rakımı olan Küre dağları üzerinden Kastamonu’ya ulaştırıyorlar. Buradan bu cephane Kurtuluş Savaşı cephelerine gönderiliyor. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında Kastamonu kadınının rolü yadsınamayacak kadar büyük.
Yine Milli Mücadele’de kadınları ön saflarda görüyoruz. Havza Genelgesinden sonra bütün Anadolu’da işgal güçlerine karşı çok sayıda miting yapılacaktır; Kastamonu yöresi için bu mitinglerden biri çok önemlidir. Tarih 10 Aralık 1919 Kastamonu’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yönetim kurulu kadınlara hitaben bir miting düzenleyecek. Bu mitingin vurgulanacak bir özelliği de kadınların doğrudan işgal güçleri devlet büyüklerinin eşlerine hitap eden telgrafları kaleme almaları ve onları sağduyuya çağırmaları. Erkeklerden medet ummayan kadınlar bu kez kadınlara sesleniyor. Bunu akıl etmek de çok önemli bir erdem. Gerçi bu telgrafların akıbeti pek belli değil, yine de girişim yüce yürekli bir girişim.
Kastamonu kadını son derece cesur, kendinden emin ve vakur. Size bir örnek de kendi ailemden vereyim. Şadıbey Çiftliğinin sahibesi rahmetli babaannem Saide Esen köyde 10 ortakçı ailesinin kadınını ve kızını korumakla görevli hissediyor kendisini savaş sırasında. Köyü eşkıyalar basıyor ve babaannem bir şekilde köye baskın yapılmasını engelliyor. Savaş sonrasında ise çiftliğinde 131. alayı ağırlayacak. Eşi Muallim Mektebi mezunu Mustafa Reşit Esen ise kışlaya yakın bir arazisini askeriyeye hibe edecek ve köydeki bütün araç gereci ve araba çeken hayvanları bilabedel devlete bağışlayacak.
Kastamonu kadını dediniz, ben de Kastamonu kadınıyım, emekli bir öğretim üyesiyim, ama köydeki cesur ve çalışkan komşum da Kastamonu kadını; damda bütün hayvanlara bakan, tarlada çalışan kadınlar da Kastamonu kadını. Kadınlar pazarında, yetiştirdiği ürünleri satmak için gün doğmadan pazara gelen kadın da Kastamonu kadını. Meslek hayatında çok başarılı olmuş Kastamonu kadını dışında, dişini tırnağına takarak ailesini çekip çeviren öyle çok Kastamonu kadını tanıyorum ki. Öyle ki “O” kadın olmasa o ailede, o aile yok olurdu. Ama aile bunun farkında mı? Ne yazık ki değil. “Evrensel Kastamonu Öyküleri” adlı kitabımda da böyleüç Kastamonulu kadını anlatıyorum.
Belki de Kastamonu’nun toprağından suyundan gelen bir şey, kadınlarının cesur olması, yılmaması, çalışkan olması ve aileyi derleyip toparlayıcı olması ve belki de en önemlisi öyle ya da böyle alem edip kalem edip kız çocuklarının okutulmasını sağlayabilmeleri. Onlar minik çetin cevizler, bütün örselenmelerine rağmen kabuklarının kırılmasına karşı koyan ve özlerini koruyan.
Sizin röportaj yaptığınız kadınlar gibi adı anılan ve adı anılmayan nice cesur yürekler barındırıyor bu topraklar ve barındırmayı da sürdürecek.
- Kastamonu’da “kadının adı” nedir, nerededir?
– Bir önceki sorunuzda bu sorunun yanıtlarının izini sürdüm. Kadının adı yok mudur, var mıdır, bütün sorun burada. Ne yazık ki son yirmi yılda öncelikle kırsal kesimde kadının adının gittikçe gerilediğine de tanık oluyoruz. Kadının varlığından rahatsız olan bir kesim var ki, bir türlü kadın cinayetleri son bulmuyor. Bizim köyde örneğin eskiden herkes herkesle selamlaşırdı, artık kadın erkek selamlaşmıyor. Neden diye sordum, günahtır-ayıptır diye gerçeklikle ilgisi olmayan bir yanıt aldım. Rahmetli büyük babaannem döneminde bayram yemekleri bile karışık verilirdi, herkes herkesle selamlaşırdı. Bu bahsettiğim konu yaklaşık bundan 50-60 yıl önceydi. Demek ki, biz kadın ve iletişim konusunda ileri gideceğimize, kaçgöçe girerek geri gitmişiz. Kadınlara yaşam hakkı tanımayan bir toplum ilerleyemez ki. Örneğin yine Kastamonu camilerinde kadınlar için ayrılan yerler üst mahfillerde, küçük ve hatta kısmen kullanılmaz yerler olabiliyor. Eskiden giriş katın gerisinde yer verilen kadınlar artık camide kendilerine ayrılmış küçücük mekânlara uygun görülüyorlar. Oysa son dönemlerde belli kesimdeki kadınların tek sosyalliği mevlût ve duadır. Bunun için dâhi onlara güzel bir mekân sunulmaz. Dini mekânlardaki güzel ve ferah yerler erkeklere tahsis edilir. Bunun dinle hiçbir alakası yoktur. Kadına kötü yerlere layık görmek bağnazlıkla eşdeğerdir. Benim büyük dayım şeyhülislamdı, dedem beş vakit namazında niyazında Kur’an’ı ezbere okuyan dini bütün bir insandı. Dinin iyilik, güzellik ve paylaşım olduğunu öğrettiler bize ve bütün dedelerim – ki buna Göl nahiyesinde kız çocukları için bir okul kuran büyük dedem Reisülküttap Hacı Mustafa Efendi de dâhil – kız çocuklarına ayrı önem verdiler.
Öte yandan Kastamonu kadın derneklerinde kadının adı vardır ve bu dernekler kız çocuklarının adlarının da var olması için büyük bir uğraş verirler. Kırsal kesimde ise kocasının izni olmadan hiçbir şey yapamayan kadının adı ne vardır, ne de yoktur, çünkü kadın özgür iradesiyle hareket kabiliyetini ne yazık ki hâlâ kocasına borçludur. Bu durum kihâlâ kadını emeği sömürülen ücretsiz işçi olarak gören bir kesim vardır.
Bu böyle mi kalacak diye bir soru sorduğunuzda, yanıtı ikilemli olacak. Kadınlar erkek çocukları bilinçsizce yetiştirdikleri sürece ilkin kız çocukları ileride ise kadınların ezilmesinin önüne geçmek son derece zor olacaktır. Öte yandan ben umutluyum, her okuyan kız çocuğuyla birlikte bu alanda bilinçlenme de oluşacaktır.
İnanıyorum ki, Kastamonulu kadınlar “fikri hür, vicdanı hür” yetişebildikleri andan itibaren dağları devirecekler ve Kastamonu’nun Türkiye coğrafyası içinde hak ettiği yeri almasını sağlayacaklardır.
- Kastamonu’da kadını günümüzde de önemli kılmak adına neler yapılabilir?
– Bu durum salt Kastamonu’nun değil, Türkiye’nin sorunudur. İlkin Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatında kadının kimliğini ve önemini vurgulayan konulara yer verilmesi gerekir. Bu alanlarda projeler yapılmalıdır. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile daha yakın ve ortak çalışılmalar yapılmalıdır. Bunun dışında Diyanet İşleri Başkanlığı’na önemli görevler düşmektedir. Güzel dinimizi hak ettiği şekilde yorumladıkları sürece zaten kadının adı var olacaktır. Kadın ikinci sınıf vatandaş değildir ve hiçbir zaman olmamıştır.O, erkekle aynı haklara sahip bir vatandaştır. Bunun Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da vurgulanması gerekmektedir. Kadının ne yazık ki bazı televizyon programlarında olduğu gibi itelenecek bir objeye indirgenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı gerekirse öteki bakanlıklarla işbirliği içinde kadını hak ettiği statüye getiren ortaklaşa projeler geliştirmelidir. Kadın aleyhine olan bütün gelişmelerle kurumların hesaplaşması gerekmektedir. Düşünen insan yetiştiğinde kadın da hak ettiği statüye kavuşacaktır.
Bu konular Kastamonu’daki kadın dernekleri tarafından etraflıca ele alınmaktadır. Devlet bu derneklerle okulları da içine alan ortaklaşa projeler yapabilir. Bütün bu çalışmalar anaokulundan itibaren yapılmalı ve gerekirse aileler de bu projelere koşut eğitilmelidir. Bu projelerde kız çocuğu ve kadın kendi öneminin ve iş gücünün ayrımına varmalı ve gerçeklere yönelik bilinçlenmelidir. Sırtı dik, alnı açık olarak ve emeği sömürülmeyerek hayattan geçmek onun da hakkıdır. Bu hakka sahip olması için Mustafa Kemal Atatürk’ün altın bir tepsi içinde sunduğu olanakları gerekirse bugün kerpetenle söküp yeniden elde etmek durumunda olsa dahi, bundan yılmamalıdır.
- Hangi alanlarda kadının sesi daha çok çıkarsa olması gereken kimliğe kavuşur?
– Daha önceki yanıtlarda eğitimin önemine değinmiştim. Eğitim kadını kadın yapan olmazsa olmazlardan biridir. Yukarıda değindiğim gibi bazı televizyon programlarında kadın dendiğinde salt dedikodu ve metalaşma aktarılmaktadır. Bilinçlenen kadın kendi haklarını ve görevlerini de idrak eder. Kadının siyasete girmesi gerekir, ama siyasete “Kadın kimliğiyle” girmelidir, erkek kimliğine özenmeden, erkek gibi olmadan kadınları kucaklayan bir siyaset yapmak zorundadır kadın, ki hak ettiği yere gelebilsin. Projelerden bahsetmiştim, her alanda projelerin gelişimine katkıda bulunulması gerekmektedir. Bunun için de kurumlara ve Sivil Toplum Örgütlerine büyük görevler düşmektedir. Bu projelerin destekçisi kamu kurumları ve özel kurumlar, paydaşları ise kadınlar olmalıdır. Bu projelerin sonuçları kamuda geniş kitlelere sunulmalı ve tartışılmalıdır. Tartışma ortamları üniversitelerin belli bölümleri olabileceği gibi liseler de olabilir. Keza üniversitelere bu alanda de büyük görev düşmektedir. Belki de en önemlisi bütün bu kurumların kadınların lehine koordineli çalışmalarıdır. Birinin yaptığını öteki kurumun yadsımaması, bilhassa desteklemesi gerekmektedir. Bu tür çalışmalarda devletin destek vermesi dışında sürdürülebilirlik ve paylaşım esas olmalıdır.
- Eklemek istedikleriniz var mı Hocam?
– İlkin kadının sesine tercüme olan bu röportajlar dizisi için size teşekkür ediyorum. Biliyorum Kastamonu’yu Kastamonu yapan daha sayısız kadın var. Dilerim tüm kadınların sesi duyurulabilir bir gün. Ben buradan bir de erkeklere seslenmek istiyorum: “Değerli dedelerimiz, babalarımız, dayılarımız, amcalarımız, kuzenlerimiz, eşlerimiz, erkek kardeşlerimiz, erkek eşimiz dostumuz, iş arkadaşımız, astımız, üstümüz…Bilin ki, “kadın” Allah’ın dünyaya bir armağanıdır: bulunduğu yeri güzelleştirir, çocukların sağlıklı yetişmesini sağlar, her an üreterek çevresine artı değer katar ve eğer bilinçli bir birey olarak yetişmişse her koşulda bir şekilde her şeyi bir arada tutmayı ve dokunduğu her olguyu ileriye taşımayı başarır; bilinçli kadının özü vefadır ve sevdiği ve güvendiği için cefadan hiç çekinmez. Kaldı ki o da sizin gibi bir insan evladıdır, sizinle eşittir. Onu hiçbir zaman hor görmeyin. Sanmayın ki, güçlü kuvvetli olmadığı için başarısızdır, o her şeyi başarmaya kadirdir, yeter ki istesin ve yeter ki ona kendini geliştirebileceği uygun bir ortam sunulsun.”
Murat Bey genelde usulca fısıldayan bizlerin sesini yüksek sesle duyurabilmemizi sağladığınız için sağolun. Dilerim okuru bol olur bu verimli röportajların.
Teşekkür ederiz.
MURAT KARASALİHOĞLU