Şehirler; sahip olduğu güzel eserler ve sanat etkinlikleriyle ünlenir. Avrupa’da Roma, Venedik, Floransa, Paris, Viyana, Berlin, Londra ilk akla gelen şehirlerdir. Her yıl milyonlarca insan buraları görmeye gidiyor; çeşitli festivallere, toplantılara katılıyor.
Türkiye; tarihî eserler bakımından çok zengin bir ülke ama İstanbul ve Antalyadışındaki şehirlerde kültür ve sanat faaliyetleri zayıf. Hele Ankara sönmüş arı kovanına benziyor. Sanat etkinliği denildiği zaman resim ve heykel dâhil her türlü sergi, konser, opera, gösteri, kongre, festival ve bilimsel aktiviteleri söylemek istiyorum. Bunların yapılabilmesi için uygun ortamlar, özellikle çağdaş fizikî mekânlar gerekir.
Yeni İstanbul Atatürk Kültür Merkezi(AKM) 29 Ekim günü görkemli bir törenle açıldı.
İstanbul dünya çapında güzel bir esere kavuştu. Güzel olan her şeyi takdir etmek gerekir. Ülkemize ve İstanbul’a hayırlı olsun. Gönül ister ki, her taraf böyle güzel eserlerle donatılsın.
AKM çok amaçlı yapılmış. 802 kişilik tiyatro salonu, 2040 kişilik opera salonu, 410 metrekare galeri ve çok amaçlı salon, sanat merkezi, müzik platformu, müzik kayıt stüdyoları, kütüphane ve tasarım dükkânlarından meydana geliyor. İç düzeni için hiçbir masraftan kaçınılmamış, malzemenin en iyisi kullanılmış. Bundan böyle her türlü sanat ve kültür etkinlikleri rahatça yapılacak.
Eski AKM’de, 1969 yılında Midas’ın Kulakları adlı tiyatro eserini seyretmiştim. Rahmetli Altan Erbulak oynamış, oyun bitimindeayakta alkışlanmıştı. 1985 yılında oğlum İTÜ birinci sınıftayken, eşimle birlikte İstanbul’a ziyaretine gitmiştik. O zaman daNevzadAtlığ yönetiminde Klasik Türk Musikisi konserini izlemiştim. Seyircilerinçok şık ve zarif kıyafetleri dikkatimi çekmişti. Konser bitimindeki alkışlar ve koronun tekrar sahneye daveti görülmeye değerdi. Bu tür salonlar ve sanat etkinlikleri, insanın sadece ruhunu değil kılık kıyafetinden beşerîdavranışlarına varıncaya kadar her şeyini etkiler.
Masal veya hikâye anlatımı bitince, “onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” derler. Biz de öyle yapalım, sadede, yani esas konuya gelelim. Kastamonu’da kültür merkezi var mı? Maalesef yok. Vali Avni Doğan zamanında yapılan ve 6 Aralık 1938’de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından hizmete açılan Halkevi binası, uzun yıllar işlevini sürdürdü. Sinema ve tiyatro salonu olarak kullanıldı, çok sayıda toplantıya ev sahipliği yaptı. Yirmi yıl önce, Vali Enis Yeter Bey’in gayretleriyle bakımı yapıldı ama bugün için yetersiz.
Tiyatro ve konser salonlarının iç mimarisi farklı olur, AKM gibi. Tiyatro salonu, seyirciyle doğrudan ilişkiyi sağlamak için,daha küçük boyutlarda düzenlenir. Akustik çok önemlidir. Konser salonları her yönüyle büyük düşünülür.Gerektiğinde sahneye seksen, yüz kişilik bir orkestra rahatça yerleşebilir. AKM’de bu özellikler tüm ayrıntılarıyla düşünülmüş, tiyatro ve konser için iki ayrı salon planlanmış.Öyle zamanlar olur ki, iki ayrı etkinlik aynı anda yapılabilir. İki ayrı salondan vazgeçtik, bizde biri bile yok.
1980 sonrasında yeni hapishane devreye girince yüz yıllık eski hapishaneyi kültür merkezi yapmaya kalktık. Çok yüksek miktarda paralar harcandı, bu arada birkaç vali geldi geçti.İşin ilginci her vali bu enkazı kucağında buldu. Rahmetli Kâmil Demircioğlu bundan çok fazla yakınmıştı. Her kurumun kendine özgü bir mimarisi olur. Birini bir başka şekle dönüştürmek hem zor, hem de arzu edilen sonucu sağlamaz. Üstelik çok fazla para da harcanır. Hapishane binası, fizikî açıdan kültür merkezi yapılmaya uygun değildi. Giriş katında, odaların arası açılarak sözüm ona sergi salonu oluşturuldu. Hiç yoktan iyidir dercesine,kibrit kutusu gibi bir tiyatro salonu sıkıştırıldı. Sahnesi dar; tiyatro için uygun dekor kurulamıyor. Koro bir yana, konser için kullanılan enstrümanlarda sığmıyor. Keza sanatçılar için soyunup giyinecek odalar yer yok. Koltuklar derseniz serçe yuvası, sıra araları çok dar. Kastamonu eski bir kültür şehri diyoruz ama şehirde kültür merkezi yok. Standarda uygun salonların olmadığı yerlerde sahne sanatları icra edilemez. Buralarda ancak küçük gruplar gösteri yapar ki, bunlar da yerel topluluklardır.
Sıkıntı sadece kültür merkezi değil ki. Kütüphane binası da yok. Bina dört yıl önce depreme dayanıksız diye yıkıldı, yeri boş duruyor. Yetmiş bin dolayında kitap, yerel gazete ve dergiler kenar mahalledeki eski bir eve taşındı, gidip gelen de pek olmadı. Yetkililer şehirde uygun bir bina bulamadı ne yazık ki. Ben de eleştirel mahiyette birkaç yazı yazdım, birinin başlığı “Sürgündeki kütüphane” idi. Şu ana kadar hiç ses çıkmadı. Yetkililere bir daha sorayım, yeni kütüphane binası ne zaman yapılacak? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Demokrasilerde çare tükenmez derler. Kütüphane için 1925’de inşası biten eski belediye binasında karar kılındı, geçici de olsa kitaplar son kez buraya taşındı. Binanın mimarî yapısını bildiğim için söylüyorum, kütüphane için uygun değil.Ahşap binada kütüphane olmaz. Yürürken gürültüsü bir yana, Allah korusun, bir yangında kitaplar yanar, gider.
Arkeoloji müzemiz de yetersiz. 1916 yılında yapımına başlanan İttihat ve Terakki’nin kulüp binası 1941’de müze yapılmış. Güya yan tarafa genişletilecekti, oraya da 20 yıl kadar önce apartman konduruldu. Genişleme imkânı kalmadı.
Liva Paşa Konağı restore edilince Etnografya Müzesi yapıldı. Eski müzeden alınan materyaller burada toplandı. Geçici olarak düşünülebilir ama ahşap bir binada etnografya müzesi kurulmaz. Bir yangında bunca kıymetli eşyalar yanarsa sorumlusu kim olacak? Elimizde bina yok mazeretine sığınmayalım. Birçok yere gereksiz paralar harcanıyor, iş kültüre gelince ödenek yok deniyor. Bu noksanlarımız devlet katında gündeme getirilmeli, gerekli ödenek sağlanmalı.
Geniş bir alanda modern bir kültür merkezi yapılsın. İçinde konser, tiyatro ve sergi salonları olsun. Hatta müzeler(arkeoloji, etnografya, şapka, kent tarihi) de burada toplansın. Tarihî eserler modern salonlarda sergilensin. İstanbul AKM ayarında bir binamız olsun demiyoruz ama bize yakışanı da istemek hakkımız. Hiç kimse alınganlık göstermesin; şehir, kültür konusunda çok duyarsız.
MUSTAFA ESKİ