Dilek Alp, Gebze Haber gazetesindeki “Kent Serisi” röportajlarını gazetemiz yazarı Kent Tarihçisi, Arkeolog Dr. Murat Karasalihoğlu ile sürdürdü.
Alp’in Karasalihoğlu ile röportajını sizlerle paylaşıyoruz.
******************
Cumhuriyetimizin 98. kuruluş yıldönümünde Millî Mücadele Dönemine ait çok değerli çalışmaları ile tanıdığımız Dr. Murat Karasalihoğlu ile sohbet ettik. İşgale uğramamasına rağmen, Batı Cephesi’nin ihtiyaç duyduğu lojistik desteği sağlaması ve Ankara Hükümeti’nin dünyaya açılan bir penceresi olması ile efsaneleşen Kastamonu kentine ait bilgilerin yanında, tarihsel sürecin günümüz kentlerine etkileri üzerine de konuşacağız.
Bu vesile ile Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere silah arkadaşlarını ve şehitlerimizi rahmetle, kahraman gazilerimizi şükranla anıyor; Cumhuriyet Bayramımızı kutluyorum.
• Zaman tünelinde yaşayan bir Kent Tarihçi Arkeolog tanımı size çok uyuyor, bu iki bilim dalı nasıl buluştu? Bir arkeolog kentine dair hangi bilgilere sahip olmalı?
Günümüzde bilim ve uğraşlar aslında giderek uzmanlaşmakta. Çünkü insanoğlunun bilgi birikimi her geçen gün tabiri caizse tonlarca artmakta. Bu her gün artan birikim karşısında bilimler de kendi içinde daha mikro uzmanlıklar çıkarıyor. Ama aynı zamanda her bilim kendi başına dünyayı anlatmak için yeterli olmadığından bir taraftan da disiplinler arası işbirliğinde yoğunlaşmakta. Bu gelişmelere karşın ben arkeoloji alanında uzmanlaşmaya çalışırken, görevim gereği de (Kent Müzesi) kentin sosyal bilimleri ilgilendiren alanlarında yine kendimi geliştirmek zorunda kaldım. Süreç bu şekilde gelişince de bir arkeolog olarak kentinin tarihindeki her bir kademe ile uzmanlaşmaya çalışan geniş bir yelpazede top koşturmaya uğraşan bir karakter ortaya çıkmış oldu.
Bir arkeolog, birincil olarak elbette ki uzmanlık alanındaki dönemi, dönemin malzemesi ve bu malzemenin bilimsel kriterlerde çalışıp yorumlanması ve günümüze getirilip anlatılabilmesi konusunda bilgi sahibi olmalı. Ama bir yandan da bir arkeoloğun uzmanlaştığı dönem her ne olursa o dönemin bir öncesi ve bir sonrası dönemlerde de bilgi sahibi olmalı ki, uzman olduğu alanı yaratan koşullar ile ondan sonra gelişen toplum-uygarlık ve kültürü de anlayabilmeli. Ancak bu arada sizin sorunuzda “kent” kelimesi kısmen sınırlılık taşıyor. Sanki bir arkeoloğun yaşadığı ya da çalıştığı kent gibi algılanabilir. Geçmişte, özellikle arkeolojinin çalıştığı dönem ve alanlara bakıldığında sınırların günümüz sınırlarından farklı olması nedeniyle kentten çok bölgeye dair bilgilere sahip olması demek gerekir. Bu konuda eklenecek bir konu da eğer “kent arkeolojisi” konusunda konuşuyorsak, yani yaşadığımız çağdaş kentler antik döneme kadar inen tabakalaşmaya sahipse o zaman bir arkeoloğun kesinlikle kent özelinde de farklı ve fazla bilgisi de olmak zorundadır.
- Kent Kültürü içinde geçmişe dair neler barınır?
Kent kültürü içinde geçmişe dair her şeyi, kültürel tabaklaşmanın her bir basamağını barındırıyor desek yeridir. Özellikle Anadolu gibi kadim bir coğrafyada bugün kent dediğimiz her bir yerleşim binlerce yıllık maddi ve soyut kültürel birikim üzerine kurulmuş. Her bir kentimizin altında, Erken Cumhuriyet, Osmanlı, Beylikler, Bizans, Roma, Hellenistik dönemlere ait tabakalar var. Yani kentlerimiz ortalama 5 bin yıllık bir yerleşim kültürünün üzerine kurulu. Bu yerleşim kültürü değişerek ve dönüşerek bugün içinde yaşadığımız kentleri oluşturmuş ve şekillendirmiş hem de kent ve çevresini saran habitatın olanakları ile geçmişteki benzer özellikleri bugünlere taşımıştır.
- Arkeoloji ‘Kent Kültürünü’ nasıl etkiliyor?
Yukarıda söylediğim gibi özellikle antik çağ yerleşimi üzerine kurulmuş çağdaş kentlerimiz çok sayıdadır. Bu ilk önce çok ciddi zorluklar çıkarsa da son dönemde İstanbul örneğinden görmüş olduğumuz doğru kentsel arkeoloji politikaları ile çağdaş kentli insanların geçmiş kökenleri ile empati yapmasını, çağdaş kentleşme politikalarında da olması gereken revizyonlara yol açabiliyor. Yer altı zengini olan kentler İstanbul gibi, İzmit gibi ve elbette birçok kentte “kent arkeolojisi” başlı başına geliştirilmeli, kentlerin kültür ve kentleşme politikalarında asıl öğe olması gerekmektedir.
- Coğrafyamız, dünya ile karşılaştırıldığında arkeolojik zenginlikler bakımından nerede diyebilirsiniz?
En zengin bölgelerin başında desek yeri…
- Ülkemiz kentleri, geçmiş zenginliklerinden ne derece faydalanabiliyor?
Bunu tanımlamak çok zor. Birçok kent sadece arkeolojik anlamda değil, toprak üstünde günümüze ulaşan taşınmaz kültür varlıkları ile de dolu. Son yıllarda her ne kadar koruma kültürü politikaları yaygınlaşsa da, bu politikaların hem turizm hem de yükselen bir eğilimin sonucu olduğunu görüyoruz. Böyle olunca da korumaktan çok günü kurtarma politikası güdülüyor. Yani kentlerin artan nüfus yoğunlukları, kontrolsüz göçler, kırsalın boşalması gibi unsurlar, plansız genişlemelerin yanı sıra çevresinde bir pırlanta gibi parlaması gereken tarihsel bakiyelerin binalaşma stresi altında kalmasına neden oluyor. Tabi güzel örneklerde var. Tamamen haksızlık yapmak olmaz.
- Kent yöneticileri yaşadığı toprakların arkeolojik zenginliklerine karşı bilgili ve duyarlı olurlarsa ne değişir?
Bu dediğiniz olursa tek kelime ile “kentlilik bilinci” oluşur, yaşadığımız yerler de “kent” olur.
- Bir arkeoloğun tarihçiden farkı nedir?
Tarih yazılı kaynaklar ışığında çalışan bir bilimdir. Arkeoloji ise yazının olmadığı zamanlarda dâhil olmak üzere insanın yarattığı her türlü kültürel ve maddi objeler ışığında çalışan bir bilimdir. Ama her iki alanda çoğu noktada yanyana çalışır ve birbirinden destek alır.
- Sizce dünyada ‘Arkeolojinin armağanı’ olarak adlandırılan kültür hangisidir?
Bu da çok yönlü bir soru ama ben yine de kendi topraklarıma pozitif ayrımcılık yaprak her gün yeni gelişmelerin yaşandığı “Anadolu Kültürü” diyebilirim.
- Kentlerde arkeoloji alanında geçmişe nasıl sahip çıkılmalı? Türkiye’de bu konuda en büyük sorun nedir? Örnek verebileceğiniz başarılı bir kent var mı?
Eğer yaşadığımız kentler, arkeolojik bir geçmişe sahip ve çağdaş kent bu antik yerleşim üzerinde ise kesinlikle “Kentsel Arkeoloji” birimleri ve politikaları geliştirilmelidir. Öte yandan sadece toprak altı arkeolojisi değil, toprak üzerinde görülen, hem arkeolojinin hem de sonraki dönemlerin içine giren her bir kültür varlığı azami koruma ve işlevsel anlamda kente entegre edilmelidir. Bu konuda başarılı örnekler var tabi ki. Bunlardan biri Kastamonu. Tarihsel yapı stoğu fazla olan kent 20 yıldır doğru koruma kültürü politikaları ile geçmişe ait görüntüsünü koruma, yapı restorasyonu ve işlevlendirilmesi anlamında güzel işler başarmış bir yer. Ankara da güzel ve başarılı örneklerden sayılabilir. Ankara Kalesi çevresindeki antik kentten kalan taşınmazların korunması ve sergilenmesi yanında, müzeler bölgesi ve Hamamönü-Ulus gibi alanların kentsel iyileştirme ve toplu koruma ile dönüşümleri başarılı uygulamalardır. Öte yandan Tarihi Kentler Birliği’ne üye kentler de bu konuda iyi işler yapmaktadır.
- Antik çağda Kocaeli Bölgesinin içinde yer aldığı Bithynia ile Kastamonu’nun içinde yer aldığı Paphlagonia’nın komşuluk ilişkilerine ait yeterli bilgiye sahip miyiz?
Aslında şu aşamada çok fazla bilgiye sahip değiliz. Ancak Roma Dönemi başlarında iki bölge birleştirilip aynı yöneticiye bağlanmış, bölgenin ismi Bithynia-Pontus olarak tarih literatürüne geçmiştir. Öte yandan şu anda pek kesinleştiremeyeceğimiz benzerliklerin yanısıra, Bithynia Bölgesi’nin Kuzey Anadolu yollarının başında ve üzerinde bulunması, bazı coğrafi unsurlarla Bithynia’da daha fazla kentleşmenin olduğu göze çarpmakta. Ama bunun yanında bölgelerin dinsel inanışlarına bakıldığında, bu kentsel yoğunlukların dışında köy-kırsal yaşantının yoğun olduğu, her yerleşimin kendine ait kültleri olması gibi benzerlikler bulunmakta.
- Yaşadığınız ve araştırdığınız kent Kastamonu’nun, tarihsel ve arkeolojik açıdan günümüz kent kültürüne geçmişten taşıdığı değerler nelerdir?
Kastamonu bu konuda çok şanslı bir kent diyebilirim. Mevcut arkeolojik veriler sadece Kastamonu kent merkezinin 5500 yıllık bir süreçte var olduğunu gösteriyor. Öte yandan MÖ 5. yüzyılla birlikte görülebilen tarihsel kalıntılar, bu dönemden sonraki her bir medeniyete dair tarihsel varlığı, kentin tarihsel aşamalarının görünmesini sağlıyor. Yani Kastamonu, küçük bir kentsel yerleşim olsa da Anadolu’da nadir görülebilecek 2500 yıllık bir sürecin birkaç adımda yaşanabileceği bir yer. Öte yandan Kastamonu’nun iki önemli beyliğin merkezi olması, Osmanlı’nın önemli bir eyalet merkezi olması ve Abdülhamit Dönemi batı mimarisinin mutfaklarından biri olması gibi özelliklerle çok sayıda döneme ait taşınmaz kültür varlığına sahip olmuş ve bunları da korumuştur.
- Kastamonu Valiliğine bağlı, senaryo ve tasarımında emek verdiğiniz ve yöneticisi olduğunuz Kastamonu Kent Müzesi tamamlanmak üzere, bu müze kentinizde neleri değiştirecek?
Turizm alanında düşünürsek Kent Müzemiz özellikle kenti gezmeye gelen ziyaretçilere “nasıl bir kenti” gezdiklerine dair algıyı değiştirecek. Çünkü imkanlar doğrultusunda kente dair tarihsel ve kültürel birçok öğe konsantre bir biçimde ziyaretçilere sunulacak. Bu da birçok algıyı olumlu hatta hayret verici derecede değiştirecektir diye düşünüyorum. Kültürel açıdan ise kent belleğinin koruması, geliştirilmesi ve yeniden farklı temalarda sergilenip göz önüne serilmesini sağlayacaktır. Tüm bunlar ise gün geçtikçe aynılaşan kentlerimizde kendi özgünlüğüne sahip çıkmaya çalışan bir kent kültürünü ve kentliliğe etki edecek, bir yandan da yerel dinamiklerin kendini korurken evrensel bütünleşmesini ve tanıtılmasını sağlayacaktır.
- Kastamonu, ülke kültürünü şekillendiren çok önemli kişilere ev sahipliği yapmış güçlü bir kent. Bu isimlerden kimleri sayabiliriz?
İllaki unutulup istemeden de olsa haksızlık edeceklerimiz olacaktır ama Roma Döneminde ortaya çıkan Aleksandros isimli bir peygamber, Bizans İmparatorluğunu 150 yıl yöneten Komnenos Ailesi, Batı Karadeniz ile birlikte İstanbul’a kadar olan toprakların fethini sağlayan Çobanoğulları Ailesi (Hüsamettin Çoban Bey, Yavlak Arslan), Candaroğullarından İsmail Bey, Taşköprülüzadeler Ailesi, Reiszadeler Ailesi gibi bazı isimler ilk başta aklıma geliyor. Kültürel yönde ise Oğuz Atay, Behçet Necatigil, Rıfat Ilgaz, Orhan Şaik Gökyay, dinsel büyükler anlamında Şeyh Şaban-ı Veli gibi müstesna isimler var.
14. Yemek kültürünün en etkili ve köklü olduğu kentlerden biridir Kastamonu. Ülkemizin gastronomi haritasına katkılarından bahseder misiniz?
Kastamonu’nun hem kıyıya hem de Anadolu’nun iç kesimlerine uzanan büyük coğrafyası, gastronomi alanında da çeşitliliği getirmiş. Bu nedenle çok sayıda yemek, kentin mutfağında yer alır. Son dönemlerde Unesco Gastronomi yol haritalarıyla ilerleyen Kastamonu, Anadolu gibi dünyanın en önemli mutfak kültürüne sahip bir coğrafyada önemli bir bayrak taşıyıcısı olacaktır.
- En fazla Coğrafi İşaretleme almış illerden biri olmanın (25 adet), kentinize katkısı ne olabilir?
Bana göre en önemli katkı “yerel değerlerin” farkına varılması, korunması ve doğal habitatın sunduğu ve zaten olması gereken geleneksel üretim biçimlerinin yaşatılması gerekliliğine katkı sunar. Bunun yanında turizm alanında da kentin ve bölgenin tanıtımına katkı sunacaktır. Bu tanıtım bölgede doğal ve geçmişten gelen ürünlerin varlığı, insanların yapaylaşmış dünyalarında özlerine-köklerine dönüşü yaşayacakları gezilecek yer imkânı sunacaktır.
- Birçok konuda Kastamonu ilkleri yaşamış ve yaşatmış, karakterli bir kent. Bu bölgenin enerjisi nelere öncülük yapmıştır?
Kastamonu tarihsel anlamda coğrafyanın getirdiği şartlardan dolayı kısmen kapalı kalmış bir bölge. Geniş deniz ve kara toprak parçası olmaması, ana yollardan uzak oluşu gibi etmenlerle kendi kültürel özelliklerini yaratmış, kendi yağında kavrulup kendini oldurmuş bir bölgedir. Bu bölgede coğrafi şartlardan kaynaklı ekonomik faaliyetler ticari boyut anlamında çok genişlememiş ve devletçi bir yapı hâkim olmuştur. Bölgesinin 2500 yıldır başkenti konumundaki bu alanın halkı da doğal olarak bu devletçi yapısıyla yönetsel erklere saygılı (ama koşulsuz baş eğen değil) ve devleti için var olmuş bir anlayış geliştirmiştir. İşte bu etmenlerle özellikle yakın tarihe bakıldığında Milli Mücadele saflarına kendi dinamikleri ile katılmış, Muhtarlık Teşkilatının ilk örneği, Anadolu’daki İlk Kadın Mitingini (10 Aralık 1919), Şapka ve Kıyafet İnkılabı gibi ülkedeki öncü hareketlere yön vermiştir.
- Cumhuriyet Bayramımız nedeniyle 28 Ekim 2021 tarihinde İnebolu, Kastamonu’da açılmış olan çok özel bir serginin küratörlerinden birisiniz. Bu konuda yazdığınız bir kitap ve sayısız makaleniz bulunuyor, bu özel sergi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Sergimiz “Milli Mücadele’nin 100. Yılında İstiklal Yolu” başlıklı. Kastamonu’nun tarihte yüklendiği en önemli misyonlardan birisi Batı Cephesi’nin lojistik olarak desteklenmesinde İnebolu’dan Ankara’ya ulaşan İstiklal Yolu’nu yaratmış ve yürütmüş olmasıdır. Bu yol topyekûn bölge halkının olduğu kadar binlerce isimsiz kadının da destanlaştığı bir yoldur. Kastamonu için bir marka değer olan bu yol günümüzde hem bir dağ yürüyüşü rotası olarak kullanılmış, hem tarihsel sit hem de Milli Park alanı olarak ilan edilmiştir. Diğer küratör arkadaşım İsmail Karahan ile birlikte Milli Mücadele’nin 100. Yılında hem bir ahde vefa, hem konunun daha iyi anlaşılması ve tanıtılması için İstiklal Yolu’nu oluşturan koşul, dönem, süreç ve mekanlarla birlikte bir sergi hazırladık. Bu tarihi sergimizin önümüzdeki yıl İstanbul’da ülke kamuoyuna ulaşacak nitelikte yeniden sergilenmesini planlıyoruz.
- Akademik makaleleriniz yanında, dergi, gazete yazılarınız ve kitaplarınız var. Uzun yıllar, kente dair araştırarak, yazarak ve fotoğraflayarak aslında bir “Kent Bilgi Bankası” oluşturuyorsunuz. Hatta Kent Yazılarınız ile 2017 yılında, UNESCO ve Nobel kriterlerine göre “Uluslararası Özkan Mert Ödülleri” kapsamında Kültür Ödülü’ne layık görüldünüz. Kitaplarınızdan ve kent yazılarınızdan bahseder misiniz?
Kastamonu başta olmak üzere Batı Karadeniz Bölgesi üzerine arkeoloji, tarih ve halk kültürü üzerine çalışmalar yapıyorum. Yelpazesi genişleyen bir yayın çizgim oluştu. Uzun yıllardır bölgede çıkan saygın gazetelerden Kastamonu Gazetesi’nde arkeoloji, tarih, kültür ve gezi yazılarını makaleler şeklinde yayımlanıyorum. Bunun dışında akademik makaleler ve projelerin yanı sıra Antikçağdan Bugüne Glykon Kültürü, Tarihin Konakladığı Han Ecevit, Kastamonulu Bir Kore Gazisinin Anıları gibi çalışmalarda bu süreçte kitaplaştı. 2017 yılında da bu çalışmalara koşut seçici jürisince Uluslararası Özkan Mert Ödülüne layık görüldüm.
- Kentlerimizin sahip olduğu değerleri korumanın başlangıç adımı ne olmalı? Koruyamazsak sonuç ne olacak?
Başta kentsel değerlerimizin korunması için iyi bir tespit-tescil ve envanter çalışması yapılması gerekir. Bunun yanı sıra kentlerin ve yerel yönetimlerin ciddi anlamda kültür politikaları, bu politikaları yürütecek uzman ve liyakatli çalışanları olması gerekir. Öte yandan tarh ve kültür dediğimiz olguyu “siyasi yükselen değer” kapsamında değil, yaşadığımız kenti yaratan kültürel katmanlar olarak bir bütün halinde görmemiz gerekmektedir. Değer kapsamında elbette ki sadece tarih değil, somut ve somut olmayan kültürel öğeler ile çevremizi saran ekoloji de asla unutulmamalıdır.
Sizin sorunuzdaki “koruyamazsak” ne olurun bana göre cevabı ise tek kelime ile “kimliksiz” olunur diyebiliriz. Kimliksizlik ise köksüzlük, vizyonsuzluk ve aidiyetten kopuştur.
- Bu anlamlı günde bizlere zaman ayırdığınız ve değerli bilgilerinizi bizlere aktardığınız için çok teşekkür ederiz. Başarılarınızın ve kentiniz için üretme enerjinizin devamını dilerken “doğum gününüzü” de kutluyorum.
Teşekkür ediyorum.
Dilek Alp – Gebze Haber