Selamlar; Platon’un meşhur akademisinin girişinde şöyle bir yazı vardır:“Ageometretos medeis eisito.” Türkçesi “Geometri bilmeyen giremez” şeklindedir. Ancak biraz daha felsefi arka planına baktığımızda neden geometri veya matematik bilmeyenleri okulunda arzu etmediğini daha rahat anlayabiliriz. Bu tanımlamanın kökünde “matematiksel olanı kavramamış olan giremez.” Şeklinde bir önerme saklıdır. İnsanoğlu gelişmesini, medeniyeti var etmesini buğdayı evcilleştirmesine borçluyuz tanımı da bu yaklaşımda eksik kalıyor. Asıl medenileşme ve dünyanın süratle ilerlemeye başlaması asıl insanoğlunun sayıları evcilleştirmesi yani tanımlaması ve kategorize etmeyi başarması ile oldu. O yüzden de matematik için tüm bilimlerin ve felsefenin temeli tanımlamasını yapmaktadırlar.
Sahiden de matematik hayattır. Matematiksiz bir hayat mümkün değil yaşanamaz. Yedi kere sekizin elli altı ettiğini büyük bir çile lise iki de tamamen çözen, matematik olmayan tüm her şeyi tercih eden ben yıllar sonra kendi kendine matematikle tanıştığında çözdü bu gerçeği. Hani okullarda bize öğretirler ya bir çeşit matematiği ve biz de hep sorarız bu ne işimize yarayacak diye. Buna hiçbir zaman sağlıklı bir cevap alamadığımız, sadece emir komuta zinciri içinde ezberletildiği için genel olarak matematik sevmez, hatta matematik fobisi olan bir toplumuz. Matematik iki ile ikinin dört ettiğinden, integralinden veya türevinden daha derin bir olgu oysa. Matematik demek pozitif bilimlerin temeli demek. Matematik analitik ve rasyonel düşünebilmek demek. Analitik düşünce sağlıklı değerlendirme yapmayı sağlar. Rasyonel düşünebilmek ise olaylar karşısında çok daha doğru ve uzlaşmacı karar vermeyi sağlar.
Bugün sahip olabildiğimiz her değerimizi sayesinde kazandığımız Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti kurarken bu gerçekten yola çıkmış. Kendi hayatı boyunca her zaman matematiğe özel bir ilgi gösteren bu konuda da çok başarılı olan Atamız, analitik ve pozitif bilimlerin gerekliliğini her zaman özellikle vurgulamıştır. İstiklal Savaşı’nı da bu bilgiler sayesinde kazandığımızı da sık sık dile getirmiştir. Bilimi bilebilmek, bilimi öğrenebilmek, bilimi öğretebilmek bu ülkenin geleceğini garanti altına alacağını bildiği için “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir.” Sözünü dile getirmiştir. Buradaki “mürşit” kavramını sadece öğretmen olarak değil de ezber ettiren, dikta eden anlamında algılamak daha doğru olacaktır. O yüzden de bilimin kendini öğretmen olarak işaret etmiştir. Bilimi arayan, soran, sorgulayan bireylerin Cumhuriyet’in geleceğini garanti altına alacağını bilmektedir. Atatürk matematiğin hayatındaki yeri ve önemini şu sözlerle anlatmaktadır:“Ben öğrenim devrimde matematik konusuna çok önem vermişimdir ve bundan hayatımın çeşitli safhalarında başarı elde etmek için faydalanmış olduğumu söyleyebilirim. Onun için herkes matematik bilgisinin çok gerekli olduğuna inanmalıdır.”Matematiğe ve bilime dair her türlü çalışmayı şahsen denetleyen Atatürk özellikle bu alanlardaki kavramların Türkçeleşmesi ve geniş kitleler tarafından kolayca anlaşılabilmesi için kişisel olarak da ekstra çalışmalar yapmıştır. Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi kitabında Dil Kurumundaki bir çalışmadaki komisyon başkanı ile Atamız arasındaki diyalog şu şekilde aktarılır.
Gazi: “Riyaziye nerden gelir, anlamı nedir?”
Komisyon Başkanı: “Efendim, riyazat’tan gelir, sofuların sıkı perhizi demektir.”
Gazi: “Bunun Batı terimi nedir?”
Komisyon Başkanı: “Fransızcası mathematique, İngilizcesi mathematics, Almancası mathematik’tir, efendim.”
Gazi: “Anlamı nedir?”
Komisyon başkanı: “Sayılabilen, ölçülebilen şeylerin sayılması, ölçülmesi yollarını araştıran birimler demektir.”
Gazi: “Burada sofuların, perhizlerin işi yoktur. Bu terimin Türkçesi matematik’tir, efendim.”
Terim, böyle bir tartışmadan sonra, matematik olarak alınmıştır.
Sayılabilen, ölçülebilen şeyleri sayabilmeyi, sayısal düşünebilmenin değerini bilen Atamız ölümünden bir buçuk yıl önce kendi yazdığı “Geometri” kitabını Kültür Bakanlığına isimsiz olarak yayınlatarak bugün kullandığımız geometri terimlerinin hepsini dilimize kazandırmıştır. Bu 44 sayfalık yapıttaki üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, uzay,yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, boyut, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe gibi terimler Atatürk tarafından türetilmiştir.
İşte bu yüzdendir ki Cumhuriyet’imizi korumak, geliştirmek ve muasır medeniyetleri geçecek düzeye gelebilmek için, günlük didişmeleri bir kenara bırakmak gerekiyor. “O dedi, bu dedi” hallerimizden vazgeçerek kendimizi analitik düşünceye, bilimin tartışmasız geliştiriciliğinin ilk 15 yılımızdaki gibi farkına varıp, bilim için, sürekli öğrenerek gelişme için kendimizi adamalıyız.
İşte bu yüzdendir ki “Geometri bilmeyen Cumhuriyet’i koruyamaz” diyorum. Çünkü bilimin olmadığı yerde sadece hurafe ve kulaktan dolma boş bilgiler vardır.
Yüzüncü yılımıza iki yıl kala tüm yüreğimle ülkem için, siz dostlarım için, kendim için, misakı milli sınırları içindeki tüm yurttaşlarımız için daha çok gelişen, zenginleşen ve ileriye giden bir Cumhuriyet diliyorum. Bayramımız kutlu olsun…
Bu günlük de bu kadar. Sevgiyle.
Ha, bu arada unuttum sanmayın. 30 Ağustos Zafer Bayramımızda anlattığım Gazi Top mermisinin hikayesinin devamını Cumhuriyet Bayramımızda yazacağıma söz vermiştim. Buyurun Gazi Top Mermisinin hikayesinin devamına…
Ocak 1923 – Ankara
Savaşın bitmesinin ardından Ankara’daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının -belki de yıllarca- sandıkların içinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı. Öyle de oldu; ama mermi bir kez daha kullanıldıktan sonra Hamdi Vâsıf’ın evinde, camekânlı konsolun içindeki yerini alacaktı.
29 Ekim 1923 – Ankara
Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Surlara ulaşınca 75 mm’lik toplardan birinin yanına koştu. Yarım saat önce 20.30 sıralarında Meclis’ten, Cumhuriyetin İlan Edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş’un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat’ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi. ‘Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım’. Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu. ‘Evet teğmenim? Sizi dinliyorum’. Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı. ‘Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim’. Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. Hamdi Vâsıf’a defalarca teşekkür ediyor, çevresindeki askerlere mermiyi sökebileceği bir iki alet getirmelerini emrediyordu. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, …97, 98, 99…
On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş ‘Yüzüncüyü attık komutanım’ deyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara’nın her duvarından yankılanıp, dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki.
Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı.
İşte dostlar, o Gazi Kovan cepheden cepheye dövüştükten sonra yeni kurulan Cumhuriyet’in de 101. Paresi olma şerefine erişmiş.
Tekrar bugünlük de bu kadar derken bir kez daha tüm yüreğim ve ruhumla Cumhuriyetimizin 98. Yılı kutlu olsun diyorum. Sevgiyle…
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU