Selamlar; köye yerleştiğimizden beri 200 yaşını geçkin bir evde yaşadığımızdan dolayı çekiç ve çivi aktivitelerimiz epeyce çoğaldı. Babam hem yaşı itibari ile hem de yıllarca bankacılık sektöründe idarecilik yaptığından ötürü uygulamadan ziyade işin emir komuta ve tarif tarafında olmayı pek sever. Elbette bu zaman zaman ilginç maceralar yaşamamıza da sebep olur. Örneğin üç dakikada asılabilecek bir çerçeve için yirmi beş dakika didiştiğimiz olabilir. Çünkü o başka düşünüyor ben başka. O sağlak, bense solağım. Bu el kullanım yönü bile işin yapılışını değiştiriyor. Başlarda biraz inatlaşıyorduk “gel sen yap” deyiveriyordum. Şimdi ortalamasını almayı başardık. O önceden aklındaki işi tam tarif ediyor. Ben de nasıl yapacağımı anlatıyorum. Sağlıklı bir planlama süreci yaşadığımız için de uygulama süreci hızlıca bitiyor. Artık evde kimse kimseye “O kadar biliyorsan sen yap” demiyor. Ya kendi yapıyor,ya tam tarif ediyor, ya da yapılmış işi eleştirmiyor. Ben eleştiriye karşı değilim asla. İster yapıcı, ister yıkıcı fark etmeksizin her eleştiri insanı geliştirir… Sonuçta benim aldığım eğitimin içinde eleştiri var.
Tiyatro, ressamlık ya da yazarlık gibi yaratıcılık isteyen işler doğası gereği eleştiriye ve yoruma açıktır. Bu söylemler takdir etmek için olduğu kadar, eleştirmek, yermek, moral bozmak, motive etmek ya da motivasyonu yerle bir etmek ve daha pek çok formda gelebiliyor. Bu yüzden de yaptığım işlerin sonuçlarında bana söylenenleri her zaman ciddiye alırım, ama olumlu ya da olumsuz fark etmeksizin duygusal bir tepki vermem. Tüm yorumlara tek cevabım “Teşekkür ederim. Değer verip bir şeyler söylediniz” olur. Sahiden de ne amaçla söylediklerinin peşine düşmem. Çünkü öyle bir takip insanı çok yoruyor. İlk mesleğime başladığım zamanlarda çok kafaya takmışlığım var oradan biliyorum. Yazı yazmak, sanat yapmak kamuya açık işler. O yüzden de duygusal tepkiden arınmış olmak gerekiyor. Kişisel olarak böyle düşünüyor olmam yine de bir iş yapıldıktan sonra ya da yapılırken hem sürece katkı sağlamayıp hem de bir şekilde kendini o işin ombudsmanı, bilirkişisi, yetkili mercii ilan eden işgüzarlara kızmayacağım anlamına gelmiyor. Kimi zaman sahiden “O kadar biliyorsan buyur sen yap!” demişliğim vardır. Kimi zamanlarda da sosyal zorunluluklardan dolayı iç sesimde “Ya sabır” demişliğim de…
Madem yaptığın işlere bir şeyler denmesine takılmıyorsun oturup bunu neden yazıyorsun kısmına gelecek olursak. Yine de yapılmış işe maksadını aşan yorum yapmayı ya da zaten kurulmuş bir sistem varken hariçten gazel okumayı da pek hoş karşılamıyorum. Bir işi beğenebiliriz ya da beğenmeyebiliriz. Yine bir işi sevebiliriz ya da sevmeye de biliriz. Bu tamamen kişisel bir seçimdir ve saygı duyulması gerekir. Ama “Ben olsam…” diye başlayan cümle serilerinde bir arıza var. Birincisi işi yapan sen değilsin, ikincisi de yaptık bitti. Elbette olumsuzluklar dile gelmeli ve katkı koyulmalı, ama bu yapılan iş üzerinden konuşulmalı. “Ben olsam…” serileri ise yapılan iş hakkında konuşmaktan ziyade o işi kendi yapsaydı nasıl harika yapacağı üzerine bir güzelleme oluyor. Bana bu tip “Ben olsam…” bilgiçliği ile gelenlere “Tamam sen de bu anlattığın gibi tekrar yap” derim. Tiyatro ya da senaryo yazmak genellikle bir ekiple birlikte kolektif üretilen işlerdir. Birlikte çalıştığım ekiplerde koyduğumuz ilk kural “Yerine koyacak bir şeyin yoksa sus!”Bu cümlenin meali şu; bir fikri sevmeyebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz ya da aklınıza yatmayabilir ancak yerine koyacağınız iyi bir şeyiniz yoksa yapılmışa ya da yapılacağa sadece ben sevmedim ya da beğenmedim diyemezsiniz. Sonuçta beğeniler subjektiftir. Ancak sadece beğenmedim deyip kenara çıkılamaz. Neden beğenmediğiniz kimseyi ilgilendirmez,ama yerine ne koyacağımız herkesi ilgilendirir. Bu basit kuralımız sayesinde kimse kimseyi kırmadan ve hiçbir gerilim olmadan işilerimizi hep bitirmeyi başardık.
Bu kural hem işe katkısağlıyor, hem de kişiyi düşünmek zorunda bırakıyor. İşin bir kısmında aklıma yatmayan şeyler oluyor, ama sadece aklıma yatmadığı için akışı kesemem. Aklıma yatmayan şeyi ortadan kaldırdıklarında yerine ne koyacaklarını teklif edemiyorsam yani geliştirici bir katkım yoksa susmuş oluyorum. Ama yine de her şeye rağmen işgüzarlar yok mu?Elbette var. Sürecin hiçbir yerinde yokturlar. Alakaları bile yoktur, ama gelirler sevk ve idare işinin en tepesindeki kişi olduklarına karar verirler. O öyle olsaydı, bu böyle olsaydı, şunu şuraya koysaydınız ve bir yığın karışmalar. Siz de “Nasıl yapsaydık?” diye sorarsınız. “Onu ben bilmem, ama öyle olmamış”şeklinde harika bir cevap alırsınız. Böylesi durumlarda verilebilecek en güzel cevap:“Peki madem o kadar biliyorsan buyur sen yap…”
Bugünlük de bu kadar. Sevgiyle.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU