Bağ bozumu denir ya, hani Anadolu’da Eylül ayında başlar, ekim ortasına kadar yöresine, iklimine, enlemine kadar değişerek giden bir şenlik havası bir bereket gülümsemesi yaşanır. Kelime aslında üzüm bağlarının bozulmasına işaret etse de aslında Kastamonu gibi Anadolu’nun büyük bir kısmındaki bağ ve bostanların bozulması, ürünlerin toplanması ve özellikle bizim iklim kuşağımızdaki yörelerde bu bostanlarla birlikte meyvelerin de olgunlaşması anlamına gelmekte. O yüzden sonbaharın bir adı da yerli bereketin şenliğidir bence.
Sırıklarından fasulyeler kurumaya yüz tutmuş, domatesler kızarmış, bal kabakları olgunlaşmış ve bunlar gibi birçok ürün toplanmıştır. Hem bostanlarda, hem de evlerde hafiften bir göç, bir toparlanma havası vardır. Kasalar birikir hem bahçelerde ağaç altında hem de avlularda, bir taraftan da evlerin altındaki kuyular düzenlenir yeniden soğuk tutmak için elmalarla patatesleri. Sergenler kurulur ala erikler için ve kazanlar yakılır kiren (kızılcık), kuşburnu ya da pestiller, pekmezler yapmalık. Hem bir düzen hâkimdir binlerce yıllık mevsim döngüsünün gereği hem de ufak bir kaos avlu masalarının üstünde. O masada fasulyede görürsünüz, yeşil biber de, çiti mısırda sararmıştır soyulmalık, elma da çeşit çeşit. Canlı yeşile solgun sarı karışır bir taraftan, bir taraftan da cevizin kahverengine domatesin pembesi.
***
Kastamonu’da sonbaharın bereketi aslında yerli ürünlerde yaşanır. Çünkü bu mevsim yerli cevizin, başta ala erik olmak üzere bazı erik çeşitlerinin ve envaı çeşit olması gereken elmaların olgunlaştığı mevsimdir. Bizim için kıymetli olanlardır bunlar, ne ithaldirler, ne de gelecek yıla kalmayan tohumsuzlardan. Bu toprağın hem de insan müdahalesi olmadan yetiştirdiği ürünlerdir. O yüzden bakımsız bile kalsalar her türlü güçlükten baş verip illa ki sonbaharı insanlara verimli kılarlar.
Yerli ürünler hem yörenin ruhunun canlı tutulması hem de bir kentin marka olması açısından çok önemli. 16. Yy’ın başından itibaren tutulan kayıtlarda Kastamonu’nun en önemli yerli ürünleri olarak siyez, ceviz, üryani eriği ve misket elmasının hep başı tuttuğu görülür. Yani bunlar defterlere düşülen notlar ya bu kayıtlar öncesi de düşünüldüğünde bu ürünlerin gerçekten de binlerce yıllık Kastamonu kimliğinin yapı taşlarından olduğu görülür. Ve yine dikkat edilirse son on yıldır, aklı başında ve toprağını sever insanların çabaları ile bu ürünleri kullanarak Kastamonu’nun ismi ülke gündeminde üst sıralara tırmanıyor.
Misal, Serdar İzbeli ağabey “yerli mamul ürünlerden Kastamonu kahvaltısını” ülkedeki en önemli on kahvaltı mekânı içine altın harflerle yazdırırken, bir yandan da “yerli ceviz ağacı” dikimi ile Kastamonu’nun unutulmuş bir liste başını yeniden canlandırıyor. Mustafa Afacan ağabey ise “siyez ile üryaninin” sevdasında Kastamonu’nun yerel ruhunu marka kimliğe doğru götürüyor. Elbette bu yerel kimlik çabalarında başka birçok kahramanın ismi de var ama bu iki isim sancaktar olarak anılacaktır daima.
Şimdi sırada “misket elmasının” olması gerekiyor.Bilemiyorum, ne kadar uğraşan var bu yerel kimliğin bir başka unsuru ile ama yukarıda sayılanlardan sonra bu meyvenin de artık yeniden var olması gerekiyor. Keza Kastamonu’nun 10 ve 15. Yıl vilayet yıllıklarında tüm bu meyvelere önemli yer verilmiş, Kastamonu elmalarının Mısır ve Suriye limanlarına kadar ulaşarak en yüksek fiyata satıldığı hatta Kaliforniya, İspanya ve İtalya elmaları ile rekabette olduğu bile yazılmış. Ayrıca, İnebolu Belediyesi eski Başkanları’ndan merhum Fikret İşeri ile olan bir sohbetimizde aynı Cumhuriyet’in ilk yıllarında İnebolu Limanından 52 çeşit (Hüryemez, Kozçukuru, Köroğlu, Samut, Canik, Ayancık, Kırmızı, Ferik, Furunüstü, Osmanpaşa, Şıkırdak sadece bazı elma çeşitlerinin isimleri) elmanın tabut sandıklarda ihraç edildiğini söylemesi de elmanın Kastamonu için ne kadar muteber olduğunu gösteriyor.
***
Bu ürünler ve daha niceleri bu toprağın yerlileri olarak Kastamonu’nun ruhu ve kimliğidir. Nasıl ki insanüstü çabalarla gün yüzüne çıkartılanlarla kentin ismi ülkenin gündemi oluyorsa, misket elma gibi başka yerli ürünlerle Kastamonu için bir marka yaratılabilir. Hatta bu ürünler için kentsel bir tarımsal politika oluşturup işte o zaman “bakir Kastamonu’nun organik ve ruha sahip marka kimliği” diye slogan bile kullanabiliriz.
MURAT KARASALİHOĞLU