Eylülün ılık tatları şimdi yerini Ekimin canlı, ama bir o kadar da ruhları hazanla dolduran bin bir çeşit renge bırakarak çekilip gitti insanlık takviminden. Ekim ayı ki sonbaharın en şaşalı ayıdır Kastamonu’da. Güneşin, yazın, canlılığın kapanış sahnesini oynar Ekim; insanı hayretler içinde bırakan renkleriyle.
Doğanın tümünde bir toparlanma, bir göç telaşı vardır bu Ekim renkleri arasında. Derin ormanların kuytularında kışa hazırlanan hayvanların patırtıları duyulurken, sanki etrafa saçılmış gibi dağınık duran ahşap evlerin de kapılarında yaz tatilini bitiren insanların dönüş hazırlıkları görülür.
Ülkenin en bakir, en güzel, en çeşitli ve en canlı ormanlarıyla kaplı Kastamonu’nun doğası. İşte o yüzden her bir mevsimi farklı bir renkte yaşanır. Hele yaz oldu mu; yüzlerce gurbetçi ormanları, köyleri daha anlamlı kılan insan sesiyle buluşturur. Doğa insanla kaynaşır, üretim artar, aynı köyün aynı yörenin insanı el ele birçok faaliyete imza atar. Ama işte sonbahar geldiğinde, bilhassa da Eylül sonu ve Ekim ayı, yeniden gurbete düşmenin burukluğu yaşanır aynı coğrafyada. Onlarca hanelik köylerde yıl boyunca yaşayan sayısı düşer birkaç kişiye. Çünkü güzel ve eşsiz olduğu kadar zordur bu coğrafya. Ekmeği bırakın taştan, dağın derinlerinden bile kolay kolay vermez. İnsana en nazlı yardır ki o yüzden el vermez her daim. Tabi insan da hayatta kalacak, düşecek ekmeğinin, eğitiminin peşine. Ve o nedenledir ki Kastamonu insanın göbeği İstanbul’la birlikte kesilmiştir. Ve o yüzdendir ki Kastamonu ormanlarının, dağlarının yegâne kanseridir göç…
***
Dünyanın her kültüründeki mitosların çıkışı doğa kaynaklıdır. Doğanın döngüsü zamanla kişileştirilmiş ve her biri ayrı bir karaktere bürünmüştür. Ve insanları en çok etkileyen doğa olayı da yaz sonu ile doğanın ölümü ve ilkbaharla yeniden canlanışı olmuş, bu birçok dramatik mitolojiye konu olmuştur. İşte Demeter ve kızı Kore’nin hikâyesi de bunu anlatır. Demeter insanlara tarımı öğreten, doğayı canlı ve verimli tutan aynı zamanda ekini-buğdayı armağan eden bir tanrıçadır. Onun kızı olan Kore ise çok güzel bir güzel kızdır ve dağların yamaçlarında, çiçekli tarlalara bulunmayı ve doğanın tüm canlıları ile dost olmayı çok sever. Kader ki, bu güzel genç kıza yer altı tanrısı Hades âşık olur ve bir gün yerin karanlığından çıkıp Kore’yi kaçırarak aynı karanlığa hapseder. Demeter kızının kaybolduğunu anlar ve onu aramadık yer bırakmaz. Zaman geçtikçe kızına ulaşamadığından yeisi çoğalan Demeter, hem insanlığa hem de doğaya küser. Doğa solgunlaşır, hasat vermez olur ve tüm insanlık açlığa mahkûm olur. Ve bu duruma üzülen diğer güçler ise Demeter ile Haades arasında bir antlaşma yapılmasını ister. Ve bu antlaşmaya göre Kore yılın bir bölümünü yer altında geçirecek, ki bu durum doğanın ölgün olduğu kışı temsil edecek, diğer bölümünde ise annesi Demeter ile yeryüzünde olacaktır. Ve bu durumda doğanın yeniden hayata uyandığı, ürünler verdiği bahar ve yaz ayları olacaktır.
Mitolojiden bu hikâyedeki gibi Kastamonu’nun da kırsal yaşamında durum. Sonbahar hazan gibi çöktüğünde insanlar her ne kadar ekmekleri için de olsa baba topraklarından ayrılmanın gönül karanlığıyla yola çıkarlar. Ve Kastamonu’da dağlar, ormanlar ve köyler kışın sessizliğine bürünür. Ama bahar geldiğinde her bir gurbetçi köyündeki evinin bacasının yeniden tütmesini sağlar.
İnebolu’nun Deresökü Köyü’nden Ersoy Ailesi gibi yöredeki her insan bu döngünün içindedir. Köy 19 haneli ama kış geldi mi 3 haneye kadar düşüyor. İsmail Ersoy (64) İstanbul’da aşçılıktan emekli olmuş bir Deresökü yerlisi. Yılın sadece 4 ayını köyünde geçiriyor. Keza babası Mehmet Amca’da (87) koca ve boş köyde bir başına kalamadığından oda oğluyla birlikte gurbet yollarına düşüyor.
İsmail Bey bizim hikâyemizi doğrularcasına anlatıyor. Köy şimdi boşalıyor ancak köyün tüm sakinleri yazlarını burada geçirir diyor. Bölgede büyük saygı gören “Şahin Baba” Türbesi, yöre köylülerinin bir araya gelmesinde başat bir rol oynuyor. Her Ağustosun ilk Çarşamba günü burada adaklar kesiliyor ve etli pilavla ikramlarda bulunuyorlarmış. Mehmet Amca ise her ne kadar yılın büyük bölümünü İstanbul’da geçirse de aklı hep köyünde hep evinde. Hele bir de evinin hemen üzerindeki kayanın yol yapımı nedeniyle tehlike oluşturmaya başladığından beri içi bir başka kaygıyla dolu. Bize söylediği “oğlum şu kayayı tehlike olmaktan çıkarsınlar da ben de rahat edeyim” oluyor.
Köyün birkaç kilometre ilerisinde orman kenarında çalışan iki kişiyle daha karşılaşıyoruz. Köyde yıl boyu kalanlardan. Cemal Tufan (45) ve Erdoğan Akdemir (45). Amcaoğlu Cemal ve Erdoğan; her ne kadar köyde yıl boyu kalsalar da ömürlerinin çoğunu İstanbul’da çalışarak geçirmişler. Çalıştıkları sektör artık tat vermez olunca da köylerine kesin dönüş yapmışlar. Haliyle bölge de geçim hala zor. Tarım, ancak evlere yetecek kadar bostan kültüründen ileri gidemiyor. Hayvancılık ve orman kalıyor elde. Kurbanlık hayvan ve ormanın verdiği kesimlerle ekonomik faaliyetler yürüyor. Cemal ve Erdoğan da ormanın verdiği “yol rahatlatması” işini almışlar ve yol kenarında belirlenen ağaçları kesiyorlar. Yaptıkları iş aslında çok önemli; “gizli kahramanlar” diyorum ben bu şekilde çalışanlara. Çünkü malum kış sert bu dağlarda. Yollar kapanıyor ve her daim açık tutulması için yapılan küreme çalışmalarında karın atılabileceği alanları Cemal ve Erdoğan gibi kahramanlar sonbahardan hazır ediyorlar.
***
Dağlardan içimize çektiğimiz derin sonbahar nefesini şimdi hala uysallığını koruyan Karadeniz kıyısında geri vermek gerekiyor. Gemiciler’in limanında demirlemiş “Şevval” i (kıyılarımızdaki tek turizm belgeli İnebolu Çektirmesi) görüp eski bir arkadaş olarak selamladıktan sonra İnebolu’nun balıkçılar sokağına yöneliyoruz. Haliyle Karadeniz’in en bereketli olduğu aylara girdik. Tezgâhlardaki kuzuların hepsi taze… Çinekoptan palamuta, meşhur İnebolu kalkanından iskorpite kadar birçok çeşit damak zevkine düşkünleri bekliyor.
İlk durak Kastamonu’nun verdikleri güzel hizmetlerden dolayı iyi tanıdığı “İnebolu Balıkçılık”. Salih ve Şaban (Çelikanat) kardeşlerin baba mesleği olarak 40 yıldan fazladır sürdürdüğü işlerinde tezgâhlarının önünde siparişinizi beklerken ikram edilen sıcak çay ile koyu bir muhabbet her daim sizi bekler. Salih Kaptanın verdiği bilgiye göre bu yıl oldukça çeşitli ve bol balık veriyormuş Karadeniz’in özellikle İnebolu kıyıları. Bu bolluk en son 2005 yılında görülmüş. Nedeni ise çok nadir vuku bulduğu şekliyle bu yıl balıklar zamanından bir ay önce yavrulamışlar ve balıklar da büyüme şansını yakalamış.
Salih Kaptan’ın sözlerinde aslında ciddi bir sosyal mesaj var bence. Çünkü doğanın döngüsüne saygı duyar ve açgözlülüğe kapılmazsak; aynı zamanda zamansız ve yeterince olgunlaşmamış balıklar için avlanma yapmazsak derya da bize her daim verecektir nasibimizi…
MURAT KARASALİHOĞLU