Selamlar;sanat sepet işleri ile hasbıhal ettiğimi öğrendiğinde insanlar önce “aa ne güzel” derler. Ardından süratle lisede çıktıkları tiyatrodan (müsamere demek istiyorlar aslına), üniversitedeki halkoyunları ekipleri gittikleri turnelerden ve daha nicelerinden söz etmeye başlarlar. Hele bir de yazdığım ortaya çıkarsa buyurun şenliğe. Ülkemizde neden fazla okuma alışkanlığı olmadığını da çözmüş oldum sayelerinde. Şimdi herkesin aklındabir roman, bir film bir hikaye.Yazdın mı yok? Birine anlattın mı? Yok, ya çalınırsa… Şimdi bu kadar çok edebiyatçımız, senaristimiz var ama çalınır korkusu ile yazmadıkları için ülkemizde yayına giren kitap sayısı oldukça az… Herkes yazsa siz bir görün kitabevlerini. Ha, bir de basılmış olanlar var, ama onlar da şanımıza layık değil ya da kendi şaheserimizi çıkartırken etkilenmeyelim diye okumuyoruz.
Bu tip aktivitelerini, geçmişteki heveslerinin nasıl kursaklarında kaldığını paylaşanlara, “yapsaydın ya engel mi vardı” dediğimde Kendi Kendine Kendini Kandıramama Sanatı (KKKKS diyelim kısaca bundan sonra) devreye giriyor. Birinci ve en güçlü kendini kandırma kalıbı süratle kullanılıyor: “Ben çok istedim de kısmet değilmiş işte”.Ben de tüm huysuzluğumla “demek ki yeterince uğraşmamışsınız” derdim. Çok klasik bir hikaye vardır.
“Altına hücum döneminde bir adam ve oğlu da bir altın madeni alıp şanslarını denemeye başlarlar. Bir süre işler yavaş gittikten sonra ufak ufak altın bulmaya başlarlar. Ellerindeki ekipmanları da yetersiz olduğu için eşten dosttan borç harç ekipman alırlar. Kazmaya devam ederler. Kazdıkça daha çok altın bulmaya başlarlar. Daha çok yatırım yaparlar, yine borç harç… Bu süreç bir süre böyle sürer gider ancak bir zaman sonra altın azalır ve hiç çıkmaz olur. Büyük bir gayretle elli metre daha, yüz metre daha diye diye epeyce kazarlar. Hâlâ bir şey yoktur. Artık umutları iyice kırılmıştır. Baba satıp gitmeye kararlı, oğul biraz daha devam etmeye. Sonuçta babanın dediği olur. Ellerindeki tüm malzemeleri, altın madenini de satarlar. Kalan son altınlarını da toparlarlar. Ellerine geçen para borçlarının hepsini ödemeye yetmiştir. Hatta çok küçük bir miktar bile ellerinde kalmıştır. Madeni yeni satın alan kişinin aslında amacı madencilik değilmiş. Böyle batan madenlerden artan malzemeleri toplayıp, yenileyip satmakmış işi. Madeni de başka heveslilere satarmış. Madenciliktense bu şekilde kazanç elde etmek ona daha mantıklı geliyormuş… Fakat bu sefer her ne olduysa, artık malzemeye mi denemek istedi, yoksa bir şey var mı diye merak etti bilinmez. Madene girip bir metre kazı yapar ve o güne dek o bölgede bulunmuş olan en büyük altın damarını bulur. Baba ve oğul zengin olma hayali ile geldikleri yerden ucu ucuna dönmeyi başarmışken. Satın alan kişi baba oğulun kazdığı dört yüz doksan dokuz metreyi beş yüze tamamladığı için dünyanın en zengin adamlarından biri olmuş…”
Bu hikayeyi anlattıktan sonrada şunu sorarım “Senin son bir metren neydi?” İşte bu yüzden “Çok istedim de kısmet değilmiş işte” diyenlere ben inanmıyorum. Gerçi benim inanmanın da pek önemi yok. Sonuçta kendi kendilerine inanıyorlar ve o illüzyonun içinde yaşayıp gidiyorlar.
KKKKS’de en sevdiğim bahane “Zamanım yok” kalıbıdır. Nedense bir şeyi yapmayı çok isterler ama o terbiyesiz zaman bir türlü onlara gelmez… O kadar terbiyesizdir ki bu zaman, inadına inadına yirmi dört saati on yedi saate falan indirir. Hatta bir keresinde günü altı saat yaşayan gördüm. Kalan on sekiz saat nerede dediğimde “Türk dizileri çok uzun ama” deyiverler. Bir Allah’ın kulu da “Önceliğim değil” demez. Herkes kitap okumaya bayılır ama zaman(!) bulamaz. Basit bir şey diyeceğim herkes kitap okumayı çok sevmek zorunda değil. Elbette okunsa güzel olur ama sevmediğiniz bir şeyi yapmak yerine hoşunuza giden bir şey yapmak daha güzeldir.
“Önceliğim değil”, “Ben sevmem” demek öyle kolay ki oysa. Karşınızdaki insana değil kendinize söylüyorsunuz bu doğruyu çünkü. Söylenen yalanın (bu kadar küçücük bile olsa) karşınızdakine bir yükü yok. Ama size yük. Çünkü yapacağınız şey her ne ise “zamanım yok” yalanını söyleye söyleye gerçekten zamansız hale gelip bir gün önceliğiniz haline dönüştüğünde yapamaz hale gelmiş oluyorsunuz.
Yaşama dair bahaneler üretmek en kolayı. Konfor alanınızı zorlamamış oluyorsunuz. Hani derler ya dünyayı değiştirmek istiyorsan önce kendini değiştir diye. Ben de bir katkı koyayım buna kendini değiştirmek istiyorsan önce cümlelerini değiştir.
Bugünlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU