Ülkemizde Cumhuriyet’in sosyal hayatımıza getirdiği Atatürk devrimlerinden kadın haklarının kullanılması, özellikle kız çocuklarının iyi bir eğitim görerek meslek sahibi olması ile cüzzam/lepra hastalığının tedavisi, cüzzamlıların toplumdan dışlanmayarak sosyal hayata katılması konularındaki çalışmalarıyla tanınan, 18 Mayıs 2009 tarihinde İstanbul’da karaciğer kanserinden kaybettiğimiz, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin kurucusu (2 Mayıs 1989) Prof.Dr. Türkan Saylan’ın hayatı, kendi isteği üzerine romancı Ayşe Kulin tarafından romanlaştırılmıştı. Everest Yayınlarınca öldüğü yıl yayımlanan romanı bugünlerde yeniden okuma fırsatım oldu. Çünkü, karılarını, kızlarını, kız kardeşlerini bırakıp, ülkeleri için savaşmadan Türkiye’ye akın akın gelen Afganlar fena hâlde canımı acıtıyordu. Geride bıraktıkları kadınlar büyük bir ihtimalle artık okul yüzü göremeyeceklerdi… Romanın künyesi şöyle:
Ayşe Kulin; Türkan/Tek ve Tek Başına, İstanbul 2009, 332 s. Everest Yayınları Biyografi:44.
Bu tür anılara dayalı romanlara edebiyatta “anı roman” denir. İçindeki kişi, yer ve kurum adları, tarihler hepsi gerçektir.
Türkan/Tek ve Tek Başına, birçok yönden ibret/ders alınması için Türkiye’deki her kadın ve erkek tarafından okunması gereken bir roman. Dışardan bakıldığında büyük ekonomik sıkıntılar yaşamayan beş çocuklu bir ailede büyüyen, kendisine iyi bir eğitim imkânı sağlanan Türkan’ın çocukluk, gençlik, eğitim, meslek, evlilik hayatı hiç de mutluluk çerçevesinde yaşanmamış; idealleri onu dertsiz, tasasız bırakmamıştı. Ne kadar eğitim alırlarsa alsınlar, Türk erkeğinin genellikle düşüncesine hâkim; aile reisi, eşinin sahibi, otoriter baba kimliği her fırsatta karşısına çıkmış, fiziki ve psikolojik şiddete maruz kalmıştır. ÇYDD’nin kurulmasında kendi yaşadıklarıyla mesleği dolayısıyla gördüklerinin büyük rolü vardır denebilir. Romana yansıyan bazı olaylardan söz etmenin zamanı gelmiştir artık…
Kandilli Kız Lisesini (1946-1953) bitirdikten sonra ilk aşkı Ali, onun Tıp Fakültesinde okuyup doktor olmasını hiç istememiş, ev kadını olmasında ısrarı üzerine dostça ayrılmayı tercih etmiş, bir doktorla evlenirse kendisini daha anlayışla karşılayacağını sanmıştır. Bu düşünceyle Tıp Fakültesi öğrencisiyken başasistan Atilla Bey’le evlendi (1957). Hemen çocuk sahibi olmak istedi. 1958’de oğlu Çağlayan 1960 yılında da Çınar doğdu. Hamilelikleri sırasında tüberküloza yakalanmıştı. Evlilik ve iki doğum, iki tüberküloz tıp eğitmini aksattı. Zaten Dr. Atilla da onun doktor olmasını istemiyor, evinde oturup çocuklarını büyütmesini söylüyordu hep. Türkan azmetti Tıp Fakültesini bitirdi (1963), ihtisas yapmak istedi ama tokadı da yedi. Bu tokat evliliklerinin sonu oldu.
Türkan, iyi bir doktor olup hastalarına şifa dağıtma amacına yöneldi. 1964-1968 yılları arasında SSK Nişantaşı Hastanesinde Deri ve Zührevi Hastalılar ihtisasını yaptı. Yurt dışında cüzzam tedavisiyle ilgili eğitim programlarına katıldı. İngilizce ve Fransızcasını geliştirdi. İÜ Tıp Fakültesindeki hocaları onu fakültelerinde görmek istediler. 1968’de başasistan olarak başladığı akademik kariyerinde 1972’de doçent, 1977’de de profesörlüğe atandı. 2002 yılında yaş sınırından emekliye ayrılıncaya kadar cüzzam ve zührevi hastalıkların tedavisi konusunda büyük ün yaptı. Çok sayıda öğrenci, uzman yetiştirdi. Emekliye ayrılınca 2001 yılında başladığı YÖK üyeliği 2007 yılına kadar devam etti. Ölümünden önce karaciğer kanser tedavisi görürken FETÖ’nün Ergenekon Kumpası çerçevesine 13 Nisan 2009’da evi ve ÇYDD merkez ve şubeleri basıldı. Silah arandı. Hakkında Ergenekon Teşkilatı soruşturması başlatıldı.
Prof.Dr. Türkan Saylan, ikinci evliliğini doçentken heykeltıraş Ceydet Bey’le yaptı. O da hayatını zindan etti. Alkolikti. Onun kıyafetletinden, işine her şeyine karışıyordu; çalışmamasını, güzel yemekler, mezeler pişirmesini istiyordu. Ondan da iki yıla yakın boşanmak zorunda kaldı.
Prof.Saylan; Cüzzamla Savaş Derneği (1977), Cüzzamla Savaş Dispanseri (1978), İÜ Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi (1981), Sağlık Bakanlığı Lepra Hastanesi (1981), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (1989), Cüzzamla Savaş Vakfı gibi önemli kuruluşlar oluşturdu. Başkanlığını, başhekimliğini yaptı. SB Lepra Hastanesi Başhekimliğini 21 yıl ücretsiz yapacak bir başka Dr. var mı Türkye’de? Romanda daha neler var, neler var?
Romanı okurken acaba Türkan Saylan’ın yolu Kastamonu’ya düşecek mi diye merak ediyordum. Yurt içi ve dışında kongreden kongreye, dersten derse koşan, bir yandan da iki oğlunun, boşanmış da olsa iki eşinin sorunlarıyla boğuşan, iki tüberkülozun üstüne iki kanser (meme ve karaciğer) hastalığını yenen Saylan’ın doğrusu yolunun Kastamonu’ya düşeceğini ummuyordum. Çünkü Kastamonu cüzzam yönünden son derece iyiydi ama iki oğlunun İngiltere’de kısa bir süre öğrenmeye çalıştığı İngilizcelerini üniversiteye giriş için güçlendirmeleri gerektiğinden, 70’li yıllarda Limasollu Naci’nin Abana’da açtığı Yaz İngilizce Kampları dolayısıyla ilimizin eşsiz doğasıyla tanışmıştı. Romanda yıl belirtilmiyor ama iki oğlunun (Çağlayan-Çınar) lisede olduğunu düşününce yetmişli yılların ortası olduğu anlaşılıyor. Romanda Abana’ya geliş ve Saylan’ın intibaları bir sayfadan fazla yer tutuyor (s.160-161). Biz can alıcı yerlerini aktarmakla yetineceğiz.
“Evlendiğimiz zaman balayına çıkamamıştık. Yaz başı baş başa deniz yolculuğu yapmak için Çağlayan’la Çınar’a İngilizcelerini ilerletebilecekleri bir yaz kampı bulduk. Önce çocuklardan yaz günlerinde asla okula gitmeyeceklerine dair ciddi itirazlar geldi.
……..
Ben de çocukları o kampa yollamak konusunda biraz kararsızdım, çünkü kamp hakkında duyduklarım inanılır gibi değildi. Limasollu Naci dedikleri bir Kıbrıslı, işlettiği İngilizce konuşma kampının hocalarını, İstanbul’a tatile gelmiş hippilerden seçiyor, onları az para ödeyerek hoca olarak tutuyordu. Kasabanın evlerini kiralıyor, genç kızları bir eve, delikanlıları başka bir eve, hocalık yapacak hippileri de bir başka eve yerleştiriyor, köy meydanındaki çay bahçesini de dershane olarak kullanıyordu. İngiliz gençler, Türk gençlerle sürekli İngilizce konuşuyor, birlikte top oynuyor, denize giriyor, şarkı söylüyor, dans ediyor, müzik yapıyordu. Tam benim çocuklara göre bir yerdi, ama önce gidip görmemiz gerekiyordu. Arabamıza doluşup Kastamonu’nun Abana ilçesine gittik. Sınıfın toplandığı çay bahçesine vardığımızda, gördüğüm manzara o kadar sevimliydi ki ben bile balayından vazgeçip orada kalmayı tercih edebilirdim. Güle oynaya İngilizce öğrenen gençlerin etrafında halka olmuş yerli halk da onlarla birlikte dil öğrenmeye çalışıyordu. Limasollu Naci, öğrencilerini Aslanlar, Kaplanlar gibi isimler taktığı gruplara ayırıyor, gruplar her konuda kendi aralarında yarışıyordu. Öğrenmenin eğlenceye dönüşmüş hâliydi bu. Çağlayan’la Çınar, onlar içi hazırladığım sırt çantalarını kaptıkları gibi, rengârenk giysili, uzun saçlı, kızlı erkekli kalabalığa doğru koştular ve sanırım hayatlarının en güzel tatilini yaptılar.
Biz de kendi mavi yolculuğumuzu yapıp İstanbul’a döndük. Yaz sonu Çınar yatılı okuluna (Kabataş Erkek Lisesi), Çağlayan Maçka Meslek Lisesine başladı.”
Abana deyince yazılarını zevkle okuduğum gazetedaşım Mustafa Afacan’ın Abana’nın kültürel hayatıyla ilgili hatırlatmaları, Mithat Fenmen’in piyanosu aklıma geldi. İşte Abana’yı, 11 Ağustos 2021’de sel felaketini yaşamış Abana’yı Prof.Dr. Türkan Saylan gibi Türk kadınının onuru bir bilim insanı da ziyaret etmiş, hayran kalmıştı…
Ayşe Kulin’in Türkan romanı mutlaka okunmalı, okunmalı, kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin inadına okunmalı… Kabri ışıkla dolsun… Kardelenleri binlerce Kardelen doğursun…
NAİL TAN