-GELİŞME-
Tekrar merhaba; bugün olmayan Ferrari’mizi satamayıp, bilge olamayışımızın devam yazısındayız. Yani “Gelişme” kısmı… Bir önceki yazıda her derde deva mucize tek bir kitabın olamayacağını konuşmuştuk sizinle. Tıpkı bir tohumun toprağa düşüp büyümesi gibi bilginin de oluşma süreci var. O tohum toprağa düştükten sonra suya, gübreye, bakıma, yabani otların temizlenmesine ihtiyaç duyuyor. Bilgi ise sadece düzenli okumaya. Okudukça birikiyorve bu döngü ürünü yani bilgiyi edininceye kadar devam ediyor.
Bir kitapla tüm mesele çözülmüş olsaydı şu anda dünyada ne fakirlik sorunu ne de açlık belası kalmıştı. Tüm insanlığaNapoleonHill’in çok okunan kitabı “Düşün ve Zengin Ol” hediye ederdik. Okur okur, düşünür düşünür zenginlik işini hallederdik. Elbette bu kitabı okumayın demem. Diyemem. Çünkü bir kitap aşığı, okuma bağımlısı olarak tüm kitapların içinde muazzam bilgi hazineleri saklı olduğuna yürekten inanıyorum. Sadece bir tek kitapta o aradığımız altın madeninin servet getiren damarını bulamayacağımızı iddia ediyorum kendimce. Bu arada “Düşün ve Zengin Ol” kitabını da okudum. Çok hoş saptamaları var. Eğer zengin olmanın formülü, denklemi varsa bu kitap o değişkenlerden sadece birini içeriyor. Formülün geriye kalanı için arayışa devam etmek zorundayız. Formüle uyan parçaları tek tek keşfetmek gerekiyor. Elbette zaman istiyor ama sonuçlarıiçin bu harcanan zamana değer.
Başlığımıza konu olan Ferrari’sini Satan Bilge kitabına.Benim bu kitaba referans verme sebebim ise Ferrari’yi satıp Tibet’e gitme hikayesi üzerinden bir espri yapmamla ilgili. Ferrari’yi sattı Tibet’e gitti. Bilge oldu (!) döndü. Bilgeliğinin kitabını sattı ve beş Ferrari daha aldı. Bilgelik işini muazzam bir kazanç kapısına dönüştürdü. Çünkü günümüzde giderek yalnızlaşan, giderek daha bireysel dünyasının içinde tek kişilik yaşamlar yaşayamaya başlayan bizlerin bu manevi arayışımızdan yepyeni bir sektör doğdu. Bizleri suiistimal eden, duygularımızı sömüren bir sektör.Bundan on – on beş yıl öncesinde kitapçılarda aklı başında birkaç gelişim kitabına rastlarken şimdi kendi başına bölüm ayrılmış durumda. Yağmur sonrası ormanda bir anda her tarafı basan mantarlar gibi kişisel gelişim kitapları türüyor, üretiliyor. Ormandaki o mantarların birçoğu zehirli. Doğrusunu toplamak gerekir. Hatta aşırı yiyip yine zehirlenmemek gerekir. O kadar çok kişisel gelişimcimiz, o kadar çok yaşam koçumuz varmış ki şoke olup kalıyorum. Sen nesin peki diyebilirsiniz elbette. Sonuçta bahsini ettiğim güruhla aynı havuzda yüzüyorum. Ben onlardan değilim deyip kendimi kenara atmam mümkün değil.Muhakkak ki ben de haddimi aşıp yaşamın sırrına dair küstahlıklar yapıyorumdur. Elimden geldiğince özen gösteriyorum. Her anlatımımda özellikle “Bence” diyorum. Ve ekliyorum “Bu anlattıklarım, iddia ettiklerim benim kendi yaşam deneyimlerim. Bende işe yarayan sizde yarayamayabilir, sadece ben sizin de işinize yarayabileceğini umduğum tamamen kişisel ve bana ait olmalarından dolayı sübjektif birtakım bilgileri paylaşıyorum” En sonuna da şunu muhakkak ekliyorum “Elimden geldiğince akademik olarak ispatlanmış önermeleri sunmaya çalışıyorum” diye. Çünkü benim iddiam yaşamın sırrını sunmak değil. Faydalı olmak umudu taşıyorum sadece.
Bu kişisel gelişim kitaplarının da seminerlerinin de toksik bir etkisi var. İlk okuduğunuz anda ya da dinlediğinizde bir miktar alkol almış gibi hoş bir etki bırakıyor sizde. Sonra etkisi geçince yeniden arzu ediyorsunuz. Bir doz daha alıyorsunuz. Yine etki geçiyor. Bu sefer etki uzun sürsün diye doz artırıyorsunuz. Doz arta arta en sonunda kişisel gelişim kitapları. Daha doğrusu kişisel gelişim sektörü bağımlısı olup çıkıveriyoruz. İşte bu bilgi tecrübe ile sabit. Bağımlılık çok tehlikeli. Bir sefer bulaşınca kurtulmak ekstra çabaya kalıyor. Örneğin bir kısmımızın hala tükettiği, bir kısmımızın tüketmemeye çalıştığı, bir kısmımızın ise bırakmasına rağmen çok özlediği o tütün ürünleri gibi.
“21 Günde Zengin Olma Alışkanlığı Nasıl Kazanılır?” diye bir kitap yazılsa bizler muhtemelen o 21 günün sonunda zengin olma alışkanlığını kazanamamış olurduk ama emin olun kitabın yazarı atına atlamış Üsküdar’a doğru yola çıkmış olurdu. Tam da bu yüzden çok okumalıyız, bol bol okumalıyız diye kendimce bir düsturum var. Okudukça zehirli mantarlarla, faydalı olanları ayırt etmeye başlayacağız.
Bir kitap görmüştüm “Mesnevi Terapi” diye. Aldım bir heves. Hevesim kursağımda kaldı. Mesnevi’den kopyala yapıştır yapılıp altına da iki satır yorum yazınca olmuş size terapi kitabı. Tamam Mesnevi ile terapi yaptıralım ama psikiyatr ya da klinik psikolog değiliz ki terapi yapmamın kurallarını bilelim. Yanlış yapılan terapilerin nasıl hasar bıraktıkları da malum. O yüzden de illa Mesnevi ile terapi yapmak istiyorsak Mesnevi’nin harika Türkçe sadeleştirilmiş çalışmaları var. Orijinal bilginin kendini okuyup kendi terapimizi kendimiz icat edelim derim ben kendimce.
Cumartesi günü mini yazı serimizin son kısmında kendimce, kendim için uyguladığım okuma sistematiğini paylaşmaya çalışacağım. Umut ediyorum ki sizin de işinize yarar. Ben faydasını çok gördüm. Görmeye de devam ediyorum.
Bugünlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU