-GİRİŞ-
Merhaba; Öncelikle yine başlığımı açıklamam gerekiyor. Bu ele alacağım konu benim çok önemsediğim bir konu olduğu için meramımı giriş gelişme ve sonuç şeklinde ifade etmeye çalışacağım. Yani üç yazılık bir mini seri tasarladım…
Biliyorsunuz hobi tanımı gereği normal yaşam akışınız dışında ilgi duyduğunuz bir alanlarla ilgili kendi istediğiniz zamanlarda, kendi istediğiniz koşullarda faaliyetler göstermektir. Kişisel gelişim alanında okumalar yapmak, eğitimlere katılmak ve seminerleri takip etmek benim için çok keyifli bir hobiydi. Hobiydi diyorum çünkü 2010 yılında yakın çevremin ısrarı, teşviki ve gerekli koşulları sağlamaları ile “Kişisel Gelişim” profesyonelliklerimden biri haline dönüştü. Elbette profesyonel olarak yapmam sevdiğim bir hobi olduğunu değiştirmiyor. Ancak bir konuda “Ben profesyonelim” dediğinizde sorumluluklarınız artıyor. Çünkü muhataplarınız artık sizi konun uzmanı kabul ettikleri için hem anlatımlarınız hem de anlatımlarınıza gelen sorulara vereceğiniz cevaplar insanları birinci dereceden etkileme ihtimali olduğu için işin içine bir sorumluluk ve bir vebal giriyor. Özenli ve bilinçli olmak bir yükümlülük haline dönüşüyor. Bu yüzden de bana sorulan tüm soruları tartmadan, karşımdakinin tam beklentisini anlamadan pat diye yanıtlamamaya çalışırım. Ama bir soru var ki neredeyse hiç düşünmeden cevaplarım her seferinde. Çünkü bu sorunun benim sübjektif fikrime göre tek cevabı var. Bu arada bu soru neredeyse en çok sorulan soru… Önce soruyu söylemeliyim elbette. Böyle anlatıyorum ama doğal olarak “iyi de soru neydi?” diye soruyorsunuzdur. Soru şu:“Hocam, kişisel gelişimle ilgili hangi kitapları okuyalım?”
Hiç düşünmeden verdiğim cevap da, “Canınız neyi çekiyorsa onu okuyun? Yeter ki okuyun…”Bu cevabın kaçınılmaz ve doğal sonucu soruyu soranlar arzu ettikleri listeler dolusu cevabı alamadıkları için tatmin olmuyorlar. Ve ısrar ediyorlar sorularında. O zaman her seferinde önce şu yanıtı veriyorum:“Elbette bir kitap listesi ya da kitaplar isimleri verebilirim ama bu vereceğim isimlerin hepsi sübjektif değerlendirmedir. Bir başkasının size söyleyeceği her kitap onun kendi kişisel beğeni ve deneyim süzgecinden geçip size geliyor. Yani bu ister öneri deyin ister tavsiye deyin fark etmez,her koşulda bu kitaplar fazla kişisel olacak. Yani size verilen her kitap adı bir risk barındırır. Sizin o kitabı, kitapları beğenmeme riskini. Beklentiniz karşılanmaz, sizin seviyenizin çok altında kalır sıkılırsınız ya da henüz o kitabı okumaya hazır değilsinizdir. Bu da sizde hayal kırıklığı ya da kitaplardan soğuma riskini barındırır. Çünkü kişisel gelişim kitapları fazla spesifik bir başlıkta toplandıkları için nokta atış beklentiyi karşılayabilmek için kendi okuma seçimlerinizi kendiniz yapmalısınız. İyi – kötü, faydalı – faydasız ayırımı için kendinize ait bir beğeni şablonunu yaratmalısınız. Böylece bu alandaki seçimleriniz spesifik olabilir. Bundan sonra birileri size birtakım listeler ya da tavsiyeler verdiğinde en baştan sizin işinize yarayıp yaramayacağını seçebileceksiniz. Yani kitap ismi verenlerin sübjektif beğenilerine mecburcu kalmamış olacaksınız.”
Bilin bakalım bu açıklamamdan sonra ne oluyor? Evet, doğru bildiniz. Soruyu soranlar bu cevaptan da tatmin olmayıp zorlamaya devam ediyorlar. Çünkü bir takım kısa yollar, reçeteler, tarifler, listeler almak kolayımıza geliyor. Yaşantılarımızıartık 140 karakterle, emojilerle, on saniyelik hikayelerle süratle ifade etmeye alıştık. Sosyal medyada, internette popüler sitelerin bizim yerimize listeler sunması vaka-ıadiye haline dönüştü. Bu modern çağın(!) sunduğu konfor alanımızdan da vazgeçmek işimize gelmiyor. O yüzden de istediği cevabı alamayan soru sahibi soru formunu değiştiriyor:“Hocam tamam, ama bari böyle çok kalın, çok betimlemeli ve fazla da ağır olmayan bir şeyler söyleseniz de en azından oradan başlasak.” Tam bu isteği kabul etmiş cevap vermeye hazırlanırken bir talep daha geliyor. Zaten çıtır çerez bir kitap isterken bir de konuya sıkıştırıyor beni. “Ha, hocam bir konusu benim zaman yönetimi sorunumu çözüversin.”
İşte öyle bir kitap yok. Yazılmadı. Bana göre yazılamaz da. Bir tek kitap tüm sorunları çözebilseydi keşke. Sonuçta bir tek kitapta çözüm olsaydı kuru fasulyeyi de olduğu hali ile çıtır çıtır yerdik ve karnımız doyardı, yemekten keyif alırdık. Oysa kuru fasulye yemek için yağa, soğana, salçaya ve birçok lezzet verici unsura ihtiyacımız var. O unsurların toplamıdır kuru fasulyeyi güzel bir yemek yapan. Bilgiyi de güzel bilgi yapanın biriktirdiklerimizin toplamının ortalaması olması gibi.
Böylece “Giriş” kısmımızın sonuna geldik. Ferrari’min olmayışı ve satamayışım ve hatta “Ferrari’sini Satan Bilge” seviyesine gelemeyişimi bu ayın 22’sinde yani bu Çarşamba günü “Gelişme” bölümümüzde anlatmayı deneyeceğim.
Bugünlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU